MAVI LADİN

Odamın camı küçük, duvar-
ları kalın ve kesme taş. İçerisi
küf kokuyor. Rüzgar, bulduğu
iğne ucu kadar delikten fırtına-
lar kopararak dalıyor. Odanın
ortasında sizin şömine, benim-
se ocak dediğim isınma
ve
aydınlanma, dışarıda gece ve
Ladin Ben içeriden, o dişarıdan dertleşiyoruz.
Anlatıyor kendini ve buralara göçünü, dinliyorum.
"Amerikalıyım" diyor; "Boyum 35-40 metre.
Soğuk ve rutubetli ortamları severim. O yüzden
coşar, uzar, bulutlara ulaşırım. 45 yaşıma kadar
tohum vermem. Soyum ÇAM ağacmdan gelir.
Bulunduğum ortamda bulutları tutar, iklimi canlan-
dirırım. Rengimin mavi olması bana bir ayrıcalık ve
hatta fiyatımın artması demek. Hoş, ben istemedim
ya, soran da olmadı. Sorsaydım da dinlenmezdi. 10
gram tohumum 35-40 lira. Ama o kadar tohum
da en az 1000 ağaç demek. Ortalama 100 tanesini
fire düş, gerisini var sen düşün. Ama sizin bu insan-
lar doğal olarak doğayı değil, sadece beni satıp
kazanacakları paranın derdinde."
Bir dakika lafını kesicem. Çayım demlendi, bir
bardak alıp geliyorum, sen içer misin ?Dedim.
"Hey, hava dokundu galiba, biliyorsun ki ben bir
ağacım ve ne evlere girerim ne de sizin yiyip içtikle-
rinizi yerim. Tek ortak noktamız su. Eh o da şu an
havada yeterince var. Sana AFİYET OLSUN.."
Tamam maviş şimdi geliyorum.
Köşede kaynayan çaydanlığı yana alıp demli bir
çay döktüm. Yanına bir kesme şeker, bir dilim
ekmek, biraz keçi peyniri. doğru camın kenarın-
dayım. Üff hava amma soğumuş ve sis çökmüş.
ışıklar gözükmez olmuş. Ya şimdi canı çekerse ?
Hadi be sende, kendisi de dedi ya, o bir ağaç.
AĞAÇ!.
Evet nerde kalmıştın ?
"Benim sözüm bitti zaten, biraz da sen anlat." Tamam anlatayım,Dedim.
Senin adın LADÍN, benimki YALÇIN.
gün geldim, ben ekmek parasına düştüm. Senin kadar
boyum yok ve hatta değerim de. Sanat dedik, peşine
düştük. Ortasına ekmek koyduk, yalnızlığa katık
ettik, Ne farkım var senden ? Sen de evine hasret
ben de. Ikimizin ikinci ortak noktası da bu ya !
Gezerim ben diyar diyar, gezer görür yazarım.
Gündüzleri doluyum. Aha şu camide çalışırım.
Orada sadece çizerim, kazandığımı bebelerimle pay-
laşırım. Ömrüm senin kadar uzun değildir, sanmam.
Bu gurbet, bu hasret, bu gidasızlık, bu pislik sonun-
da bir gün öldürür beni.
Hele bir de insanların duyarsızlığı ya da sanatkâra
vefasızlığı eklendi mi sorma gitsin..Gecenin
ayazına meydan okuyan MAVI LADİN,
"Sende ben de sürgünüz yani"dedi.
××××
"Çok yer gezdin, gördün öyle
mi ?O zaman çok arkadaşın var-
Adin
GEZGİN dır senin. Hele ki bir de her yerde
geceleri bu saate kadar oturursan,
gece çok arkadaş getirir sana."
Eh, bir bakıma öyle. Buraya
gelmeden önce Kemalpaşa'day-
dim. (Bursa) Orada daki odam
BOR madenine bakıyordu ve bul-
duğum bir bor taşıyla paylaştım
gecelerimi. O anlattı, ben dinledim
Ufak ufak not aldım. Sahi
Sen hiç BOR gördün mü ?
Doğa ananın biçimlendirdiği bir bor parçasını ? Ah bir gör-
sen, ne muhteşem bir şey ! Bende var, koca bir parça.
Ayrılırken gelmek istedi, koydum çantama. Şu an
evde, vitrinin öninde. Sanki bir kuyumcu yontmuş,
şekillendirmiş, yüzlerce elmas yanyana dizilmiş.
Biliyor musun geleceğin enerjisiymiş ? Şu anda
bizim ülkemizden yok pahasına toplanıp yurtdışına
satılıyormuş. İşlendikten sonra ise satış fiyatının kat
be kat üstünde ülkeye dönüüyormuş ve dünya üzerinde
% 65 ile en fazla ve en kalitelisi bizdeymiş. Senin
Ülken AMERİKA, UZAY YAKITI yapıyormuş.
JAPONLAR ne işleyip ne de satmazlarmış. Bizden
aldığı BOR madenini HAM halde DENİZ TABANIN-
DA DEPOLUYORMUŞ. Koca koca dağları dev dozerler
yıkıyor, aldığı madeni başka yere taşıyor, taşıdığı
kadar da heba edip toprakla beraber atıyormuş. Neden-
dir bilinmez imiş bazı çok yüksek ayarlı damarlar
toprakla örtülüp kapatılıyormuş ve o bölgeye hiçbir
zaman sokmazmış, İşletme. Nedenini ise kimse bilme-
mekte.
Çok kibar ve nazik biliyor musun ? Keskin köşeler
elini kesip yarıyor ama gel gör ki kan akmıyor. Suya
Temasında asitleşip kanamayı durduruyor. Açık alanda
çalışan işçilerin ellerini görsen parça parça. Ama ne
acıyor ne kanıyor. Sadece devletin kendisini hor görmesini
hazmedemiyor. Petrolden değerli olmasına rağmen
ülke insanının yoklukla boğuşmasını kabullenemiyor.
Sağa sola savrulmasına değil, ülkesine bir şey vereme-
menin kahrı altında eziliyor, dagılıp toz oluyor. İşte
o anda kahrediyor.
Devletin kendine değer vermemesine.
Devletin kendi kendisini hançerlemesine
anlam veremiyor.
Ahı gitmiş vahı kalmış Avrupa Birligi'nin bitme
noktasını göremeyip kendini alması için yalvar yakar
olmasına anlam veremiyor. Elini masaya vurup: "Ben
size kendimi soydurtmam. Sizin hiçbir şeyiniz kalma-
mış, bana gel diyorsunuz. Geliyorum, önüme sonu
gelmeyen maddeler koyuyorsunuz Dünün diktatör-
lukle yönetilen Bulgar'ını, Romanya'sinı, Macaristan ve bilumum insan haklarından uzak ülkelerini alı-
yorsunuz. BİZE PÔSTEKİ SAYDIRIYORSUNUZ.
Bir BURSA kadar nüfusu olmayan ve Ekonominize
bir şey vermeyen KIBRIS RUM YÖNETİMİ'nin
önünde takla atip. ŞAKLABANLIK yapıp, kendinize
katılmasını istiyorsunuz da koskoca 70 milyonu gör-
mezden geliyorsunuz" diye bagrıyor. Sesi madende
çınlayıp, yankılanıp, KIRMASTI çayını dolanıp gök-
kubbeye yayılıyor ve altına şu not düşüyor:
"Açın kitaplari ve bakin. BOR (BORAKS) ne işe
yarar ? Sanayiden gidaya, ilaçtan yakıta kullanılma-
dığı bir yer varsa bulun gelin, beni çıkardığınız topra-
ğın altına gömün" diyor.

LADİN bir ileri bir geri sallanmaya başladı. Dalları
birbirine sürtmeye, tepesi saga sola büküldü. Kesile
kesile çirkinleşip cilızlaşan meşeler pustu. Çayım bitti,
yenisini doldurdum. Cam kenarına gelirken elektrikler
kesildi. Ocaktaki ateşin aydınlığı bana yetti. Rüzgar
korkmuş, cam kenarına gelmiş. içeri almam için yalva-
riyor ve bulduğu ufak deliklerden içeri sızarken.
ocakla yanan odunun sıcakliği bana yetiyordu.
Hele birde pencereleri
küçük, durvarlari kesme taş,Odam.
- Rüzgar, bulduğu
Her delikten fırtına gibi dalıyor. Odam da,sizin
şömine, dediginiz benimse ocak dediğim ısıtma sistemi iliklerime dek işliyor,dışarıda gecenin seslerini dinleyen ladin ile ben dertleşiyoruz.
Arada bir gece arkadaşima sorular soruyorum.
LADİN halen öfkeyle sallanıyor. Ortalığı kaplayan
sis, karşı tepeler in ardına siniyor. Sokak lambaları
olanları anlamak için yanmaya çalışıyor. Parıldıyor,
sönüyor, tam yanarken birden kesiliyor ve sokak
direkleri sessizliğe bürünüp hareketsizce karanlığa
dalıyor.
Köpek sesleri geliyor uzaklardan. Neler olup bittiğini
anlamak için devriyeye çıkmışlar sanki. Sonra
susup pusuyorlar. Ayın önünden hızla bulut geçiyor.
Belli ki bir şeylerden ürkmüşler. Sessizlik tüm geceye
hakim. Allah'tan odam sağlam. Gelecek olan neyse
pek etkisi olmaz bana. Ama yine de tedirginim. Rad-
yonun adaptörünü çekip pile takıyorum. Hiç olmazsa
o var ya. Içinden çıkan türkü odamın tavanına, duvar-
larına yayılıp sarılıyor. 21. yüzyılın ortasında dünyay-
la tek bağlantım o. Telefon yok, elektrik kesik, cep
telefonu zaten çekmiyor ve ben bu zamanda medeni-
yetlerin göbeği Ege nin bir dağ köyünde, medeniyetten izole şekilde
karanlık gecedeyim. Tek dostum, dışarıda öfkesini
kusan MAVI LADIN ve binlerce çeşit çeşit çam fidanı.
Ufak çam fidanları, boylarına bakmadan LADÍN'LE
Beraber sallanip, hızla üfürüp, rüzgar çıkarıp ofke
kusuyorlar.
Heey ufaklıklar, sizin derdiniz ne ?.
"Kim biz mi, bizim derdimiz mi ? Dinle o zaman."
Uzun zaman daha sallanıp durdular. Sedirler, mazı
lar, kayınlar, çamlar, fistık çamları, ardıçlar, ürkmüş
cılız meşeler. Evcil ıhlamurlar sonra birden sustular,
Ortalık yatıştı. Sis, saklandığı tepelerin ardından bin-
diği esintinin sırtında çukur yerleri kapladı. Sokak
köpekleri son devriyelerine çıkti. Gecenin vukuatsız
devam ettiğini görünce hepsi bir kenara yattı. Ağıllar
dan koyun, keçi melemeleri yayıildı köye. Sonra her
şey sus pus oldu. Ay yerini aldı, gece yeniden başladı.

Sözcü olarak seçilen ufak sedir çamı mavi ladinden
Özür dileyip söz hakkı almak istedi. Onay alnca
camimı tikladı.
Odamin camlarindaki buhar damlacıkları soğuğun etkisiyle
Üstündeki su
buzlanmıştı. Camı açıp içeriye almaya kalktım "Sakın
ha " dedi; "Ben böyle çok mutluyum. Sen hele çayını
bi doldur, ateşi destekle, sonra șu camin önüne gel.
ben buradayım."
GÖZÜM MAVi LADIN'E KAÇTI..
×××
O, sakinleşmiş, dimdik durmuş.
aşagıdaki LIKYA harabelerini bir
turist edasıyla seyredip. sanki haklarımı çignemedigin sürece bu böyle sürsün der gibiydi, Senin rehberliğinde yöreyi tanimak istiyorum. Yani anlayacagın UFAKLIK, birileri bizim fotoğrafimizi
çekiyor. Harabeler eroz-
yondan yıkılmış, savrulmuş sağa-
sola. O yetmezmiş gibi koca bir peynir, bir parça ekmek. Serçelerin kahvaltisi ve gecenin
bekçileri definecilerle savaşıyor.
Onlar vuruyor, o direniyor.
Ben gelmeden önce o buradaydı ve ben onun hakla
rini tanımak, kabullenmek zorundavım. O benim
psikolojik savaşım. Hakları ihlal eden kaybeder.
Ateşe iki odun attım, çayıma tek şeker. Farecigime
Küçük bir peynir attim. üşüdüm, içeri girdim. Sırtımı ate-
şe yüzümi cama döndüm. Evet dinliyorum seni
Yalein ÖZTÜRK sidaki tepelerde yatan (Bintepeler KÜÇÜK SEDİRCİK ANLAT !.
timülüsündeki krallardan yardım almadan ama,
Anlatmaya başladı; "AB'yi dinledim, BORAKS'
istiyor) sakinleri çağırıyor.
RAHİP PHILLIUS Tanrılara yalvarıyor, (Biliyorum dinledim, devletin devleti hortumlamasını duyvdum.
Biliyormusunuz o devirde suçunuz ne olursa olsun sizler
SARD'daki ARTEMİS tapınagına ulaştığınızda sizi
oradan hiç kimse alamazmiş) Sesi tapınagın sütunla-
rinda yankılanıyor. Bak diyorum Mavi Ladin Yakalaşık 10 YTL'den satıyor. Fidan başı 50 kuruş nakliyeyi
Çik üçbin yıl önce buraya sıgınağa kimse dokunmuyor çıkarıyor ve beni götüren 7,50 YTL kår ediyor.
Oysa şimdi senin ülkenin insanı camideki
militani vuruyor. Hem de ağır yaralı olmasına ragmen
ve ibadethaneyi postalıyla çigneyip kurşunuyla kirle-
tiyor.
Mahçup oluyor Mavi Ladin;: "Benim görevim
oldürmek degil, hayat vermek" diyor.
Tapınagın dışanda 1910 yılında getirilmiş General
Motor'a ait döküm ve çelikten yapılma vinç, sırt üstü yatmış olanlari dinliyor. tum 2 YTL ama devlet kendi üretim yerinde beni 5
rin arasından sesleniyor, "Evet, bu bizim suçumuz
değil. Bizler burada geçmişin izlerini aradık ama yöne- ten degil gelip buradan 1,5 YTL'den alıp 8 YTL'den
ticiler vurdukları her sondajdan kan ve gözyaşı çıkar. devlete satıyor ve agaçlandırma yapıyor ve devlet
dılar. Ademoglu bir şeyler yapmış, bizler onu aradik.
bizi niye suçluyorsunuz ki ?"
Harabelerin yanından akan SARD Çayı ayın ışığın- milyon fidan istedi. Buradaki fiyat bizim için 2 YTL,
da söze karıştı. "Evet" dedi: "Ne geldiyse başlarına
benim taşıdığım kumlardaki altın ve gümüşten geldi.
Ben taşıdım, onlar topladı, ben getirdim onlar eritti. alanından 300 YTL'den aldı. Var sen çık işin içinden!
Ben yoruldum taşımaktan onlar yılmadı. Biriktirip
medenivetlerini reneinlestirmekten SARD çayının
Benim de var bildiklerim, soyleyeceklerim.
"Bak" dedi sedircik: "Benim buradaki satış fiyatım
let beni buradan 2 YTL'ye alıyor ve askeri birimlere
I5 YTL'ye satıyor ve ASKERİYE bu parayı devlet-
ten alıyor. Burada kim ne kazanıyor, nereden kazani-
yor bir düşün hele."
"Bitmedi, dinle" dedi minik sedir.
"Devlet yanan bölgeleri ihaleye açar, ya da agaç-
landırılacak bolgeyi. Benim buradaki ortalama fiya-
ya da 6 YTL'den satıyor. Ihaleyi kazanan beni devlet-
bunu bilip ses çıkartmıyor. Kim kimi ne kadar
hortumluyor ? Biliyor musun?
Mavi Ladin için 70 YTL'ydi. Ama o burayı tercih
etmedi. Bizden 3 kilometre uzaktaki devlet üretim
YAAA ?!.
"YAAA, dev let kendini nasıl hortumluyor, anla-
çelimsiz halini hatırlıyorum."
Sen mi taşıdın on ton altını ve tonlarca gümüşü ?
"Evet ben taşıdım ve kenarımda yaşayan insanlar
bir metot geliştirdi. Benim taşıdığım altını gümüsten
tuzla ayıştırdı. Ilk parayı bastı ve ilk altın SIKKE'yi,
Sonra Pers Kralı duydu bizi. Öncüler yolladı, yerimizi ermez senin bunca şeye ve dediklerin dedikodu.
buldu. Sonra gelip istila etti, yaktı yıktı. Sürgün edip
sürükledi tüm serveti ve yüzlerce canı aldı götürdü. duymadıysan sagırsın. Görmek duymak istemediysen
İşte ben o altını getirdim ve bu insanların sonunu
hazırladım. Tek suçu varsa o da benim ve o gün bu
gündür akmaz, sadece gözyaşı gibi süzülürüm bu
daglarda ve şu aşagıdaki vadide. Kral GUGU lanetledi veriyorum.
beni. Ne coşarım ne akarım. bu ovada geçmişime
lanet ederim.
"Heeyy, daldın sen dinlemiyorsun beni" diyor sedir bunları yazma. Sadece benim küstahlıgımı anlat.
Hn, dinliyorum.
çamı.
"Kimim ben ?""
Doğa.
"Hayır, ben bir fidanım."
Ama büyüyünce.
dın mı şimdi ? Yani üç-beş hortumcuyu yakalamak
sorunu çözmüyor. Devlet önce kendini yargılayıp
tutuklamalı ki yalakalığın, yiyiciligin onünü kese-
bilsin."
Baksana SEDIRCİK. sen çok küçüksin, aklın
"Sen onbes gündür buradasın. Görmediysen kör,
o zaman sen işbirlikçi yalakasın !."
Çok kabasın SEDİR. Agandan çıkanı kulagın
duymaz senin ve bu söylediklerini cahilligine, yaşına
"Var, ne düşünürsen düşün. Zaten küçügün sözü
dinlenmediginden bu alke bu hale geldi. Istersen
Belki birileri dogruyu bulur, anlar."
Uykum var, uyumalıyım.
"Tutmuyoruz seni, sen istedin, biz anlattık. Hoşu-
na gitmediyse gider yatarsın.
SUSAR MISIN SENN !.
****
"Sence büyür müyüm ki ben ?"
Büyürsün, toprağın - suyun var,
Sen öyle zannet. Ben neyim biliyor musun ? Beni
150 YTL'İik bir agacım."
Nasıl yani ?
"Dinle o zaman."
SEDİR'İN ÖYKÜSÜ
"Bak, aç kulağını dinle.
Dinliyorum küçügum, dinleyecegim seni de UFAK-
LIK ama şu çayımı tazeleyeyim, su ateşi canlandıra-
yım, şu eşofmanlarımı giyeyim ve en önemlisi su
ekmekleri ve kalıntıları çatıya serpeyim. Sabah serçe-
ler aç bilaç uçmasın, bunlar burada ziyan olmasın. Bak
şu peynir parçasını taban döşemesindeki delikten içeri
atacagım. Çünkü ben odadan çıkınca ordan minik fare
çıkıp ortalıgı kolaçan ediyor ve buldugunu bana sor-
madan o delikten taşıy or. Fee katlanmak zonundayım
×××××
AVİ LA-DİN (Bölüm 4)
Hava soğuk. İnsan bedeni sürek-
li hararet yapıp sıVı istiyor. Sivı
içtikçe dışarıya çıkma ihtiyacı
duyuyor. Ufak el fenerimi alıyo-
rum, odamdan dışarı çıkıyorum.
Odamın 15 adım ötesindeki kulü-
beye yöneliyorum. Kapısını arala-
yınca diz boyu pislikle karşılaşı-
yorum.
Kapıyı kapatıp yandaki meşeliğe
yöneliyorum. Ihtiyacımı giderirken duşünüyorum. Gezdiğim bölgeler-
deki helalar geliyor gözüme.
Milyarlık camilerin helaları yok, banyoları yok. Insanın
insanca ibadet edeceği ortam yok ve ben şimdi bunları
yazsam birileri CELĀLLENIP beni arayacak ve diye-
cek ki; "Efendim, sen iftira atıyorsun. TC'nin her
yanında öyle mi ?"
EVET ÖYLE SALAK !.
Çok istersen, tek tek, bölge bölge, kenef nasıl yapı-
lirmış, adeti neymiş sana yazarım. İnanmazsan seni
elinden tutar götürür gösteririm ve sonra da al şu kağıdı
kalemi YAZ derim.
Isteyen üstüne alnsın. TEMİZLİK İMANDAN
GELİR. GELİR DE, İMAN TEMİZLIĞI GÖRMEDİĞİ
İÇİN GELMEZ.
Bu arada mavi ladin şunu belirtmemi istedi. "KASAP
LADİN'le bir arkadaşlığım yok. Bizimkisi bir is im
benzerliği. Bunu belirt, başka bir şey istemem" dedi.
Onu ayrıca belirtmek isterim, ilgi duyanların dikkatine..
Dün köye gelen fidan alıcıları camiye geldiler. Zaval-
lılar sıkışmış. KENEFİ sordular.
Ben de ilk geldiğgim gün sordum.
Milyarlık caminin yanındaki meşe ormanını göster-
diler ve ben düşün peşime dedim. Buyrun şu orman
caminin TUVALETI. Su yok ama, dallarda takılı yeşil
tuvalet kagıtları var, o işinizi görür.
Şaşırmış bana bakarlar; NE VAR NE BAKIYOR-
SUNUZ ? Bu CAMİYİ ben vapmadım ki, beni suçlu-
yorsunuz ? Hem siz dikkat edin, kesilmiş meşe kökle-
rinde sivri dallar var ve en önemlisi yeşil tuvalet kağıt-
larımı koparırken meşe palamutlarını atın. Sonra halini-
ze dua edin. Siz en geç AKŞAMA gideceksiniz. Benim
gibi 14 gündür banyosuz kalmayacaksınız. Aman Allah,
ya ben şimdi şeysem, yani c.p, ne var bunda da mi ben
suçluyum ?!.
GEÇ SEN ONU, BİR YOL GEÇ !
Bu soğuk ortamda, islak toprakla teyemmüm ede-
mem. Varsa öyle babayiğit, hemen götürürüm aynı
bölgeye. YAA siz BİLİR MİSİNİZ AVRUPAÝA
KENEFİ BİZ ÖĞRETTİK ve HATTA MEDENİYETİ.
SONRA ? AHA İŞTE SİZE SONRASI !.
Necasetten taharet, hacasetten taharet. Ben öyle
gezersem SUÇLUSU BENİM. Aşağıda SARD çayında
cesaret bulup yıkansam, KÖYÜN KADINLARI BENİ
GÖRSE:
"VAY SAPIK VAY !."
"TEŞHİRCİ MİSİN LAN SENN !?."
GÜN DOĞARKEN
Üşümüşüm, her yanım uyuşmuş, uyandım. Yorga-
nimı, battaniyemi hatta hattaniyelerimi aradım karan-
lukta. Gece lambası sönmüş. Ya bozuldu ya cereyan yok.
Ocağın közlenmiş ışığında el yordamıyla buldum hep-
sini, çektim bzerime. Tam uyuyacakken sabah ezanını
duydum, kalktım etrafına bakındm Ne sedir, ne ladin,
ne de boraks var. Çay bardağım geldi aklıma, bulama-
dim. Radyomun sesi ilişti kulağıma, bir tek o yerinde.
Sonra camdan baktım. MAVI LADİN aynı yerinde,
hiç kıpırdamadan ovadaki HARARELERE BAKIYOR.
Sedir ve diğer çam fideleri sanki geceden horkmusça-
sına sokulmuş birbirine.
Eee, bunca gördügüm, yaşadığım rüya mıydı yani ?
Yani hepsi gecenin bana bir oyunuydu öyle mi ?

Yorumlar

Popüler Yayınlar