EMANETLER-5
Bu adam Aksak TİMUR dan başkasi değildi. Bütün Anadolu yu çizmeleri altında çiğneyip Osmanlıyı alt etmiş ve koca bir devleti yıkılma eşığine getirir ken. Karşısında hic bir güç tutunamamış direneni yerle yeksan etmisti. Oysa şimdi bu daracık mekanda kapana sıkışmış bir fare gibiydi ve karşisindeki dervis onu dövercesine azarlıyor sonrads gonlunu alircasina konuşuyordu.
Derviş. Ustu başi zırh pusat dolu adama döndü. Adam bana bakıyor ve ben. Mahçup olmasin diye pervazin kenarina iyice siniyorum.
Dervıs koca imparatora.. bek diyor. Anadolu da masum kanı dökme var git yoluna. Yakma yıkma, alacagini aldin. Sen de Türksün bu halkta.yeter alacağini aldin bayezit sende. Bu halkin canini yakma. Evet. Timur alacagini almisti osmanliyi yenmis sultani esir almış hatta taht kavgasindaki oglu mustafa bile ona siginmisti. Timur. Sessizce ve sükunetle koca ordusunu ve taht iddiasinda ki şehzade mustafayi da alip gitti.
Artik korkmuyordum,rahattim. Kuttbettini iznik. Bu kez bana döndü. Çocuk... korkmana gerek yok. Sen bi sarusaltuğa ugra anlat derdini dedi.. suskundum. Saru saltuk izbe bir noktada bir kubbenin altinda, ve her yeer.. mezarlikti... Geri döndüm. Müzenin demir parmakliklarina yaslanmıs beni izleyen çinici basi mustafa nin mezar taşiyla burun buruna geldim.
Yüzüme bakar ve bir seyler anlatir gibiydi. Kâşi ci başının mezar taşı. Anlayabildigim kadari ile bana eski bizans sarnicinin oldugu yeri gösteriyordu. Öncelik orayami buraya mi karar veremedim üşuyen ellerimi cebime soktum kendimi ayaklarımın rotasına biraktim. Karar onlarin di.
Hey gece al mezaeligini git benden. Beni bi rahat birak yaaa. Her şeyi bir kenariya birakicam ve mezarlik yonunde yuriyecegim ve.
Ve.SARUSALTUK'A derdimi anlatacağim he.
Oyunu da oynamak yada bu ruyada gecede rol almak istemiyorum.
EMANETLER VE İZNIK-18
Kafamın içinde bin bir soru var, cevabıni arayip bulamayan. Bana en son söylenen Sarusaltuk'a git. Ama vakit cok geç ve tarihler arasinda koşuşturmaktan yoruldum.
Çok şey aramıyordum ben. Bu kasaba bana Eş,Aş,çocuklar ve bir de torun verdi ama beni cezbeden arayışlara iten nedenler vardı. Eski bir evin harabe bir kilisenin önünde ağlayan yaşlı kadın gibi.. İçimi dağlayan gözlerimi yaşartan bir sey var ruhumda. Nerede nezaman yıkık bir camii, kilise veya ev görsem. İçim kanar,ağlar. Söyleyecek çok sözum var da biri anlamsız yorum yazar ve ben ters tepki verir kalbini kırarim diye korkarim.
Kırık bir kalbin de o virane camii, ev veya kiliseden farki yoktur'ki haklı dahi olsam ben. Kendimi yer,bitiririm.
Tarihler boyunca hangi din hangi millet olursa olsun. Yada Din'den. Yeterince acı çekmedimi.? Iki yakayı bir araya getiren bir dügmeyi koparanı yargilamiyoruz. Kopan dügmeyi de yerine dikip iki yakamizi birlestirmiyoruz. Tam tersine yaralar uzerindeki kabuğu hoyratça kopartip kanatiyoruz.
Canım yanıyor. Nereden geldigini bilmedigim bir saldıri ile bir yanim sanciyor ve benim canim yaniyor.
Eski bir duvardan düşen taş yada sıva parçaları gibi. Canimdan yuregimden tabiat kanunlarina göre. Parçalar kopuyor. Biz birdik biz bir bütündük yakamizı toplayan bir dügme koptu, iki yakamız birbirinden uzak oldu.
Bir kadın ağlarken yada kosovada bir osmanli camisi çökerken. İznikde bir kilise dinamitlenip yerle yeksan edilirken ben.. sırbistan karadağ da temelleri kalmış Türk köylerinin kenarından geçerken. Yok olmus nesillerin ortalikta gorunmeyen mezarlarina fatiha okuyorum.
Demekk ki daha çekecek cok acılar yaşayacağim çok hayaller var.
Varsin olsun. Ben zamanda kaybolmaya devam edecegim.19.cu bolumde gorusmek uzre. Ve alladdin mısri, esreferoglu,faik kırımlı, rasih kocaman ile ve ardindan Sarusaltuk ile... iyi geceler herkese.
Iznik uzerinde
bir duman var
Ateşi yakan
Adamlar.
Iznik uzerinde
Çini kokusu var,
Iznik te çini nin canını
Yakanlar.
Çini karşısinda yanan,
Adamlar.
Kafamda sorular
Sorularin icinde
Iznik ve emanetler.
Sorulari gızleyen tapınaklar,
Tapınaklaŕi saklayan topraklar.
Gizemler
Sırlar..
Beynimden taşan tapinaklar.
Sokaga düsen dösenen sorgulasi taşlar.
Ben. Sizin düşundugunuz kadar basit ve çiftçi bir kasabada yaşamiyorum. O kadar da basit sekilde bir güne selam, demiyorum. Sır dolu,sirdaş bir toprakta bir kent de yaşiyor ve bunu da en iyi şekliyle gecelerinde yaşıyorum. Sizin icin sıradan bir gün. Benim için sırlarla dolu bir yaşamdir.
EMANETLER VE İZNIK-19
Hayal gücü yüksek insanlardı. Yaşamı anlattıklari gibi ölüme gidişi ölümden sonraki yaşamı da taşlara yontup geleceğe mektup yazmişlardi.
Eski taş ustası sanatkârlar. Belliki hepsi isimsiz köle ve beş parasız ölenlerdi.
Şeyh kutbettinden ayrilırken göz göze geldigim kaşici başı ( ogün ki esnaf başkanı) Mustafa nın mezar taşı mesela. Güneş ufuk çizgisinin altina düşmüş ve iznik'in gözlerinin içine bakıyordu. Utangaç iznik sokakları evlerin aralarına gizlenirken gölgeler uzuyor ve iznik ulu bir şehir gibi olağandan uzun görünüyordu. Çivit mavi badanalı evler utanmanın sınırlarini aşmış mor salkimlı misket uzumlerine dönerken. Oksit sari badanali evler, Bakır. Turkuaz göl kızıl ve Oksit kırmızı badanali evler ise kahverengi olmuştu.
Kâşici."anladinmı mercan kırmızının sırrını, çözebildinmi. İşte güneş sur içinde her gün farkli renkte batar ve renkler her gün formülünü değiştirir.Bulutun beyazı göz aķı, gölün turkuazı ise çivit maviye döner. O yüzden meşakkatli ve fire veren iştir İznik çinisi". Ve bizim hayatimiz ise, sultanin dudakları arasindan çıkacak kelimeye bağlıdır. Müzenin arka bahçesinde yüzlerce mezar taşı istiflenmis duruyor ve bunlarin tamami iznik içinden sökülüp getirilmiş müzeye terk edilmiş haldeler. Kiminin başindaki sarıgın şeklinden önemli kişiler olduğu anlaşilıyor ki o devirde genelde sıradan halk insani öldumu başina siradan bir taş dikilirdi. Bunca işlemeli taş bugun muze bahcesindeyse ait oldukları kabirler de evlerimizin altinda olmalı ki öyle de zaten.
Antik çağin mezar taşları yani lahitler ise bir eşi olmayan anıtsal abideler di. Tanrıların kenti nikaia ve Tanrıların özel çocuklari nikaialilar bu anıtsal mezarlarda yatardi.
Güneş iyice inmiş ve tamda boğazda asılı kalmış halen bir şeyi merak etmiş gibi kentin sokak aralarini arıyordu. Biraz daha yukseginde gök kubbe turkuaza bürünürken. Göl yüzeyini demir pası bir gorünümüne burunmüş kesik kesik de olsa altın sarısı yakamoz iznik sahiline dek ulaşmıştı.
Gün boyu nafakasi için göl tabanina dalip çikan iki üç karabatak. Bu gün ki nasip bukadar, yeter diyip paydos etmişti. Yaşlı balıkçı son dirhem ağinı attı. Karabataklar havada V harfi şeklinde uçarken kendilerine tehdit olacak diğer kanatlı avcılara göz dağı verir gibiydi.
Balıkcınin bedeni sızlayan teknesi ve hırıltılı aksırip tiksıran cigerleri ( teknenin motoru) günü huysuz ve uykusuz bırakmak için, olabildigince mavi duman atip cata pata sesleriyle tekneyi itmeye calişiyordu. O da balikci kadar yaşlı ve yorgundu.
Kıyıda yüzen meke kuşları o kadar kibirli ve kendini beğenmişlerdi'ki bir şey sormak için sokulsanız sırtlarını dönüp uzaklaşıyorlardı. Sur içinde saz damlı evden genç bir çinici bakımsizlıktan ölmüş ve gençliğiyle ölumsüzluk yaşamına uğurlanıyordu.
Mekeler gururlu, balıkçıllar ürkekti. Soğuk kalenin dibine çökmüş yaşlı çinici ise kötü mayalanmış şarabından derin bir yudum çekmış ve görduklerini yaz çocuk diyordu. "Biz ki ruhumuzu çinilerdeki desenlerin arasına sakladık,kim ki o ruha ulaşirsa emanetleri bulur" dedi. Yüzü,elleri vaktinden önce kırışmış ve ağzında son iki diş kalıntısı kalmışti. Başını örten kirli berenin sağından solundan. Fırının isi ile koyu griye dönmüş saçları sallaniyordu..
Ben halen rüya ile gerçek arasında ki ikilemdeydim. Ve daha ugramam gereken yerler vardı.
Eski sarnıcın oraya gidecektim. Şehrin sokaklarinda kayboldum. Uzakta her şeyin şahidi büyük selvi agacı ve az ilerisinde ki davudi kayserinin koca çınarını görünce kendimi toparladım ve topkapı yönüne yürümeye başladım.
Duyduguma göre üç adam o bölgede asırlar sonra yapraklar arasina gizlenmiş ruhların peşindeymiş. Demek ki gizem ve emanetleri arayan bir tek ben degilmisim. Zamanım geldi geliba ve ben diger yaşama hazirim sanırim. Zaten bu ruyadan uyanamazsam belli ki öteki boyuta geçmistim ve cebimde iki gözume koyup kayikciya rüşvet olarak verecegim iki metal param bile yok. Oyüzdendir ki ne bu boyutta nede öteki boyutta kalabiliyordum. Hazırliksız yakalanmistim.
Ölüm. Yeni bir hayata geçiştir, sadece.
Bugün yaşıyoruz tekrarda yaşayacağız ve bir şekilde tekrar geri geleceğiz.
EMANETLER VE IZNIK-20
"HAYRET"!
Geldi aklıma. Bir yandan yürumeye devam ediyorum. Koca selviye dogru, ya o bana geliyordu yada ben ona gidiyordum.
Hayret nereden geldiki aklima,hayret ve köyün deli kızı.Ablası güzel. Yürürken gözlerimin oñünden geçıyorlar. Hayret ve ablasi Güzel. Ha bu arada hayretin ablasının ismi "Güzel".Aradan yıllar gecti ve onlar Amasya gümüşhacı köy de kaldılar. İznikle bir alakaları yok ki.
Hem söyleniyorum hem yürüyorum.hedefimde koca selvi hemen yanindan dönüp eski bizans sarnicina gitmem gerek.Bildigim 3 sarniç olmalı biri istanbul kapi digeri hemen lefkapida su yolunun dibinde ve en önemlisi,Bizans sarayinin dibindeki sarnıç yani bu günki kapalipazar yerinin oradaki.
Amasya gumuşhaci köyde takıli kaldim. Gümüşhacikoye baglı bir dağ köyünde çalışmaya gitmistim. Kalacağim evi gösterdiler camiye de yakındı.Yorgundum erkenden uyumuşum.Uykuda kulağima anlamsızda olsa bir Türkü sesi geliyor.Kapı önünde ise birisi bir şey dövüyor yada kırmaya çalışıyor.
Perdeyi araladım.Merdivenlerimdw bir kız saate baktim 03.22.tepede ay. Kızın yüzü görünüyor hakikaten güzel ve elinde bir tahta tokmak önünde birkaç giysi artığı ve parçalanmış bir legen. Hem türku söylüyor hem giysi artiklarini çamaşir yıkar gibi dövüyor. Yalan yok,korkmustum.Sessizce yatagima gittim seslerin kesilmesini beklerkrn uyumuşum.
Sabah kapim caldı.gözlerim kurşun gibi zor uyandim.camdan baktim dun geceki kiz yoktu bu kez bir adam vardı.Buyrun dedim.
"Adam" ben yan komşuyum usta,hazirsan hemen yan kapidan gel kahvalti hazir dedi.Tamam 10dkikaya oradayim dedim,adam giti.Birazdan hazirdim.Dısariya çıktim yan bahceye yüruyorum.
Yol bitmiyor ya ben cok ağirdim yada koca selvi çok uzaktaydı.Sarnıçta henüz görünürde yoktu.Neredeyim ben.Bilmiyorum.Buyur usta,günaydın hoşgeldin sesinin geldigi yone baktim.Ahşap tugla karısımi bir ev ve karşimda bıyıkları iki dudaginin yanindan suratınin iki yanından aşağiya sarkmış bugday tenli ben boyda bir adam.Fakirhaneme hoş geldin ben ahmet dedi.ıceriye girdik yer sofrası ve yok,yok.
Biraz ondan biraz bundan yerken."usta hayirdir"sesiyle kendime geldim.5 dakikadir cayini karıştiriyor ve dalgin bakıyorsun dedi. Uyuyamadığimi ve nedenini,beni uyutmayan kızı anlattim.Ha dedi o köyümüzün meczubu,ismi Güzel.dedi.Sonunda Selvi agaci göründu ama halen sarnici goremiyordum.
Yürüyorum.Karşimda bir kapı aralik ve girdim iceriye.İceride iki yetişkin birde uzun saçli bir genc var, selamlastık iki yetişkin buyur etti ve uzun saçlı gence bir çay daha doldur ustaya dedi.15-16 yaşlarindaki genç.Uzun saçlarinin altindan beni izlerken çayimı doldurdu. Bende uzun saçlıydim her halde dikkatini cekti. Sert bir hareketle döndü cay bardağini uzatti aldım.ayağa kalkti kapiya yoneldi ve dışarıya çıkıp kapiyi kapatti.
Üzerinde askili bir pantolon ve uzun saçlarini örten ucuz bir nalbur şapkasi vardi.kapiyı kapamadan önce yuzume ters ters bakti ve sertçe kapatip çiktı. Iki adam bir birine bakip güldü.sonra biri bana dondü.Seni kıskandı,hayret dedi.Koca selviye iyice yaklaşmış hatta koca çinarida rahatlikla görüyordum.
Neden hayret etti ki diye sordum,neden kıskandı beni.Çayımı içerken adının hasan oldugunu söyleyen adam bir çırpida anlatti. Adı Hayriye ama biz ona hayret deriz.Erkek elbiseleri giyer ve erkek işlerinde çalışır aslinda bir kız çocugudur ondan başka 6 kız birde erkek kardeşi vardir.Babalaŕi yaşı geleni başlık parasi karşilıgi evlendirir ki bunun bir ablasi var ismi Güzel.birini severdi babasi zorla başkasina verdi ve oda aklini yitirdi.
Dün gece kapımdaki kız geldi aklıma.güzeldi ve gecenin o saati dışarıda oyun oynuyor anlamadığim bir dil de türkü söylüyordu.Adam, devam etti.işte hayriye de o gun bu gundur erkek kılıginda gezer kızlardan uzak durur ama şimdi kendine benzeyen biri geldi işe.ve kırildi kıskandı.Bir daha da görmedim hayreti.Ama ablası "Güzel"Sabahlara dek uyutmadi beni.Sokaga çiksam o saatte,güzel.Odam da kalsam koskoca bir farenin kimi zaman çıglığı kimi zaman ise önüne çıkan engeli kemirmesinin sesi,uyu uyuyabilirsen ki.Tam uykuya gectiginde bu kez de Hayret-hayriyenin ters bakan yüzü.
Uyumamaya gayret edip bitirdim işimi ve iznik'e döndüm. Burnumun dibine gelmiş koca selvi ve dibinde iki yetişkin bir de küçuk mezar.Ne günah ışledim ben ki,sürgünüm sürer geceler boyu. Karşı duvarda,8gen yıldızin yonca veya gül şeklinde stilize edilmiş şekilleri vezirvesi toprağa dönük selvi kabartmasi.Nereye gittin hayret ve sabaha dek kapimda çamaşır yıkayan güzel.Kayış koparmama ve sıyırmama ramak kalmışken.Bir anda Nilufer hatun imareti yönünden sultan Orhan çikageldi Selvinin dibine.Tamam az kaldı tırlatmama
Sultan orhan el pence dimdik durdu selvinin dibinde.Az ilerisinde bir dervş namaz saati olmamasina rağmen nafile namazdaydi.
Selam verdi.
Sultan orhani buyur etti.Gözüm sarnici arıyor bir görsem hem sultandan hemde hayret ile güzelden kurtulacağim da,Sarnici göremiyorum ki.
O esnada ezan okundu.Ne elimde Akilli telefonum ne de kolumda saat yok-yok işte.Genç bir adam.Derviş ve sultan Orhanın önünden gecti mihrap önünde durdu.Dervis,Sultan Orhan ve tüm arkadaki ögrenci oldugu belli olan geçler.Saf tuttu.Namaz bitti.
Sultan Orhan Dervişe döndü.Saygıyla ismini söyledi"Alaaddin-Mısrı".Derviş buyrun sultanım dedi.Sultan Orhan dervişe ögrencileri icinden bir ulema istedı.
Uzakta degil yakınlarda bir yerde bir çini fırınında yanan meşe ve gürgen odunlarının kokusu burnuma,üç adamın konuşmalarida kulağima geliyordu.Neredeyim ben.Amasyada mi yoksa nikaiada mı.? İyice karıstı her şey.Uzaktan gelen bir Türkünün yanık nagmelerine hemen yanı başimda ilahi melodiler karışırken tepemdeki koca selvi.El pence durumundaymis gibi,tepe ucunu boyun büker gibi eğmışti.
Uzaktan gelen sesler çok tanidik gibiydi.Evet üç sesi de taniyordum ama bur turlu onumdeku ritüelden ve beynimdeki hayret ile guzelin hiksyesinden kurtulamamişken şimdi de sultan Orhan ve Alaaddin mısriye denk gelmistimt.
Ben.Ölüydum.ve kendimi diriler diyarinda hissediyor yada kaýikçı harron un rüşvetini veremedigim için iki dünya arasinda kalmiştım.
Oysa yüzmeyide bilmeme ragmen bu sert akan nehirde yüzmeyi ve karşı kıyıya ulaşabileceğimi düşünmüyordum. Tek düşüncem,gerçek yaşama dönebilmek.
İznik-nikaiaday dim.onumde koca selvi ve dibinde bir çömezin ardinda namaza durmus Sultan onun onunde bir dervis ve en arkada onlarca deevis adayi ögrenci.Biraz ileridw ise yanan ateşten çıkan kıvılcimların lacivert gök yüzünde yildizlasan kıvılcimlarin ortasinda kalmıstim.
Namaz bitti.Sultan orhan.Saygili şekilde karşısındaki baş dervişe döndü.
Fetih ettigim topraklar ve ordumun dürüstlugunu ve benim haksizligimi yuzume korkmadan söyleyecek bir ulema istiyorum senden.
Allaadiin mısri.
Fikih ve islam alimiydi.Durüst ve dogrucu bir insandi.Ucunda ölüm olsa dogruyu der boynunu kılıca uzatırdı.O yüzden Osmanlida göz bebeği dürüst insanlardandı ve Orhan dahil,ondan sonra gelenler se ona saygi duyardı.Eger onun dedigine itaat etmezseniz kızılca kıyametin koptuğu gündu."sıkça duyduğunuz
söz.kızılcakıyamet.Haksizlıgin hakimiyet olduğu gün.devletin yıkildigi an dir". İşte o gunu uzak tutmak için boynunu kılıç a korkusuzca uzatanlardi.
Alladdin-Mısrı.yine ayni döngüdeydim yıl 1380. Hayret,güzel bir şeye daha tanık oluyordum.Geçmiş hızla günümüze geliyor yada ben onu ariyordum. Acaba Hayret'in akibeti ne oldu,merak ediyorum.
Alladdin misri nin butun talebeleri hocalarinin kendisini seçip sultanin yanina yollamamasi icin dua ederken içlerinden biri gönullu oldugunu belli etmemeye ugraşiyordu ki Hocasinin işareti ile toplulugun önune gecip onlari namaza davet edip imamlik etmişti.Alaadin misri Sultan Orhana'a dönerek senin elin kolun adalet terazin bu çocuk dedi.Benimi gösterdi bilmiyorum ama ben buzamana ait degildim hizla karşi sokaga girip sarnicin oldugu bölgeye geldim.
O gün orada Sultan Orhan'nin emrine verilen çocuk 1453 te Constantiniyenin fethine dek gucu elinde tutan Candarlilarin ilki kara Halil den başkasi değildi.
Ortalikta bir duvar kalintisindan başka bir şey yoktu.Bir yanda kapali pazar yeri,onun karşisinda yeni balik pazari ve yanda dumanın tüttüğü beyaz badanalı duvarin çevirdigi bahce kapisinin üzerinde Eşref Eroglu çini atölyesi tabelasi vardi.
Aralik bahce kapisindan girdim.Birkisı firin kapisini camurla sıvıyordu,öteki elindeki kuru gürgen odunlarini firının altindaki ateşe surerken beyaz sacli kasketli ve gözluklu olani hemrn tanidim.Rahmetli Rasih usta,onun da elinde çaydanlıklar önündeki bardaklara çay dolduruyordu.
Rasih usta bir ilave deyince üçu birden bana döndü.fırının kapisini çamurla sıvayan Eşref ağabeydi.Gel gel yalçinim gel diye çağirdi.Odunları özenle ateşe yerlesyireni sima ve ismen taniyordum.İznik ateşini yakmak için yıllarını veren koca usta Faik Kırımlı.
Selamladım bahçe içindekileri ve Rasih hocanin yanındaki tabureye çoktüm. İlk fırın ateşlenmış üç ustayı uykusuz bir sabah bekler. Faik hoca kuşkuyla baktı bana gecenin bu saatinde bu da kim der gibi,sanki sihri bozmuş gibi hissettim.Eşref ağabey söze girdi.Yalçın bir nakkaştır vs.vs. devam etti.Faik hocanın gerginliğı bir anda rahatlamaya döndu.
Elindeki son odunu da ateşin yanından cehennemlige attı,geldi çay bardağini aldi bana hoş geldin kardeşim dedi ve bakışlarını fırına kilitledi.Sanat üzerine uzun bir sohbet geçti ben musade istedim ve kalktim Eşref ağabey arkamdan seslrndi yarin gel firıni açacağiz.Faik hoca ,görüşüruz çocuk derken Rasih hoca bahçekapisına dek eşlik etti sarildı optu goruşuruz yarin dedi.
Sarnictan yana baktim.Koca binadan bir tutam duvar kalmısti geride.Evemi gitmeliyim yoksa karanlikta kaybolup sırları mı aramalıydim. Kararsızdım. Geceyle gelen rüzgar kulagima fısıldadi." Onca yere ugradin belkide aradiğinı LASKARIS bilir. Ne dersin birde ona git.
Ee kim bu "Laskaris".? Nerededir kimdir nasil bulacağim ki onu?
EMANETLER VE IZNIK-22
B.22
Yorgunum.Zaman.Ayaklarimin altinda yağ gibi kaygan ve bana hükmediyor.Gecenin içinde ne varsa üzerime geliyor,ve ben bundan kurtulamiyorum.İrademi zaman zaman kaybetsem de.Bir şeyleri ayırıp ayrid edebiliyorum.en azından ayirt ettigim şeyleri hatirlayip kaleme alabiliyordum. Bazen insan kendi yapitlarinin altinda ezilebilir.
Bu düşunce veya kaleme aldığin seyler yada çizdigin sekillerde olabilir.
Evet.Orta yaşa yakìn veya ùstūnūn dedigi laftìr.falanca yerde, filanca bahcede veya bilmem hangi arsada "Yūzūk taşı"toplardìk.Koimesis kilisesine gelene kadar yūzūk taşını gerçekten öyle sanardim.Buraya gelince yūzūk taşı denen şeyin aslında parçaladıklari mozaik taşları oldugunu öğrendim.Ùzūldūm.
Demekki koimesis den başka yerlerde de mozaikler varmış ve o genclik o taşlari yūzūk taşı diye adlandirmis ve sökūp tahrip etmişler.Aradan asırlar geçmis Ama bu malle neredeyse kimligini hiç kaybetmemiş bir tel kilise kilisenin papazi ve onun evi. Hatta kilisenin ūzerine kurulduģu askeplionun(saģlik tanrisi adina yapilmiş tapinak.Nikaia da salgìn hastaliklar baş gösterince onun adina yapilan tapinak) ortalikta görūnmūyordu.
Sadece o tapìnağin uzerine yapilmiş kilisenin yıkık duvarları ve yaklaşik 50m uzaginda bahçenin bir köşesine kurulmuş ayazma.Ayazma da yaşananlardan korkmuşcasina,toprağin altina gizlenmişti ve kendini ic gudusel olarak korumak icin demir kapisini kilitlemiis ve anahtarini da yutmustu. Koimesis ve ayazma arasindaki baģlantinin uzerinde bugun evler olsada,altlarindan gecen bir tùnel mevcuttu ki oda yukaridaki evlerin foseptik çukuruydu ve o yolda tikanmisti.
Sap ile saman birbirine karişmiş zaman da peşlerine takılmıştì. Tabi ki bende.Zaman içinde kendime yol ariyordum.Gözlùklerim kimi zaman toz,kimi zamansa örūmcek aģlarindan bir engele dönūyor ve ortaligi göremiyordum.
Zaman zaman genzim tozdan yada ortalikta görūnmeyen kilisenin adak mumlarindan çìkan is ve kokudan tikaniyordu.Lasgaris ısrarla kendisine ulaşmamì istiyordu.Ortalikta ne Lasgaris vardi nede meryem adina yaptirdiģi kilise.Ya meryem ölmūştù yada lasgaris.
Meryem. Nikaiaya gelmemişti.Paganizmin en gūçlū oldugu yere "Efes"e gitmiş ve oğlu isa ile onun yaymaya çalìştìği dinin kitabini sanki imzaya açmiş tanitir gibiydi.Kaç meryem vardı yada isa nın karısı kimdi.Evlanmişmiydi,soyu varmiýdi ve gūnūmūze gelmişmiydi. Ve hatta Nikaia da meryemin ölūmū veya göğe yūkselisinin nikaia ile ne alakasi var ki.?
Lefke(osmaneli) aya yorgi(mesihi karşılayanlar) kilisesi. Bunca gizem tuhaf degilmi.?Peki Martriyum...(şehitlik,yani).Niye her şey Nikaia nìn dibindeydi. Yenißehirkapìnin doğu yönùndeki kūçūk geçit.Yanìndaki ters hilal kapi,ve ön sur ønūndeki zeytinlik altindaki yūkselti.Dūşūnceler içinde harabeler arasinda bir o yana bir bu yana gezip dururken bir yandan da dūşūnūyorum.Bilmeden mesihi karşılayanlar yolundaki bir maģarada birilerini yok ettik. Keşke biraz yön değiştirebilseydik.Hakliydik ama birikeri masumiyeti şal etmiş omuzlarina almisti.Bazen geriye dònūşūmlū yaziyorum ve siz.Ayni yeri bir daha niye okuyorum ki diye dūşūnebilitsiz.
Haklisiniz.Son yūz yılda biz. Binlerce yılı unuttuk yada hatirlamak istemez olduk. Çūnki içinde Rum vardi,rumeli vardi,rumi vardi. Ve bizce hepsi gavur du. Çùnki hep rum ile başlıyordu ve rumeli diyince bizim de ilk aklimiza gelen rum-eliy di. Peki o korktugumuz rumeli neresiydi.... Evet
Anadolunun avrupa yakası, hatta sizin islambol diye adlandirdiginiz contstantiniye,İstanbul. Hay anasini satayim yahu. Dogu yönūmūz lefke(kavakli bölge) diğer yanimiz yani batı. Constantiniye-islambol. Ve tam ortada biz...
Kudūsten daha ūstūn bir kent."NIKAIA." Şehitlik......dini kanunlarin çikartildigi,dinlerin temelinin atildiģi kent."Nikaia" ve bunlara sebep olan lasgaris ve hatta nikaia bizans imparatorlugunu kuran bir deli.Òyle bir deli ki..Bergama gibi bir kent.Nikaiaya baģli ve Nikaiadan yònetilitr.
Lasgaris. Bir deli,ele geçirdiģi her yerden. Bir ordu kurar, ve her ordu kendi savaş teknigiyle dūşmana saldirir.
Ve Nikaia etrafini saran dūşmanlarini onlarin bildiğ silah ile alt eder yenip geçer. Yani Tek tanriya inanan tanrisal gucler. Aslinda tek tanriya donustukleri noktada boyunlarini o tanri ugruna kilinclarin ònune uzatirlar. Òldūkleri an ise, o inandiklari tanrilarin huzurunda olacaklarina inanirlar. Yani.. Şehit olmak.
Demek ki "vatan ve din için kutsal ölūm" her daim var. Ve ucunda huriler hatta ve hatta, neyse bos verin.siyasi dùşunmek istemiyorum.La ben.. Lasgarisi ariyordum ve hele ki halen devam eden ensest ilişkiler ve ve ve. Paganizm den gelen aliskanlikla o dillere destan cocuk gelinler.Ya hu ben nereden nereye gidiyorum. Hwy akil bi dur, dur hele....
O devirler paganizmi terk edip tek tanrili dinlere döndugumuz yillar.ve paganizm döneminin en gūçlù olup geçiş zamanlari yani.Nerede bir ışık gőrsem o yöne dikkatlice bakıyorum hiç bir ayrintiyi gözden kaçırmamaya uğraşıyorum.
Kapı eşikleri yoldan elli santim aşağıda kalmış yan yana sıralı eski tek katlı evlerden oluşan sokaklar loş ve ıssız.Bir çoğu boş camı çerçevesi kırık dökūk.Esen rūzgardan sallanan ağaç dallarının gölgesi ah vah eder gibi eteklerini dövercesine evlerin ūzerine dūşūyordu.
Sokakların tek katlı ve eski evlerden oluşması çok iyidi,en azından toprak altındaki tarihi dokunun būyūk bölūmū sağlam demektir.Gerçi yakın zamanda kanalizasyon geçmiş ve çalışan şirket gece gūndūz sabahlara dek çoğu kez kontrolsūz çalışmıştı.Bir zamanlar buralarda yaşayan halklardan mezarliklar dahil neredeyse bir iz kalmamış gibiydi.Kalanlar ise sertleşmiş yaranın kabuğu gibi duruyordu.Ve ben onlara takılıp yerinden kopartip kanatmamak için dikkat ediyordum.
Bir hata anlık bir öfke ile būyūk acılara sebep olmuş bir zamanlar acıları tatlì anlari birlikte yaşadıkları anları unutturmuş dūşman olmuşlardi.Bunun da tek sebebi siyasilerin ve emperyalistlerin çıkar dūşūnceleri sebep olmuştu.Yıkamadıkları halkları önce dini sonra etnik kimliğe ve milliyetci dūşūncelerle bir birinden ayrıştırıp bölūp yok etmeyi uygulamaya koymuşlardi.Ceremesini de halklar çekmiştìr.
Gök yūzū berrak ve yıldız kaynıyor.Ay zaman zaman önūne çıkan kūçūk bulutlara rast gelince soluklanmak istercesine biraz tutunup ardında gizleniyordu.Ìlerideki tepeler neredeyse elle tutulacak kadar yakın ,Eteklerindeki köy ışıkları kıpır kıpırdı.
Karşımdaki surlar da mazgal taşları bizans askerleri gibi dimdik ve sanki ufku gözetleyen nöbetçileri andırıyordu.Biraz ileride bir çatırtı geldi.Ūrperdim korkuma ragmen havaya yūkselen toz bulutunun oldugu yere baktim. Eski tek katlı evin çūrūmūş duvarı yıkılmıştı. Her şeye rağmen ben.eski bir sokağın içinde Lasgaris i arıyordum.
B23.
12 Eylūl 1980 öncesi bu sokaklarda duvarlara slogan yazarken karşı gurup veya polis ile kovalamaca oynadigimiz geceler geldi aklìma.Hey gidi gūnler heey. Sokak başlarına gøzcū koyar sonra sokağa dalar hızla slogan yazar ve uzaklaşırdık.Bir elimizde boya ötekinde fırça. Ìlkeli bir şekilde sloganımızı yazardık.
O zamanlar En gariban bir mahalleydi ve çogunluģu roman vatandaşlardı ve hep hor görūlen bir tabakaydi.En can alıcı sol sloganları bu sokaklarda kullanırdık.
78 in sonu ile 79 un başlarıydı.Tūp şeklindeki ayakkabı boyaları yeni çıkmış ve hemen onlardan almıştık.Artık boya ve fırça taşımaktan kurtulmustum.Arkadaşlara söyledim akşam hava karardimi ayakkabi boyası tūplerini cebimize koyar doģru sokağa çìkar henuz yeni icadimizi bilmeyen bekcilerin önūnden geçip giderken kuşkulu gözle bakar ama bir şeyde demezlerdi.Yani bu sokaklar beni, ben bu sokaklari çocukluģumdan taniyordum.Çok acilar çektirmişti bize o 1980.Oysa biz,sevdalarimizi bile unutur sokaģa taşar polisi atlatip sloganlarimizi yazdikmi dūnyanin en mutlu insani olurduk.Taki o gece bir bahaneyle gizlice buluşmalarimizi erteledigimiz sevdalarimiz ile karşılasincaya dek.Materyalist yanimiz varsa duygusal ve hūmanistik.Bu karşı taraftaki yaşıtlarimiz içinde geçerli olsa da bizleri kullanan gūçler için dugu sadece çöptū.
Bu bölūme geldim.senelerdir yazdìm.eski zamanda ağır suçlulara kūrek cezası verilir ve bir geminin altında ya őlene dek yada gemi bir saldiri veya fırtınada batana dek kūrek çeker kaderini belirlerdi. Rahmetli Nevzat da beni bir not defterine mahkum etmiş kūrek yerine elime kalem tutuşturmuştu.Pranga olarak ise mūrekkep şişesini ayağima zincirlemiş sonrada sessizce bu dūnyadan sıyrılıp gitmişti. Bir kalem mahkumu bulsam bende aradan kayıp gitsem belki aradigim cevaplari toprak altindaki iznik de bulabilirdim.
80 li yılların bir nevi gettosuydu bu sokaklar.Ama mutluydu insanlar.Kūçūk şeyler ile mutlu olmayi bilenlerdi.
Sokağın sonundaki evde çay demlense en bàştaki evin haberi olur ve davete icabet ederdi. Öyle bir kuşağa sahiptik yani.1820 lerde Osmanlinin ilk astigi patriğin söyledigi bir söz geldi aklima.Bir yerlerde okumuştum"Tūrk mūslūmanları bir birine dūşman etmek istersen.Onlari sefahata lūks yaşama Alıştır.Gerisi kolay,çorap sökūğū gibi gelir"demişti ve devamında onlar birbirlerini sevmez aralarina soğukluk girer parçalanmalari kolaylaşır diye bitirmişti sözūnu.
Bu gūn geldigimiz noktaya bakinca o patriğin dediğinin nekadar gerçek olduğu ortada,neredeyse hepimiz birbirimizden nefret eder olduk hatta yapacagimiz her şeyde (dūğūn dernek gibi cemiyetlerde) bir birimize hava atar hale geldik. Böyle giderse de yakìn zamanda cenaze törenlerinde bile bir yarış içine girecegiz.Biz,anarşinin hakim oldugu yillarda bile mutluyduk yani.
Bizi anarşiden kurtardiklarini iddia edenler aslìnda gelecek gūnlerimizdeki mutluluğumuzu çalıp bizi kibrin kucağina birakmişlardi.
Artık o gūnler bir daha gelirmi bilmem ama geçmīşte kaldı.Osmanlinin son dönemlerinde medreselerde fen ilimlerinden vaz geçip dini ilimlere yönelince Avrupanìn gerisine dūşmūş önce toprak kaybì ardindan ise imparatorlugun sonu gelmişti.
Ben aradiğim cevaplara dönmeliyim bir gūn yer yūzū cennet olucak ömrūmūz varsa göreceğiz ve kötūler ait oldukları çöplūge gidecek.Sur içinde aradìğimi bulamazsam ne olur bilmem,ozaman aradiklarimı sur dışında nasıl bulurum ki.Koimesisin duvar kalintilari tespih taneleri gibi dağılmıştı ortalığa ve sanki birileri bulunduğu çukurun içine sūpūrmūş birdaha da çıkmasın der gibi etrafini yūksek duvar ve demir korkulukla çevirmiş kaderine terk etmişti.Bir devrin en mūkemmel duvar resimleri, fresk ve mozaikleri yok oluştu.Belkide aradığım sırlarlarìn yanitları onlarin içindeydi ve birileri o yanıtları yūzūk taşı diye topluyordu.Bu topraklarì terk edip gidenler pahada ağır, yūkte hafif olan şeyleri yanlarına almak yerine daha emniyetli gördūkleri bu topraklarda bir yere gizlemiş ve yanlarına yūkte ağır pahada ağir şeyleri alıp aslında hedef şaşırtmışlardı.
Lasgaris bu topraklardan gitmişmīydi.O buraya zorunlu göç etmīş bir nevi muhacirdi ve asla buradan gidememiş sonunda da ölūp bu topraklara gömūlmūştū.Nikaia neredeyse onun zamanında iyice ūnlenmīş ve ortodoks dūnyanın dini merkezi haline gelmişti.Nikaiayı en iyi bilenlerden farkındalığının farkında olan bir imparatordu.Nikaia bizans imparatorlugunun ata babasıydı.Onun yarattiği nikaia yı asırlar sonra ele geçiren Selçuklu. Bile bozmayıp saygı duymuş sadece ismini Nikaia nın izinde anlamina gelen ĪS-NİK yapmıştı.
Nikaia ÌSNIK olarak 25 yıl yaşamış ama ona bu ūnvanı çok gören Haçlı ordusunca kuşatılmıştì.Selçuklu Ìs-nikaiayı haçlìlara teslim edip taciz tecavūz ve talana teslim etmek yerine bir gece bizans askerleriyle yer degistirip onu Bizansa teslim etmişti.
Īsnikia yeniden Nikaia olmuş asla izini,ismini ve kimliğini kaybetmemişti.25 yıl sonra terkettiği her şeyi ilave bir sultanikon(selçuklu sarayi) ilavesi ile teslim almıştı.Yani ta ilk başta yazdiğım gibi.Tūrkler kendilerine emanet edilene ihanet etmemíş ve sırrı sessizce saklamışlardı.Haçlılar ise öfkeyle kudūse yönelmiş yol boyunca önlerine çıkan şehirleri yağmalayıp talan ederken arkalarinda binlerce ölū ve harap olmuş kentler bırakırken bir yandan da vur kaç taktiği ile kendilerine saldiran selçuklu ordusu baskınlarıyla kūçūk bir ordu olarak kuduse ulasabilmisti.
Nikaia ise yaralarını temizleyip tedavi ederken.Surlarda meydana gelen tahribatları onarıyor bir yandan da haçlìların katlettiği selçuklu askerlerini ve haçlılarin ardinda bıraktigi cesetleri toplayip gömūyordu.Çūnkū etrafta bunca insan ölūsū,salgın hastaliklarin başlaması ve savaşmadan bir çok insanın telef olması demekti.
Hırıstiyanlık öncesi musevilik ve paganizm.Hakimdi.Hz.İsa ile bir anda hıristiyanlik doğmuş ve paganistler arasında hızla yayılmaya başlamış bu da musevileri huzursuzlaştìrmiş yeni dinin önūnū kesmek için her şeyi yapıyorlardı. Neticede 5-6 yıl içinde hz isanın pagan roma tarafından katledilmesi yeni dini durdurmak yerine iyice būyūtmūş ve Romanın ikiye bölūnmesine sebep olmustu. Bu kez de ortada musevi saldırıları kadar tehlikeli bir sorun vardı. O da isanın ölūmūnden sonra etrafindaki havarileri ve ortadoğudan avrupaya dek yūzlerce incilin ortaya çıkmasıydı
Bu da neredyse yeni yeni gūçlenen hıristiyanliğin ortadan kalkması demekti.ūstelik de ortodoksluk ve katoliklik olarak da ikiye bölūnmuşlerdi.Bir musevilik inancı olan Mesih inancı da ayrı bir sorundu.
Lasgaris pek çok sorunun önlemini almıştı Bunu da iznik ayasofyada taç takarak başarmıştı.NIKAIA ve Constantiniye Osmanlinin eline geçmiş ve uzun zaman rahat bir nefes almıştı ta ki 1638 de patrik kiril rumları kışkırtıcı fikirleriyle ortaya çikana dek.Lakin bu da patrik kiril in idamı ile son buldu.1820 yılına gelindiginde ise bu kez patrik 3.parthenius eflak voyvodasinin osmanliya baş kaldiri hareketlerini el altından desteklemeye başlamasi da 3.parheniusun idamı ile son bulmuştu.
Onun yerine seçilen Patrik Gregoryus (1821) Avrupanın din tartışmalari ve ortodaksluk uzerine oyunlarinin iftirasina uğramış ve dönemin Sadrazamı Benderli Ali Paşanin emri ile idam olmuş Lakin bu olayin iftira oldugu ortaya çıkinca da bir kaç ay sonra idama mahkum olmuştu (çūnkū yunanistan istanbuldaki patrik haneyi yok sayıyor ve patrikligini dūşūrmek için baş dūşmanı katoliklerle iş birligine gitmiş sadrazam benderli ali paşayì da yanina almıştı.Ali paşanin idam gerekçesi ise yunanla iş birligiydi)
Yani Lasgaris belki bazì temel kural ve kanunları kurmustu ama halen o kanunlarda açıklar vardı ve asırlar sonra da olsa bu çatlaklardan sızıntılar oluyordu.
Kimdi bu LASGARIS.Aslini bozmadan biraz hikayemsi mizansen ile anlatmak gerekirse.!!
Istanbullu varlikli ve soylu bir aileden geliyor saraylarda yaşiyor her şey iki dudağının arasindan çìkacak kelimeler ile ya son yada hayat bulacak kadar gūçlū bir yöneticiydi.Kendine olan öz gūveni çok fazlaydı ve gūn geldi hata yaptı.Latinler ile ticaret yaptì neticede battì girtlagina dek borca gömūldū.Latin tefeciler her şeyine el koydu tahtı tacı serveti ve sarayları,beraberinde hūkmettiği constantiniye ekinden gitti.Sıra canına gelmişti ki bir gece elinde avucunda kalanlar ve kendine bağlı olanlarla birlikte ailesini de alıp Nikaia ya kaçtı.Kısa sūrede Nikaia da kendini sevdirdi ve Tanrı yūrū ya kulum dedi. O da savaş arabasını satıp yūrūyerek iktidara oynadı,kazandı.Şehir onu başına imparator,onun da başına altından taç,ayağının altinada saraylar yaptì verdi.
Lasgaris constantiniyede ki ūnūne kavuştu şehiri yeniden inşa etti.Halkın yūzū gūldū sadece canlarini sıkan hıristiyanliktaki bazi kararlar ve ortalikta gezen yūzlerce incil vardì.Ūstelik halk sanatı seviyor ve ibadethanelerinin duvarlarına resimler çizmek istiyordu.(keşke ozamanda tūp ayakkabi boyaları olaydi bizim 70 li yìllarda yaptigimiz gibi geceleri sokaģin karanliğina sızıp yasaği delip o resimleri çizebileydiler)
Lakin imparatorlugunun keyfini yaşayamadan öldū.Cesedi būyūk bir törenle Koimesis kilisesinin mezar odalarindan birine aziz nophyusun yanina defnedildi.
Hìristiyanlik kanunlarinin alindigi 337 tarihinden onun zamanina dek yayilmasina raģmen halen yerine oturmamiş taşlar mevcuttu. Ve Lasgaris de onlarin önune gecememiş sonunda ölūp meryemin gòģe yukselisi isimli kiliseye koimesis e gömūlmūstu.
Derviş. Ustu başi zırh pusat dolu adama döndü. Adam bana bakıyor ve ben. Mahçup olmasin diye pervazin kenarina iyice siniyorum.
Dervıs koca imparatora.. bek diyor. Anadolu da masum kanı dökme var git yoluna. Yakma yıkma, alacagini aldin. Sen de Türksün bu halkta.yeter alacağini aldin bayezit sende. Bu halkin canini yakma. Evet. Timur alacagini almisti osmanliyi yenmis sultani esir almış hatta taht kavgasindaki oglu mustafa bile ona siginmisti. Timur. Sessizce ve sükunetle koca ordusunu ve taht iddiasinda ki şehzade mustafayi da alip gitti.
Artik korkmuyordum,rahattim. Kuttbettini iznik. Bu kez bana döndü. Çocuk... korkmana gerek yok. Sen bi sarusaltuğa ugra anlat derdini dedi.. suskundum. Saru saltuk izbe bir noktada bir kubbenin altinda, ve her yeer.. mezarlikti... Geri döndüm. Müzenin demir parmakliklarina yaslanmıs beni izleyen çinici basi mustafa nin mezar taşiyla burun buruna geldim.
Yüzüme bakar ve bir seyler anlatir gibiydi. Kâşi ci başının mezar taşı. Anlayabildigim kadari ile bana eski bizans sarnicinin oldugu yeri gösteriyordu. Öncelik orayami buraya mi karar veremedim üşuyen ellerimi cebime soktum kendimi ayaklarımın rotasına biraktim. Karar onlarin di.
Hey gece al mezaeligini git benden. Beni bi rahat birak yaaa. Her şeyi bir kenariya birakicam ve mezarlik yonunde yuriyecegim ve.
Ve.SARUSALTUK'A derdimi anlatacağim he.
Oyunu da oynamak yada bu ruyada gecede rol almak istemiyorum.
EMANETLER VE İZNIK-18
Kafamın içinde bin bir soru var, cevabıni arayip bulamayan. Bana en son söylenen Sarusaltuk'a git. Ama vakit cok geç ve tarihler arasinda koşuşturmaktan yoruldum.
Çok şey aramıyordum ben. Bu kasaba bana Eş,Aş,çocuklar ve bir de torun verdi ama beni cezbeden arayışlara iten nedenler vardı. Eski bir evin harabe bir kilisenin önünde ağlayan yaşlı kadın gibi.. İçimi dağlayan gözlerimi yaşartan bir sey var ruhumda. Nerede nezaman yıkık bir camii, kilise veya ev görsem. İçim kanar,ağlar. Söyleyecek çok sözum var da biri anlamsız yorum yazar ve ben ters tepki verir kalbini kırarim diye korkarim.
Kırık bir kalbin de o virane camii, ev veya kiliseden farki yoktur'ki haklı dahi olsam ben. Kendimi yer,bitiririm.
Tarihler boyunca hangi din hangi millet olursa olsun. Yada Din'den. Yeterince acı çekmedimi.? Iki yakayı bir araya getiren bir dügmeyi koparanı yargilamiyoruz. Kopan dügmeyi de yerine dikip iki yakamizi birlestirmiyoruz. Tam tersine yaralar uzerindeki kabuğu hoyratça kopartip kanatiyoruz.
Canım yanıyor. Nereden geldigini bilmedigim bir saldıri ile bir yanim sanciyor ve benim canim yaniyor.
Eski bir duvardan düşen taş yada sıva parçaları gibi. Canimdan yuregimden tabiat kanunlarina göre. Parçalar kopuyor. Biz birdik biz bir bütündük yakamizı toplayan bir dügme koptu, iki yakamız birbirinden uzak oldu.
Bir kadın ağlarken yada kosovada bir osmanli camisi çökerken. İznikde bir kilise dinamitlenip yerle yeksan edilirken ben.. sırbistan karadağ da temelleri kalmış Türk köylerinin kenarından geçerken. Yok olmus nesillerin ortalikta gorunmeyen mezarlarina fatiha okuyorum.
Demekk ki daha çekecek cok acılar yaşayacağim çok hayaller var.
Varsin olsun. Ben zamanda kaybolmaya devam edecegim.19.cu bolumde gorusmek uzre. Ve alladdin mısri, esreferoglu,faik kırımlı, rasih kocaman ile ve ardindan Sarusaltuk ile... iyi geceler herkese.
Iznik uzerinde
bir duman var
Ateşi yakan
Adamlar.
Iznik uzerinde
Çini kokusu var,
Iznik te çini nin canını
Yakanlar.
Çini karşısinda yanan,
Adamlar.
Kafamda sorular
Sorularin icinde
Iznik ve emanetler.
Sorulari gızleyen tapınaklar,
Tapınaklaŕi saklayan topraklar.
Gizemler
Sırlar..
Beynimden taşan tapinaklar.
Sokaga düsen dösenen sorgulasi taşlar.
Ben. Sizin düşundugunuz kadar basit ve çiftçi bir kasabada yaşamiyorum. O kadar da basit sekilde bir güne selam, demiyorum. Sır dolu,sirdaş bir toprakta bir kent de yaşiyor ve bunu da en iyi şekliyle gecelerinde yaşıyorum. Sizin icin sıradan bir gün. Benim için sırlarla dolu bir yaşamdir.
EMANETLER VE İZNIK-19
Hayal gücü yüksek insanlardı. Yaşamı anlattıklari gibi ölüme gidişi ölümden sonraki yaşamı da taşlara yontup geleceğe mektup yazmişlardi.
Eski taş ustası sanatkârlar. Belliki hepsi isimsiz köle ve beş parasız ölenlerdi.
Şeyh kutbettinden ayrilırken göz göze geldigim kaşici başı ( ogün ki esnaf başkanı) Mustafa nın mezar taşı mesela. Güneş ufuk çizgisinin altina düşmüş ve iznik'in gözlerinin içine bakıyordu. Utangaç iznik sokakları evlerin aralarına gizlenirken gölgeler uzuyor ve iznik ulu bir şehir gibi olağandan uzun görünüyordu. Çivit mavi badanalı evler utanmanın sınırlarini aşmış mor salkimlı misket uzumlerine dönerken. Oksit sari badanali evler, Bakır. Turkuaz göl kızıl ve Oksit kırmızı badanali evler ise kahverengi olmuştu.
Kâşici."anladinmı mercan kırmızının sırrını, çözebildinmi. İşte güneş sur içinde her gün farkli renkte batar ve renkler her gün formülünü değiştirir.Bulutun beyazı göz aķı, gölün turkuazı ise çivit maviye döner. O yüzden meşakkatli ve fire veren iştir İznik çinisi". Ve bizim hayatimiz ise, sultanin dudakları arasindan çıkacak kelimeye bağlıdır. Müzenin arka bahçesinde yüzlerce mezar taşı istiflenmis duruyor ve bunlarin tamami iznik içinden sökülüp getirilmiş müzeye terk edilmiş haldeler. Kiminin başindaki sarıgın şeklinden önemli kişiler olduğu anlaşilıyor ki o devirde genelde sıradan halk insani öldumu başina siradan bir taş dikilirdi. Bunca işlemeli taş bugun muze bahcesindeyse ait oldukları kabirler de evlerimizin altinda olmalı ki öyle de zaten.
Antik çağin mezar taşları yani lahitler ise bir eşi olmayan anıtsal abideler di. Tanrıların kenti nikaia ve Tanrıların özel çocuklari nikaialilar bu anıtsal mezarlarda yatardi.
Güneş iyice inmiş ve tamda boğazda asılı kalmış halen bir şeyi merak etmiş gibi kentin sokak aralarini arıyordu. Biraz daha yukseginde gök kubbe turkuaza bürünürken. Göl yüzeyini demir pası bir gorünümüne burunmüş kesik kesik de olsa altın sarısı yakamoz iznik sahiline dek ulaşmıştı.
Gün boyu nafakasi için göl tabanina dalip çikan iki üç karabatak. Bu gün ki nasip bukadar, yeter diyip paydos etmişti. Yaşlı balıkçı son dirhem ağinı attı. Karabataklar havada V harfi şeklinde uçarken kendilerine tehdit olacak diğer kanatlı avcılara göz dağı verir gibiydi.
Balıkcınin bedeni sızlayan teknesi ve hırıltılı aksırip tiksıran cigerleri ( teknenin motoru) günü huysuz ve uykusuz bırakmak için, olabildigince mavi duman atip cata pata sesleriyle tekneyi itmeye calişiyordu. O da balikci kadar yaşlı ve yorgundu.
Kıyıda yüzen meke kuşları o kadar kibirli ve kendini beğenmişlerdi'ki bir şey sormak için sokulsanız sırtlarını dönüp uzaklaşıyorlardı. Sur içinde saz damlı evden genç bir çinici bakımsizlıktan ölmüş ve gençliğiyle ölumsüzluk yaşamına uğurlanıyordu.
Mekeler gururlu, balıkçıllar ürkekti. Soğuk kalenin dibine çökmüş yaşlı çinici ise kötü mayalanmış şarabından derin bir yudum çekmış ve görduklerini yaz çocuk diyordu. "Biz ki ruhumuzu çinilerdeki desenlerin arasına sakladık,kim ki o ruha ulaşirsa emanetleri bulur" dedi. Yüzü,elleri vaktinden önce kırışmış ve ağzında son iki diş kalıntısı kalmışti. Başını örten kirli berenin sağından solundan. Fırının isi ile koyu griye dönmüş saçları sallaniyordu..
Ben halen rüya ile gerçek arasında ki ikilemdeydim. Ve daha ugramam gereken yerler vardı.
Eski sarnıcın oraya gidecektim. Şehrin sokaklarinda kayboldum. Uzakta her şeyin şahidi büyük selvi agacı ve az ilerisinde ki davudi kayserinin koca çınarını görünce kendimi toparladım ve topkapı yönüne yürümeye başladım.
Duyduguma göre üç adam o bölgede asırlar sonra yapraklar arasina gizlenmiş ruhların peşindeymiş. Demek ki gizem ve emanetleri arayan bir tek ben degilmisim. Zamanım geldi geliba ve ben diger yaşama hazirim sanırim. Zaten bu ruyadan uyanamazsam belli ki öteki boyuta geçmistim ve cebimde iki gözume koyup kayikciya rüşvet olarak verecegim iki metal param bile yok. Oyüzdendir ki ne bu boyutta nede öteki boyutta kalabiliyordum. Hazırliksız yakalanmistim.
Ölüm. Yeni bir hayata geçiştir, sadece.
Bugün yaşıyoruz tekrarda yaşayacağız ve bir şekilde tekrar geri geleceğiz.
EMANETLER VE IZNIK-20
"HAYRET"!
Geldi aklıma. Bir yandan yürumeye devam ediyorum. Koca selviye dogru, ya o bana geliyordu yada ben ona gidiyordum.
Hayret nereden geldiki aklima,hayret ve köyün deli kızı.Ablası güzel. Yürürken gözlerimin oñünden geçıyorlar. Hayret ve ablasi Güzel. Ha bu arada hayretin ablasının ismi "Güzel".Aradan yıllar gecti ve onlar Amasya gümüşhacı köy de kaldılar. İznikle bir alakaları yok ki.
Hem söyleniyorum hem yürüyorum.hedefimde koca selvi hemen yanindan dönüp eski bizans sarnicina gitmem gerek.Bildigim 3 sarniç olmalı biri istanbul kapi digeri hemen lefkapida su yolunun dibinde ve en önemlisi,Bizans sarayinin dibindeki sarnıç yani bu günki kapalipazar yerinin oradaki.
Amasya gumuşhaci köyde takıli kaldim. Gümüşhacikoye baglı bir dağ köyünde çalışmaya gitmistim. Kalacağim evi gösterdiler camiye de yakındı.Yorgundum erkenden uyumuşum.Uykuda kulağima anlamsızda olsa bir Türkü sesi geliyor.Kapı önünde ise birisi bir şey dövüyor yada kırmaya çalışıyor.
Perdeyi araladım.Merdivenlerimdw bir kız saate baktim 03.22.tepede ay. Kızın yüzü görünüyor hakikaten güzel ve elinde bir tahta tokmak önünde birkaç giysi artığı ve parçalanmış bir legen. Hem türku söylüyor hem giysi artiklarini çamaşir yıkar gibi dövüyor. Yalan yok,korkmustum.Sessizce yatagima gittim seslerin kesilmesini beklerkrn uyumuşum.
Sabah kapim caldı.gözlerim kurşun gibi zor uyandim.camdan baktim dun geceki kiz yoktu bu kez bir adam vardı.Buyrun dedim.
"Adam" ben yan komşuyum usta,hazirsan hemen yan kapidan gel kahvalti hazir dedi.Tamam 10dkikaya oradayim dedim,adam giti.Birazdan hazirdim.Dısariya çıktim yan bahceye yüruyorum.
Yol bitmiyor ya ben cok ağirdim yada koca selvi çok uzaktaydı.Sarnıçta henüz görünürde yoktu.Neredeyim ben.Bilmiyorum.Buyur usta,günaydın hoşgeldin sesinin geldigi yone baktim.Ahşap tugla karısımi bir ev ve karşimda bıyıkları iki dudaginin yanindan suratınin iki yanından aşağiya sarkmış bugday tenli ben boyda bir adam.Fakirhaneme hoş geldin ben ahmet dedi.ıceriye girdik yer sofrası ve yok,yok.
Biraz ondan biraz bundan yerken."usta hayirdir"sesiyle kendime geldim.5 dakikadir cayini karıştiriyor ve dalgin bakıyorsun dedi. Uyuyamadığimi ve nedenini,beni uyutmayan kızı anlattim.Ha dedi o köyümüzün meczubu,ismi Güzel.dedi.Sonunda Selvi agaci göründu ama halen sarnici goremiyordum.
Yürüyorum.Karşimda bir kapı aralik ve girdim iceriye.İceride iki yetişkin birde uzun saçli bir genc var, selamlastık iki yetişkin buyur etti ve uzun saçlı gence bir çay daha doldur ustaya dedi.15-16 yaşlarindaki genç.Uzun saçlarinin altindan beni izlerken çayimı doldurdu. Bende uzun saçlıydim her halde dikkatini cekti. Sert bir hareketle döndü cay bardağini uzatti aldım.ayağa kalkti kapiya yoneldi ve dışarıya çıkıp kapiyi kapatti.
Üzerinde askili bir pantolon ve uzun saçlarini örten ucuz bir nalbur şapkasi vardi.kapiyı kapamadan önce yuzume ters ters bakti ve sertçe kapatip çiktı. Iki adam bir birine bakip güldü.sonra biri bana dondü.Seni kıskandı,hayret dedi.Koca selviye iyice yaklaşmış hatta koca çinarida rahatlikla görüyordum.
Neden hayret etti ki diye sordum,neden kıskandı beni.Çayımı içerken adının hasan oldugunu söyleyen adam bir çırpida anlatti. Adı Hayriye ama biz ona hayret deriz.Erkek elbiseleri giyer ve erkek işlerinde çalışır aslinda bir kız çocugudur ondan başka 6 kız birde erkek kardeşi vardir.Babalaŕi yaşı geleni başlık parasi karşilıgi evlendirir ki bunun bir ablasi var ismi Güzel.birini severdi babasi zorla başkasina verdi ve oda aklini yitirdi.
Dün gece kapımdaki kız geldi aklıma.güzeldi ve gecenin o saati dışarıda oyun oynuyor anlamadığim bir dil de türkü söylüyordu.Adam, devam etti.işte hayriye de o gun bu gundur erkek kılıginda gezer kızlardan uzak durur ama şimdi kendine benzeyen biri geldi işe.ve kırildi kıskandı.Bir daha da görmedim hayreti.Ama ablası "Güzel"Sabahlara dek uyutmadi beni.Sokaga çiksam o saatte,güzel.Odam da kalsam koskoca bir farenin kimi zaman çıglığı kimi zaman ise önüne çıkan engeli kemirmesinin sesi,uyu uyuyabilirsen ki.Tam uykuya gectiginde bu kez de Hayret-hayriyenin ters bakan yüzü.
Uyumamaya gayret edip bitirdim işimi ve iznik'e döndüm. Burnumun dibine gelmiş koca selvi ve dibinde iki yetişkin bir de küçuk mezar.Ne günah ışledim ben ki,sürgünüm sürer geceler boyu. Karşı duvarda,8gen yıldızin yonca veya gül şeklinde stilize edilmiş şekilleri vezirvesi toprağa dönük selvi kabartmasi.Nereye gittin hayret ve sabaha dek kapimda çamaşır yıkayan güzel.Kayış koparmama ve sıyırmama ramak kalmışken.Bir anda Nilufer hatun imareti yönünden sultan Orhan çikageldi Selvinin dibine.Tamam az kaldı tırlatmama
Sultan orhan el pence dimdik durdu selvinin dibinde.Az ilerisinde bir dervş namaz saati olmamasina rağmen nafile namazdaydi.
Selam verdi.
Sultan orhani buyur etti.Gözüm sarnici arıyor bir görsem hem sultandan hemde hayret ile güzelden kurtulacağim da,Sarnici göremiyorum ki.
O esnada ezan okundu.Ne elimde Akilli telefonum ne de kolumda saat yok-yok işte.Genç bir adam.Derviş ve sultan Orhanın önünden gecti mihrap önünde durdu.Dervis,Sultan Orhan ve tüm arkadaki ögrenci oldugu belli olan geçler.Saf tuttu.Namaz bitti.
Sultan Orhan Dervişe döndü.Saygıyla ismini söyledi"Alaaddin-Mısrı".Derviş buyrun sultanım dedi.Sultan Orhan dervişe ögrencileri icinden bir ulema istedı.
Uzakta degil yakınlarda bir yerde bir çini fırınında yanan meşe ve gürgen odunlarının kokusu burnuma,üç adamın konuşmalarida kulağima geliyordu.Neredeyim ben.Amasyada mi yoksa nikaiada mı.? İyice karıstı her şey.Uzaktan gelen bir Türkünün yanık nagmelerine hemen yanı başimda ilahi melodiler karışırken tepemdeki koca selvi.El pence durumundaymis gibi,tepe ucunu boyun büker gibi eğmışti.
Uzaktan gelen sesler çok tanidik gibiydi.Evet üç sesi de taniyordum ama bur turlu onumdeku ritüelden ve beynimdeki hayret ile guzelin hiksyesinden kurtulamamişken şimdi de sultan Orhan ve Alaaddin mısriye denk gelmistimt.
Ben.Ölüydum.ve kendimi diriler diyarinda hissediyor yada kaýikçı harron un rüşvetini veremedigim için iki dünya arasinda kalmiştım.
Oysa yüzmeyide bilmeme ragmen bu sert akan nehirde yüzmeyi ve karşı kıyıya ulaşabileceğimi düşünmüyordum. Tek düşüncem,gerçek yaşama dönebilmek.
İznik-nikaiaday dim.onumde koca selvi ve dibinde bir çömezin ardinda namaza durmus Sultan onun onunde bir dervis ve en arkada onlarca deevis adayi ögrenci.Biraz ileridw ise yanan ateşten çıkan kıvılcimların lacivert gök yüzünde yildizlasan kıvılcimlarin ortasinda kalmıstim.
Namaz bitti.Sultan orhan.Saygili şekilde karşısındaki baş dervişe döndü.
Fetih ettigim topraklar ve ordumun dürüstlugunu ve benim haksizligimi yuzume korkmadan söyleyecek bir ulema istiyorum senden.
Allaadiin mısri.
Fikih ve islam alimiydi.Durüst ve dogrucu bir insandi.Ucunda ölüm olsa dogruyu der boynunu kılıca uzatırdı.O yüzden Osmanlida göz bebeği dürüst insanlardandı ve Orhan dahil,ondan sonra gelenler se ona saygi duyardı.Eger onun dedigine itaat etmezseniz kızılca kıyametin koptuğu gündu."sıkça duyduğunuz
söz.kızılcakıyamet.Haksizlıgin hakimiyet olduğu gün.devletin yıkildigi an dir". İşte o gunu uzak tutmak için boynunu kılıç a korkusuzca uzatanlardi.
Alladdin-Mısrı.yine ayni döngüdeydim yıl 1380. Hayret,güzel bir şeye daha tanık oluyordum.Geçmiş hızla günümüze geliyor yada ben onu ariyordum. Acaba Hayret'in akibeti ne oldu,merak ediyorum.
Alladdin misri nin butun talebeleri hocalarinin kendisini seçip sultanin yanina yollamamasi icin dua ederken içlerinden biri gönullu oldugunu belli etmemeye ugraşiyordu ki Hocasinin işareti ile toplulugun önune gecip onlari namaza davet edip imamlik etmişti.Alaadin misri Sultan Orhana'a dönerek senin elin kolun adalet terazin bu çocuk dedi.Benimi gösterdi bilmiyorum ama ben buzamana ait degildim hizla karşi sokaga girip sarnicin oldugu bölgeye geldim.
O gün orada Sultan Orhan'nin emrine verilen çocuk 1453 te Constantiniyenin fethine dek gucu elinde tutan Candarlilarin ilki kara Halil den başkasi değildi.
Ortalikta bir duvar kalintisindan başka bir şey yoktu.Bir yanda kapali pazar yeri,onun karşisinda yeni balik pazari ve yanda dumanın tüttüğü beyaz badanalı duvarin çevirdigi bahce kapisinin üzerinde Eşref Eroglu çini atölyesi tabelasi vardi.
Aralik bahce kapisindan girdim.Birkisı firin kapisini camurla sıvıyordu,öteki elindeki kuru gürgen odunlarini firının altindaki ateşe surerken beyaz sacli kasketli ve gözluklu olani hemrn tanidim.Rahmetli Rasih usta,onun da elinde çaydanlıklar önündeki bardaklara çay dolduruyordu.
Rasih usta bir ilave deyince üçu birden bana döndü.fırının kapisini çamurla sıvayan Eşref ağabeydi.Gel gel yalçinim gel diye çağirdi.Odunları özenle ateşe yerlesyireni sima ve ismen taniyordum.İznik ateşini yakmak için yıllarını veren koca usta Faik Kırımlı.
Selamladım bahçe içindekileri ve Rasih hocanin yanındaki tabureye çoktüm. İlk fırın ateşlenmış üç ustayı uykusuz bir sabah bekler. Faik hoca kuşkuyla baktı bana gecenin bu saatinde bu da kim der gibi,sanki sihri bozmuş gibi hissettim.Eşref ağabey söze girdi.Yalçın bir nakkaştır vs.vs. devam etti.Faik hocanın gerginliğı bir anda rahatlamaya döndu.
Elindeki son odunu da ateşin yanından cehennemlige attı,geldi çay bardağini aldi bana hoş geldin kardeşim dedi ve bakışlarını fırına kilitledi.Sanat üzerine uzun bir sohbet geçti ben musade istedim ve kalktim Eşref ağabey arkamdan seslrndi yarin gel firıni açacağiz.Faik hoca ,görüşüruz çocuk derken Rasih hoca bahçekapisına dek eşlik etti sarildı optu goruşuruz yarin dedi.
Sarnictan yana baktim.Koca binadan bir tutam duvar kalmısti geride.Evemi gitmeliyim yoksa karanlikta kaybolup sırları mı aramalıydim. Kararsızdım. Geceyle gelen rüzgar kulagima fısıldadi." Onca yere ugradin belkide aradiğinı LASKARIS bilir. Ne dersin birde ona git.
Ee kim bu "Laskaris".? Nerededir kimdir nasil bulacağim ki onu?
....
EMANETLER VE IZNIK-22B.22
Yorgunum.Zaman.Ayaklarimin altinda yağ gibi kaygan ve bana hükmediyor.Gecenin içinde ne varsa üzerime geliyor,ve ben bundan kurtulamiyorum.İrademi zaman zaman kaybetsem de.Bir şeyleri ayırıp ayrid edebiliyorum.en azından ayirt ettigim şeyleri hatirlayip kaleme alabiliyordum. Bazen insan kendi yapitlarinin altinda ezilebilir.
Bu düşunce veya kaleme aldığin seyler yada çizdigin sekillerde olabilir.
Evet.Orta yaşa yakìn veya ùstūnūn dedigi laftìr.falanca yerde, filanca bahcede veya bilmem hangi arsada "Yūzūk taşı"toplardìk.Koimesis kilisesine gelene kadar yūzūk taşını gerçekten öyle sanardim.Buraya gelince yūzūk taşı denen şeyin aslında parçaladıklari mozaik taşları oldugunu öğrendim.Ùzūldūm.
Demekki koimesis den başka yerlerde de mozaikler varmış ve o genclik o taşlari yūzūk taşı diye adlandirmis ve sökūp tahrip etmişler.Aradan asırlar geçmis Ama bu malle neredeyse kimligini hiç kaybetmemiş bir tel kilise kilisenin papazi ve onun evi. Hatta kilisenin ūzerine kurulduģu askeplionun(saģlik tanrisi adina yapilmiş tapinak.Nikaia da salgìn hastaliklar baş gösterince onun adina yapilan tapinak) ortalikta görūnmūyordu.
Sadece o tapìnağin uzerine yapilmiş kilisenin yıkık duvarları ve yaklaşik 50m uzaginda bahçenin bir köşesine kurulmuş ayazma.Ayazma da yaşananlardan korkmuşcasina,toprağin altina gizlenmişti ve kendini ic gudusel olarak korumak icin demir kapisini kilitlemiis ve anahtarini da yutmustu. Koimesis ve ayazma arasindaki baģlantinin uzerinde bugun evler olsada,altlarindan gecen bir tùnel mevcuttu ki oda yukaridaki evlerin foseptik çukuruydu ve o yolda tikanmisti.
Sap ile saman birbirine karişmiş zaman da peşlerine takılmıştì. Tabi ki bende.Zaman içinde kendime yol ariyordum.Gözlùklerim kimi zaman toz,kimi zamansa örūmcek aģlarindan bir engele dönūyor ve ortaligi göremiyordum.
Zaman zaman genzim tozdan yada ortalikta görūnmeyen kilisenin adak mumlarindan çìkan is ve kokudan tikaniyordu.Lasgaris ısrarla kendisine ulaşmamì istiyordu.Ortalikta ne Lasgaris vardi nede meryem adina yaptirdiģi kilise.Ya meryem ölmūştù yada lasgaris.
Meryem. Nikaiaya gelmemişti.Paganizmin en gūçlū oldugu yere "Efes"e gitmiş ve oğlu isa ile onun yaymaya çalìştìği dinin kitabini sanki imzaya açmiş tanitir gibiydi.Kaç meryem vardı yada isa nın karısı kimdi.Evlanmişmiydi,soyu varmiýdi ve gūnūmūze gelmişmiydi. Ve hatta Nikaia da meryemin ölūmū veya göğe yūkselisinin nikaia ile ne alakasi var ki.?
Lefke(osmaneli) aya yorgi(mesihi karşılayanlar) kilisesi. Bunca gizem tuhaf degilmi.?Peki Martriyum...(şehitlik,yani).Niye her şey Nikaia nìn dibindeydi. Yenißehirkapìnin doğu yönùndeki kūçūk geçit.Yanìndaki ters hilal kapi,ve ön sur ønūndeki zeytinlik altindaki yūkselti.Dūşūnceler içinde harabeler arasinda bir o yana bir bu yana gezip dururken bir yandan da dūşūnūyorum.Bilmeden mesihi karşılayanlar yolundaki bir maģarada birilerini yok ettik. Keşke biraz yön değiştirebilseydik.Hakliydik ama birikeri masumiyeti şal etmiş omuzlarina almisti.Bazen geriye dònūşūmlū yaziyorum ve siz.Ayni yeri bir daha niye okuyorum ki diye dūşūnebilitsiz.
Haklisiniz.Son yūz yılda biz. Binlerce yılı unuttuk yada hatirlamak istemez olduk. Çūnki içinde Rum vardi,rumeli vardi,rumi vardi. Ve bizce hepsi gavur du. Çùnki hep rum ile başlıyordu ve rumeli diyince bizim de ilk aklimiza gelen rum-eliy di. Peki o korktugumuz rumeli neresiydi.... Evet
Anadolunun avrupa yakası, hatta sizin islambol diye adlandirdiginiz contstantiniye,İstanbul. Hay anasini satayim yahu. Dogu yönūmūz lefke(kavakli bölge) diğer yanimiz yani batı. Constantiniye-islambol. Ve tam ortada biz...
Kudūsten daha ūstūn bir kent."NIKAIA." Şehitlik......dini kanunlarin çikartildigi,dinlerin temelinin atildiģi kent."Nikaia" ve bunlara sebep olan lasgaris ve hatta nikaia bizans imparatorlugunu kuran bir deli.Òyle bir deli ki..Bergama gibi bir kent.Nikaiaya baģli ve Nikaiadan yònetilitr.
Lasgaris. Bir deli,ele geçirdiģi her yerden. Bir ordu kurar, ve her ordu kendi savaş teknigiyle dūşmana saldirir.
Ve Nikaia etrafini saran dūşmanlarini onlarin bildiğ silah ile alt eder yenip geçer. Yani Tek tanriya inanan tanrisal gucler. Aslinda tek tanriya donustukleri noktada boyunlarini o tanri ugruna kilinclarin ònune uzatirlar. Òldūkleri an ise, o inandiklari tanrilarin huzurunda olacaklarina inanirlar. Yani.. Şehit olmak.
Demek ki "vatan ve din için kutsal ölūm" her daim var. Ve ucunda huriler hatta ve hatta, neyse bos verin.siyasi dùşunmek istemiyorum.La ben.. Lasgarisi ariyordum ve hele ki halen devam eden ensest ilişkiler ve ve ve. Paganizm den gelen aliskanlikla o dillere destan cocuk gelinler.Ya hu ben nereden nereye gidiyorum. Hwy akil bi dur, dur hele....
O devirler paganizmi terk edip tek tanrili dinlere döndugumuz yillar.ve paganizm döneminin en gūçlù olup geçiş zamanlari yani.Nerede bir ışık gőrsem o yöne dikkatlice bakıyorum hiç bir ayrintiyi gözden kaçırmamaya uğraşıyorum.
Kapı eşikleri yoldan elli santim aşağıda kalmış yan yana sıralı eski tek katlı evlerden oluşan sokaklar loş ve ıssız.Bir çoğu boş camı çerçevesi kırık dökūk.Esen rūzgardan sallanan ağaç dallarının gölgesi ah vah eder gibi eteklerini dövercesine evlerin ūzerine dūşūyordu.
Sokakların tek katlı ve eski evlerden oluşması çok iyidi,en azından toprak altındaki tarihi dokunun būyūk bölūmū sağlam demektir.Gerçi yakın zamanda kanalizasyon geçmiş ve çalışan şirket gece gūndūz sabahlara dek çoğu kez kontrolsūz çalışmıştı.Bir zamanlar buralarda yaşayan halklardan mezarliklar dahil neredeyse bir iz kalmamış gibiydi.Kalanlar ise sertleşmiş yaranın kabuğu gibi duruyordu.Ve ben onlara takılıp yerinden kopartip kanatmamak için dikkat ediyordum.
Bir hata anlık bir öfke ile būyūk acılara sebep olmuş bir zamanlar acıları tatlì anlari birlikte yaşadıkları anları unutturmuş dūşman olmuşlardi.Bunun da tek sebebi siyasilerin ve emperyalistlerin çıkar dūşūnceleri sebep olmuştu.Yıkamadıkları halkları önce dini sonra etnik kimliğe ve milliyetci dūşūncelerle bir birinden ayrıştırıp bölūp yok etmeyi uygulamaya koymuşlardi.Ceremesini de halklar çekmiştìr.
Gök yūzū berrak ve yıldız kaynıyor.Ay zaman zaman önūne çıkan kūçūk bulutlara rast gelince soluklanmak istercesine biraz tutunup ardında gizleniyordu.Ìlerideki tepeler neredeyse elle tutulacak kadar yakın ,Eteklerindeki köy ışıkları kıpır kıpırdı.
Karşımdaki surlar da mazgal taşları bizans askerleri gibi dimdik ve sanki ufku gözetleyen nöbetçileri andırıyordu.Biraz ileride bir çatırtı geldi.Ūrperdim korkuma ragmen havaya yūkselen toz bulutunun oldugu yere baktim. Eski tek katlı evin çūrūmūş duvarı yıkılmıştı. Her şeye rağmen ben.eski bir sokağın içinde Lasgaris i arıyordum.
B23.
12 Eylūl 1980 öncesi bu sokaklarda duvarlara slogan yazarken karşı gurup veya polis ile kovalamaca oynadigimiz geceler geldi aklìma.Hey gidi gūnler heey. Sokak başlarına gøzcū koyar sonra sokağa dalar hızla slogan yazar ve uzaklaşırdık.Bir elimizde boya ötekinde fırça. Ìlkeli bir şekilde sloganımızı yazardık.
O zamanlar En gariban bir mahalleydi ve çogunluģu roman vatandaşlardı ve hep hor görūlen bir tabakaydi.En can alıcı sol sloganları bu sokaklarda kullanırdık.
78 in sonu ile 79 un başlarıydı.Tūp şeklindeki ayakkabı boyaları yeni çıkmış ve hemen onlardan almıştık.Artık boya ve fırça taşımaktan kurtulmustum.Arkadaşlara söyledim akşam hava karardimi ayakkabi boyası tūplerini cebimize koyar doģru sokağa çìkar henuz yeni icadimizi bilmeyen bekcilerin önūnden geçip giderken kuşkulu gözle bakar ama bir şeyde demezlerdi.Yani bu sokaklar beni, ben bu sokaklari çocukluģumdan taniyordum.Çok acilar çektirmişti bize o 1980.Oysa biz,sevdalarimizi bile unutur sokaģa taşar polisi atlatip sloganlarimizi yazdikmi dūnyanin en mutlu insani olurduk.Taki o gece bir bahaneyle gizlice buluşmalarimizi erteledigimiz sevdalarimiz ile karşılasincaya dek.Materyalist yanimiz varsa duygusal ve hūmanistik.Bu karşı taraftaki yaşıtlarimiz içinde geçerli olsa da bizleri kullanan gūçler için dugu sadece çöptū.
Bu bölūme geldim.senelerdir yazdìm.eski zamanda ağır suçlulara kūrek cezası verilir ve bir geminin altında ya őlene dek yada gemi bir saldiri veya fırtınada batana dek kūrek çeker kaderini belirlerdi. Rahmetli Nevzat da beni bir not defterine mahkum etmiş kūrek yerine elime kalem tutuşturmuştu.Pranga olarak ise mūrekkep şişesini ayağima zincirlemiş sonrada sessizce bu dūnyadan sıyrılıp gitmişti. Bir kalem mahkumu bulsam bende aradan kayıp gitsem belki aradigim cevaplari toprak altindaki iznik de bulabilirdim.
80 li yılların bir nevi gettosuydu bu sokaklar.Ama mutluydu insanlar.Kūçūk şeyler ile mutlu olmayi bilenlerdi.
Sokağın sonundaki evde çay demlense en bàştaki evin haberi olur ve davete icabet ederdi. Öyle bir kuşağa sahiptik yani.1820 lerde Osmanlinin ilk astigi patriğin söyledigi bir söz geldi aklima.Bir yerlerde okumuştum"Tūrk mūslūmanları bir birine dūşman etmek istersen.Onlari sefahata lūks yaşama Alıştır.Gerisi kolay,çorap sökūğū gibi gelir"demişti ve devamında onlar birbirlerini sevmez aralarina soğukluk girer parçalanmalari kolaylaşır diye bitirmişti sözūnu.
Bu gūn geldigimiz noktaya bakinca o patriğin dediğinin nekadar gerçek olduğu ortada,neredeyse hepimiz birbirimizden nefret eder olduk hatta yapacagimiz her şeyde (dūğūn dernek gibi cemiyetlerde) bir birimize hava atar hale geldik. Böyle giderse de yakìn zamanda cenaze törenlerinde bile bir yarış içine girecegiz.Biz,anarşinin hakim oldugu yillarda bile mutluyduk yani.
Bizi anarşiden kurtardiklarini iddia edenler aslìnda gelecek gūnlerimizdeki mutluluğumuzu çalıp bizi kibrin kucağina birakmişlardi.
Artık o gūnler bir daha gelirmi bilmem ama geçmīşte kaldı.Osmanlinin son dönemlerinde medreselerde fen ilimlerinden vaz geçip dini ilimlere yönelince Avrupanìn gerisine dūşmūş önce toprak kaybì ardindan ise imparatorlugun sonu gelmişti.
Ben aradiğim cevaplara dönmeliyim bir gūn yer yūzū cennet olucak ömrūmūz varsa göreceğiz ve kötūler ait oldukları çöplūge gidecek.Sur içinde aradìğimi bulamazsam ne olur bilmem,ozaman aradiklarimı sur dışında nasıl bulurum ki.Koimesisin duvar kalintilari tespih taneleri gibi dağılmıştı ortalığa ve sanki birileri bulunduğu çukurun içine sūpūrmūş birdaha da çıkmasın der gibi etrafini yūksek duvar ve demir korkulukla çevirmiş kaderine terk etmişti.Bir devrin en mūkemmel duvar resimleri, fresk ve mozaikleri yok oluştu.Belkide aradığım sırlarlarìn yanitları onlarin içindeydi ve birileri o yanıtları yūzūk taşı diye topluyordu.Bu topraklarì terk edip gidenler pahada ağır, yūkte hafif olan şeyleri yanlarına almak yerine daha emniyetli gördūkleri bu topraklarda bir yere gizlemiş ve yanlarına yūkte ağır pahada ağir şeyleri alıp aslında hedef şaşırtmışlardı.
Lasgaris bu topraklardan gitmişmīydi.O buraya zorunlu göç etmīş bir nevi muhacirdi ve asla buradan gidememiş sonunda da ölūp bu topraklara gömūlmūştū.Nikaia neredeyse onun zamanında iyice ūnlenmīş ve ortodoks dūnyanın dini merkezi haline gelmişti.Nikaiayı en iyi bilenlerden farkındalığının farkında olan bir imparatordu.Nikaia bizans imparatorlugunun ata babasıydı.Onun yarattiği nikaia yı asırlar sonra ele geçiren Selçuklu. Bile bozmayıp saygı duymuş sadece ismini Nikaia nın izinde anlamina gelen ĪS-NİK yapmıştı.
Nikaia ÌSNIK olarak 25 yıl yaşamış ama ona bu ūnvanı çok gören Haçlı ordusunca kuşatılmıştì.Selçuklu Ìs-nikaiayı haçlìlara teslim edip taciz tecavūz ve talana teslim etmek yerine bir gece bizans askerleriyle yer degistirip onu Bizansa teslim etmişti.
Īsnikia yeniden Nikaia olmuş asla izini,ismini ve kimliğini kaybetmemişti.25 yıl sonra terkettiği her şeyi ilave bir sultanikon(selçuklu sarayi) ilavesi ile teslim almıştı.Yani ta ilk başta yazdiğım gibi.Tūrkler kendilerine emanet edilene ihanet etmemíş ve sırrı sessizce saklamışlardı.Haçlılar ise öfkeyle kudūse yönelmiş yol boyunca önlerine çıkan şehirleri yağmalayıp talan ederken arkalarinda binlerce ölū ve harap olmuş kentler bırakırken bir yandan da vur kaç taktiği ile kendilerine saldiran selçuklu ordusu baskınlarıyla kūçūk bir ordu olarak kuduse ulasabilmisti.
Nikaia ise yaralarını temizleyip tedavi ederken.Surlarda meydana gelen tahribatları onarıyor bir yandan da haçlìların katlettiği selçuklu askerlerini ve haçlılarin ardinda bıraktigi cesetleri toplayip gömūyordu.Çūnkū etrafta bunca insan ölūsū,salgın hastaliklarin başlaması ve savaşmadan bir çok insanın telef olması demekti.
Hırıstiyanlık öncesi musevilik ve paganizm.Hakimdi.Hz.İsa ile bir anda hıristiyanlik doğmuş ve paganistler arasında hızla yayılmaya başlamış bu da musevileri huzursuzlaştìrmiş yeni dinin önūnū kesmek için her şeyi yapıyorlardı. Neticede 5-6 yıl içinde hz isanın pagan roma tarafından katledilmesi yeni dini durdurmak yerine iyice būyūtmūş ve Romanın ikiye bölūnmesine sebep olmustu. Bu kez de ortada musevi saldırıları kadar tehlikeli bir sorun vardı. O da isanın ölūmūnden sonra etrafindaki havarileri ve ortadoğudan avrupaya dek yūzlerce incilin ortaya çıkmasıydı
Bu da neredyse yeni yeni gūçlenen hıristiyanliğin ortadan kalkması demekti.ūstelik de ortodoksluk ve katoliklik olarak da ikiye bölūnmuşlerdi.Bir musevilik inancı olan Mesih inancı da ayrı bir sorundu.
Lasgaris pek çok sorunun önlemini almıştı Bunu da iznik ayasofyada taç takarak başarmıştı.NIKAIA ve Constantiniye Osmanlinin eline geçmiş ve uzun zaman rahat bir nefes almıştı ta ki 1638 de patrik kiril rumları kışkırtıcı fikirleriyle ortaya çikana dek.Lakin bu da patrik kiril in idamı ile son buldu.1820 yılına gelindiginde ise bu kez patrik 3.parthenius eflak voyvodasinin osmanliya baş kaldiri hareketlerini el altından desteklemeye başlamasi da 3.parheniusun idamı ile son bulmuştu.
Onun yerine seçilen Patrik Gregoryus (1821) Avrupanın din tartışmalari ve ortodaksluk uzerine oyunlarinin iftirasina uğramış ve dönemin Sadrazamı Benderli Ali Paşanin emri ile idam olmuş Lakin bu olayin iftira oldugu ortaya çıkinca da bir kaç ay sonra idama mahkum olmuştu (çūnkū yunanistan istanbuldaki patrik haneyi yok sayıyor ve patrikligini dūşūrmek için baş dūşmanı katoliklerle iş birligine gitmiş sadrazam benderli ali paşayì da yanina almıştı.Ali paşanin idam gerekçesi ise yunanla iş birligiydi)
Yani Lasgaris belki bazì temel kural ve kanunları kurmustu ama halen o kanunlarda açıklar vardı ve asırlar sonra da olsa bu çatlaklardan sızıntılar oluyordu.
Kimdi bu LASGARIS.Aslini bozmadan biraz hikayemsi mizansen ile anlatmak gerekirse.!!
Istanbullu varlikli ve soylu bir aileden geliyor saraylarda yaşiyor her şey iki dudağının arasindan çìkacak kelimeler ile ya son yada hayat bulacak kadar gūçlū bir yöneticiydi.Kendine olan öz gūveni çok fazlaydı ve gūn geldi hata yaptı.Latinler ile ticaret yaptì neticede battì girtlagina dek borca gömūldū.Latin tefeciler her şeyine el koydu tahtı tacı serveti ve sarayları,beraberinde hūkmettiği constantiniye ekinden gitti.Sıra canına gelmişti ki bir gece elinde avucunda kalanlar ve kendine bağlı olanlarla birlikte ailesini de alıp Nikaia ya kaçtı.Kısa sūrede Nikaia da kendini sevdirdi ve Tanrı yūrū ya kulum dedi. O da savaş arabasını satıp yūrūyerek iktidara oynadı,kazandı.Şehir onu başına imparator,onun da başına altından taç,ayağının altinada saraylar yaptì verdi.
Lasgaris constantiniyede ki ūnūne kavuştu şehiri yeniden inşa etti.Halkın yūzū gūldū sadece canlarini sıkan hıristiyanliktaki bazi kararlar ve ortalikta gezen yūzlerce incil vardì.Ūstelik halk sanatı seviyor ve ibadethanelerinin duvarlarına resimler çizmek istiyordu.(keşke ozamanda tūp ayakkabi boyaları olaydi bizim 70 li yìllarda yaptigimiz gibi geceleri sokaģin karanliğina sızıp yasaği delip o resimleri çizebileydiler)
Lakin imparatorlugunun keyfini yaşayamadan öldū.Cesedi būyūk bir törenle Koimesis kilisesinin mezar odalarindan birine aziz nophyusun yanina defnedildi.
Hìristiyanlik kanunlarinin alindigi 337 tarihinden onun zamanina dek yayilmasina raģmen halen yerine oturmamiş taşlar mevcuttu. Ve Lasgaris de onlarin önune gecememiş sonunda ölūp meryemin gòģe yukselisi isimli kiliseye koimesis e gömūlmūstu.
....
.....
B( 29) Pekiyi de benim suçum ne, niye uykusuz benim bu gecelerde.?Gūnahı ìşleyen Telete (Nikaia nın kız kardeşī) cezasını çeken ise ben. Nikaia nın bile umrunda degilim.O bile huzur dolu sonsuzluk uykusunda,oysaTelete sabahlara dek Bu kentin sokaklarında.
Asırlar ònce yani başimdaki kayanin çatisiydim. Bir gün şiddetli bir deprem ile yerimden koptum uzerimdeki bina ile birlikte göle yuvarlandim. Dedi.
Gúnün her saati görunmez saat 12 ile 14.30 arasindaki gun işiginin tepeye geldigi anda yani. Gòl yüzeyine çikar ve etrafa göz atarmış.
Bu yöreyi kendine mesken edinmis ve tüm gizemlerini yuregine gizlemiş gibiydi.
Gölun hayaletiydi yani. İşledigi suctan dolayi başi kesilmis gövdesinden ayrilmiş ama kendi yere yikilmamiş gibiydi múşküle sarikaya. Ve bu göl yuzeyindeki kuru kafa onun kellesi gibiydi. Buna ragmen yuzunde esrarengiz bir gülumseme vardi.(resmi yan cevirince göreceginiz yansima ile bütun bir kurukafa yi net olarak gòreceksiniz)
Bir zamanlar bu mevkide inzivaya cekilen keşişler en guzel şaraplik üzümu uretmislerdi. Ihtiyac fazlasini ise .teknelere yükler ve konstantinepolis e gönderirlermis. İşte o üzume de moskura (müşküle) denirmiş.o donemin en aranan ve begenilen markasi yani. Rengi krem sari ve ağizda nefis tad birakip sertliğinden dolayi müthiş sarhoş edermiş.. o yuzden îçine kondugu her meşe fıçıya şarabi çok ıçersen şeytana kapi açarsin yazilirmiş.
Nedense bizans merkezde her meyhanede hatta sarayda kimse bu uyariyi dikkate almaz neticede geceyi körkutuk sarhos,sabahi ise agir baş agrisi ile karşilarmiş.
Moskura,kücuk bir kale kasaba ve etrafinda inzivaya cekilen keşişler. Bağlarinda yetiştirdigi üzumleri loş ve küf kokulu magaralarda mayalar abu hayat suyu diye satar bagli olduklari kiliseye ve bulunduklari yöreye hareketli ticaret getirirlermis.
Ha..Şarabi çok içince. Şeytana kapi açmişlarmi bilinmez ama... müşkule sarikaya bir gece şarabi fazla kaçirinca körkütuk olup. Askania gòlüne düşmüs.
Birtürlü kendini toparlayip ayağa kalkamayinca yada diyonizos un oyunu ile askania gölunde boğulmuş.
O gece ona eşlik eden nikaianin kızı "TELETE" bile yardim etmemiş. Sarikaya o gece okadar mutluymus ki. Ruh tanricasi teleteye gece boyunca binlerce öpucuk yollamı,mutlulugu ve gülumsemesi ile gün ortasinda göl sularinda bogulmuş.
İşte o gün bu gündür.suyun durgun havanin güneşli oldugu zamanlarda her gün gün ortasinda yani 12.00 ile 14.30 arasinda göl yüzeyinde ortaya çikar ve mutlu şekilde gülermış.
Sizede alaycil ama sır dolu gülümsesin. Görurseniz o yüzu söyleyin.haksizmiyim? Ve siz bu masala ister inanin ister inanmayin ama sarikaya bir sır saklar sakın unutmayin.
Şimdi bu fotoģrafa iyi bakın hatta sola çevirip bakın. Su içinde ne kadar mutlu bu kaya.Halen bana sen hayalperestsin diyorsaniz başkada sözūm yok size.Göl yūzeyinde sırıtan "Telete" mi yoksa bana mı öyle gelir. De hele.Hey Nevzat Kara neredesin de hele.Yaz dedin, yazdįm. Şìmdi sen söyle.Haksızmıyım ben?
Rúzgar esiyordu. Etrafında ki tüm zeytin ağaçları rüzgarın kollarında dans ediyordu. Kimisi coşmuş yapraklarından konfeti yapmış yanındaki zeytin ağacına serpiyordu.
O.yerden havalanan toz zerreciklerini yaprakları ile tek tek emiyor bedeninde yok ediyordu.
Asırlardır aynı noktada nikaia ovasının ortasında doğudan gelecek dost yada dúşmani gòzler gibi yönü lefke yolunda ve gözlerini dahi kırpmıyordu.
450 YIL önce kuruyup giden bir çınarin köklerinden doğmuş ve onun bıraktığı nöbeti devralmıştı.
Onun olduğu yöne doğru gidiyordum.bir yandan da yüzüme çarpan yapraklardan korunmaya çalışıyordum. Yer yer sertleşen rüzgardan kimi zaman da çukurlardan kaçınarak ilerlerken... bir kaç yüz metre uzaktan göründü. Biraz öne eğilmiş yüzüne siper ettiği dalin gölgesiyle sanki bana bakıyordu ama, yapragindan dalına hareketsizdi.
Yaklaştım yanına,önce rüzgar durdu. Sanki gök yüzüne uzanan dalı ile rüzgâra sus ve dur demişti.
Ayak ucunda bedenine aklar sürülmüş olan çeşmenin yanında durdum, Karmakarışık yaprakların arasından koca bir kuş havalandı. Gözlerim onu mavinin tam ortasında yakaladı. Koca bir Baykuş. Bir iki döndü ve Nikaia yönünde kayboldu.
İnce bir sızı gibi akan çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Koca çınarın beni izlediğini sudaki yansımasından izledim.
Çeşmenin yanında benden binlerce yıl önce gelen bir insanın elinde şekillenmiş koca taşa baktım. Yüz üstü kapaklanmış ve istediği yapılmamış bir çocuğun huzursuz ağlaması gibiydi. Elimi sırtına dokundum, yüzüme bile bakmadan ağlamaya devam etti. Belli ki bana söylemek istemediği bir derdi vardı. Yan tarafından bakınca göğüs ve karın kısmında rölyef dövmeleri...! Vardı ama bana dònmedigi yada göstermek istemediği için ne olduğunu anlayamamıştım.
Çınar ile gòz göze geldim. Bir yaprak "sus" dercesine dudaklarına gitti sustum.
Yıllar önce dedi. Biraz ileride toprak altında kendisine emanet bir faniye mezar di. Ama bir gün yine bir fanî geldi,kazdı. Emanet edileni dağıttı. Belliki bir şey aradı bulamadı ve ortalığı kırıp geçirdi. Sonra o bölgenin sahibi geldi. Yinemi bu gavur taşları dedi traktoruyle getirip benim yani başıma attı. O gün bu gündür arada benimle dertleşir ama genelde bu şekilde ağlar durur.
Zaten benim derdim bana yetiyor,bir yandan gövdem de ateş yakıyorlar bir yandan da bağa bahçeye atılan zehir atığı kutuları bedenime saklıyorlar.
Bu çeşme yokken hemen ardım da antik dònemden kalma ve ağız bileziği mermer oymalı bir su kuyusu vardı önce o çalındı kuyu korumasız kaldı ve içine toprak doldu. Bileziğin üzeri sütun ve hayvan figürleri kaplıydı. Çok değil bundan 40 yıl öncesi çalışan bir kuyu içine sarkıtılan tahta kova ile bir zamanlar üzüm bağlarında gezenler susuzluğunu giderirdi.
Burası neresi dedim. O anlatırken ben gövdesine bakıyordum.kiris kırıştı ve üşümemek için arsız bir sarmaşığı bedenine dolamış gibiydi,yada kendini insanoğlundan öyle gizliyordu.
Bana "kaymak köşkü çınarı derler" dedi. 450 yaşındayım benden önce babam ondan önce dedem vardı. Hepimiz birbirimizin köklerinden doğduk....
Neden sana kaymak köşkü diyorlar..? Sustu. Küsmüş gibiydi cevap vermedi.yuzume de bakmadı. Belli ki bir şeyleri gizliyordu. Üstelemedim bir sigara yaktım uzaklaşırken geldik. Ağlıyordu. (Ayak ucundaki iki delik bana gòz yasini animsatti.ve sarmasigin saga verdigi kıvrim çinarin agzi açik şekilde ağladigini)Ve çınarın gòvdesi NİKAIA yi andiriyordu
Keşke çınarların dili olsa,anlatsa. Ben sussam onları dinlesem.
B (30)
Bu şehirde her şeyin bir ruhu var sanki.Canlı cansız ne varsa bir şeyler biliyor söylemek istiyor ama konuşmuyordu.Ya yaşadiklarinin duyulmasini istemiyor yada yaşadığı travmayı içine atmış duyulsun istemiyordu.
Yine bir kanalizasyon çalışmasiydi.sokaklar allak bullak her yer toz duman.Bilinçsizce yapılan kazılar darmadağın edilen toprak altı.koskoca makinelerin ve ona hūkmeden ufak tefek göbekli kirli sakallı adamın kimseden korkusu yoktu.Koca kepçeyi göle olta savurur gibi makinenin 2-3 metre ilerisine atıyor tırnakları toprağa geçiriyor ve hırsla kendine çekiyordu.Toprak ana yer yer direniyor ve ūzerini örttūğū bilinmeyeni kimseye göstermek istemiyor ve tūm bedenini taş gibi kasıyor,kepçe ile amansız bir mucaleye girip direniyordu. Koskoca tonlarca agirliktaki makine şaşkındı.
Deeken koca bir parçayı ısırıp kopardı,kepçe.Açılan çukura kilitlendi herkes.şaşkındı orada bulananlar.Çukurun içinden etrafı yılanlarla çevrili ve iri gözleriyle onlara bakan biri vardı.Sonunda yūzūk taşları sağlam ve uzerini asırlardıe örten toprağın kalkmasiyla gökkubbeye bakan gūlumsen esrarengiz bir adam.Oda şaşkındı. Kendisine bakan insanlar o tanidığı insanlar değildi.
Hele o demirden yapılma o acaip şeyde ne olaki diye dùşūnūrken yukaridan kendisine şaşkin bakan adamlardan biri hemen uzerine bir örtū örttū.Bir diğeri tahta bir kapak attı ūzerine,sonra kepçeyi kullanan adama dönūp çukuru kapatmasini işaret etti.
Adam kepçeyi el gibi açip yandan bir avuç toprak aldı açık olan çukuru doldurdu.Tek söz etmesine fırsat kalmadan bir avuç topraga gömūlmūştū yılanli adam.Kimse kimsin ne arıyorsun orada diye sormamıştı sanki korktukları bir şey vardı ve elbirliğiyle yok etmişlerdi.Hani bir söz vardır ya "ölūm döşegindeki insanın canını,bu dūnyada en çok kimden korkarsa o alırmış".Sanki en korktugumuz nikaia idi ve canımızı almaya gelmiş ama biz önce davranmıştık işte.
Böyle kaç degerli eseri yok ettik acaba.Hani orta yaştaki çogu kisinin dediģi bir zamanlar biz orada yūzūk taşı toplardık...lafı her şeyi anlatıyor işte.O yūzūk taşı ile bunlar yapıliyor ve gelecege bir nevi mektup yazılıyordu.Sessizce örtūlūp ölūme gönderildi ve önce ūzerinden sıcak asfalf geçti ardından da tepesine bir çöp konteyneri koyuldu.Geçmişten gelen mektubu okumamış gelecege dair ahkam kesiyorduk.Her şwye rağmen ben.Gecenın sırlarını arıyor ve emanetleri kovaliyordum.Oysa her sır ve emanet bu surlarin içinde veya etrafındaydı.Birine çok yaklaşmıştım faili meçhul bir cinayete kurban gittmişti.Herkes ger yerde define peşindeydi oysa Nikaia nın kendisi sur içinde bir defineydi ve kimse onun tarihi değeriyle ilgilenmiyor Altına hucum gibi define arıyordu.
Yansın
Kasaba
Yıkılsın tarih.
Yok olup gitsin,
Roma. Bizans.
Sultaninok sarayının loş koridorlarında
Dolaşırken
Haşhaşı hasan sabbah..
Sur kapıları yol geçen haniysa ve
Asayiş gevşek
Hain çoksa....
Iyi sabredebilmis sultanikon
Sessizce
Peçenekler surlara biyzantion bayrağını
Çekiyorsa
Söyleyecek tek söz...
Alın tüm tarihinizi
Çekin gidin.
Nikaia yatırlar ile
Boguşsun....
Üzüm bağları yok olmuş,
Ve
Yerini zeytin bağlarına terk etmişken....
Asalak beton binalar,
Tüm ovayı kaplamış.
Cebimize para
Ruhumuzda
Vatan gitmişti.
Bizim için o geçmişin sadece maddi yönū önemliydi onun da ismi bir kūp altın.Gerisi taş,çakıl,çöp.Benim için ise tarihi değeri bir mezar dolusu altından değerliydi.Para bir gūn biter ve belkide sen.İflas da edersin ama tarihi bilir korursan sonsuza dek servete sahip olursun.Ùzūlme dedi koca lahit.Kendi acısını unutmuş beni teselli ediyordu II.purusias ın koca kaya kūtlesine oyulmuş mezarı ve tūm olan biteni bana fısıldayan da purusiasin kayada bedenini arayan ruhuydu.
Anladığım kadarı ile gecedeki sūrgūnlerim sūrecekti.Olduğum yerden tūm ovanın göğsūne çöreklenmiş beton binaları izliyorum.Hepimiz bir yada birkaç daire uğruna mutluyduk,oysa bize emanet kūçūk vatanı yok ediyorduk.Eminim ki bu ihaneti haçlılar selçuklu, osmanlı ve bizans bile yapmamıştı.Ve biz halen açtık doymak bilmiyorduk.
×××
B (31)
Yüksek bir tepeden
Bakinca
Eski bir çini fırınının
Ateşlik bölümune benziyordu
Geceleri
Nikaia..
Binbir renk in yanıp
Çiçekleştiği
Şehir.
Gerçekten de ovadaki binlerce ışık.Geceleri sönmek ūzre olan bir çini fırının ateşlık bölūmūne benziyordu.Gece boyunca içinde yanan odun ile sabahlara dek sevişmīş ve yorgun dūşmūş gibiydi.Ve şehrin kapılarından çıkıp giden yada şehre gelen araçlar ise.Halen bacadan çıkan bir kaç kıvılcım gibiydi.
Bu gūnden belki bir 150 yıl geriye gidip.Aynı noktadan seyretsek iznik i.Birkaç cılız sokak feneri,sağda solda yakılmış derviş yada kimsesizlerin ateşi ve lefke kapidan girip,ıstanbul kapıdan çıkan kervanların başındaki kervancının elindeki meşaleyi zayıfta olsa görecektik.Hayal edince yani. Ve ben halen geçmiş ile gelecek arasinda bir hayali dūnyada yaşıyor gördūklerimi not edip sizlere aktariyorum.Bir gūn bu hayallerden ölūm denen dūnyaya gözlerimi açınca uyanacagım.O yūzden ölūmden bile korkum yok,çūnkū o gūn gelince bu kez.Gazi Mustafa Kemal Atatūrkūn bahsettiği iznik i görecegim."UNUTMAYINIZ KI GERÇEK İZNIK'İ ASLA GÖREMIYECEKSINIZ. O TOPRAĞIN ALTINDADIR.M.K.ATATATŪRK".
Bırakın onun dediği iznik i görmek.Onun önūnde oturup kahve içtiği sonra ahşap merdivenlerinden çıktıktan sonra o gūn ki iznik belediye başkanına dönūp cevabını alamadigi."Reisim az önce çıktığımız basamaklar kaç adettir"sorusunu yönelttiği o eski belediye binasını bile görmek hattı zatında yerini bilmek bile imkansız gibiydi.O tarihi binayı o olaydan sonra önce kamyon ile çarpıp kapısını sonrasında ise bina hasar gördū diyip tamamını yıkmışız.yetmemiş hızımızı alamamışız ve hemen yanı başındaki hacı hamza cami ve kūmbetini de yok etmişiz. Bu gūn o caminin temelleri belediye meydanindaki havuzun oldugu yerde 1m toprak altindadir.Artık havuz başında oturup çayınızı yudumlarken ve sohbet ederken dūşūnūn, neyin ūzerinde olduğunuzu.
Menfi menfaatletiniz uğruna yok ettiğiniz o bina,camii ve kūmbet vari tūrbe.Sahi ne yaptiniz o eski kimliği, kaybettim deyip yemisini mi çıkarttiniz.Evet haklisiniz yani ne olmuş Atatūrkűn ziyaret etyiği yeri yok ettigimiz için turist gelmiyorsa gelmesin diyorsaniz...diyecek søzūm yok. Çūnkū bir önceki ve daha öncekini de o şekilde yok ettiniz.Doģma buyume bir iznikli olmadiğim halde (sizin her zaman dediginiz kelime ile. Zaten iznikli degilsin begenmiyorsan çek git. ) koskoca osmanli medeniyetinin gectigi şu sur içinde birtek osmanli mezar tasī veya mexarliğina rast gelmedim.ama dile getirdim.Ve siz. Ne ben kadar iznikli oldunuz nede o hor gördugunuz hırıstiyan bizansli kadar geçmişe sahip çìktiniz. O bizanslilar tūrk mezar sandukalarini yok edip atmadilar tam tersi. Surlarinda tek noktada toplayip ust uste koydular. Ùstelik te haçlilarin en yogun saldirisinin oldigu noktaya.haçlı şövalye godfoyrt un saldirilarina açik surlar,yenişehirkapida. Işte o şøvalye nikaia yi alamadan o sur ønūnde öldū gitti ve hatta orada bir yere gømūldu ama o burçta ūst ūste konmuş selcuklu mezar taşlari uzerindeki arapça kitabeler ile bu gune ulaşti.
Ama biZ o gavur nikaiaya..! Sahip çıkamadik ve koruyamadik.Gavur taşi dedik tekmeledik.Biz onlara binlerce şey emanet ettik,sahiplenip korudular. Biz ise hiç bir emanete sahip çıkamamiz.İznikli kim deyince de.Kimseye meydan birakmadan benim demişiz.Varin īznikli siz,hayalprest ben olayim.En azindan bir elli altmış yıl geriye dőnsem ve bu şehirde belediye başkanı olsaydım neler yapmazdım neler.Onca eski osmanlı mezarlikları dahil her şeyi korur sahip çıkardım.Sur dışını imara açar ve merkezi ise oldugu gibi korurdum.Ama şöyle geriye dönūp baktiğımda en basidinden mezarlara dahi sahip çıkamamiş taşlarini ise saga sola atmış veya gizlemişiz.
Bazen de hızımızı alamamış hedef tahtası yapmış acimasizca kurşunlamişiz. Geleceğimizi vurmuş ayağimiza sıkmışız yani.koskoca bir kaya ve būtūn yūzū steller ile kaplı ama hedef tahtası.Benim saydiğım onyedi taneydi.
Aşk...
Nedir bilirmisin sen...?
Illaki karşı cinse duyulan his,duygumu. ?
Bir ağaç bir göl. Yada bir kent.
Veya
Peş peşe gelen medeniyetler...
Bir duvar,
Bir taş.
Bir mehtap....
Ayazla yaz beyazı gece
Aşk ıllaki
Bir kadına duyulan his mi.. ?
Geceyi seversem, yada kendimi.
Aşk.....
Olmazmi,
İllaki ilk göz ağrısı,
Çocukluk aşkı,
Yani....
Aşk meşk çocukluk ise,
Çocukken sevginizi,unutuverin
Gitsin...
Aşk.. çocuksu bir duygu,
Çocukluk aşkı.
Saçmalık...
Dimi.?
Oysa ben.
Çocukken sevdim seni.
Nikaia....
×××
B ( 32 )
Şiddetli dalgalarda kıyıya vuran ıstakozları denizde kıyıya vuran sandallara benzetiyor Yalçın Öztürk. İncir altında her fırtınada kıyıya vuran çini parçalarına tutunan ıstakozları yavaşça göle, çini parçalarını da cebine atıyor.
Önüme sandala dönüşmüş bir balık deseni koyuyor üstad, balığın sırtından çıkan lale desenleri yelkene dönüşmüş. "Balığa, çiniye, göle aşık biri çizmiş bunu, kıyıya vuran desenlerden biri bu."
Bir konuşmamızda "esas çiniyi ölüler yapar" diyen Kudret Gürol'un ne kadar doğru dediğini anımsıyorum.
Bu kıyıya vuran çini parçaları ve ıstakozlar gurbetten dönen Yalçın Öztürk'ün yazdığı dört hikayeden sonuncusu, yarım kalmış. Kalem ve kağıt ilişiyor gözüme.
Yalçın ağabey, ne zamandan beri hikâye yazıyorsun?
"Doksan sekizden beri."
İlk hikayenin adı neydi?
"Bir Rum evinin öyküsü. Karacabey köyünde yattığım yerde bir Rum evini izleyerek yazdım. Doğuş'ta yayınlanmıştı."
Nasıl bir duygu bu ya? Bir evi izleyerek onu yazmak...
"Senin için yıkıntı bir evin ne anlamı vardır?"
Hüzün… Bana göre eşyalar konuşur, zamanla yıpranır ve suretleri değişir, insan gibi.
"İnsan gibi. Ben her gece o evi seyrediyordum. O evin şekli şemali bana kalemi kağıdı aldırdı. Evin "yaz şunu" der gibi bir hali vardı. İnsan hüznünü anlatan bir yüzü vardı. Bir taraftan kapı öbür taraftan ıhlamur ağacı yaslanmış üzerine, yıkıldı yıkılacak. Nerede virane bir ev görsem, orada saatlerce oturur hayal kurarım; o evin içine birilerini sokarım kafamda. Eski zamanda birilerini yaşatırım içinde. Sonsuz zevk alırım bundan, bir yandan da hüzünlenirim. İşte o anda kalem kağıt varsa not alırım. Tarihi yapılara bakarken şunu düşünürüm: “ölürsen unutulursun, ölmemek için unutulmamalısın.”
Yeryüzündeki eşyalara can veriyorsun hikayelerinde, Haşmet Aga’da bir ayağı yıkılıp yana devrilen, kendini izleyen insanlardan utanıp gece yıkılan bir ev vardı. Konuşan bir sinek, acı çeken bir ağaç. Kaldırımlar, yollar…
"Rum evinden sonra Abdulvahap’tan İznik’i anlattığım bir hikâye var. Oradan geçen kervanları anlatıyor… Senin düşündüğün şey var ya, İznik’in tarihi yapılarını konuşturarak İznik’i anlatmak! Onu yapıyordum. Sonraki hikâyem olan Mavi Ladin’de yanı başında duran sart harabeleri anlatıyor Mavi Ladin (ağaç). Rüzgar eksiklerini tamamlıyor. Ben ocağın başında oturmuşum kalem kağıda onları yazıyor."
Seni hikâye yazmaya iten sebep neydi?
"Rum evin öyküsünü yazmadan önce, yine böyle Türkiye’nin dört bir yanına camilerde çalışmaya giderdim. Döndüğümde Nevzat Kara’nın yanına uğrardım. “Anlat” derdi, “ne hikayelerin var?” Açardık biraları ofisinde, ışıkları söndürürdük. Ben hikâyeyi anlatmaya başladığımda o pantomim yapar gibi hikâyenin baş karakterini oynardı. Sonra bir gün “bana anlatma” diyerek önüme ismimim yazılı olduğu bir ajanda koydu. “Buraya yaz, ben hem okur hem de düzenlerim.”
Eline kalemi tutturmuş, sonra kalem tutuşmuş anlaşılan. Tutkuya mı dönüştü bu daha sonra?
"Tutku değil, hastalığa dönüştü. Gittiğim her yerde o bölgenin ilginç olaylarını araştırırım. Ne bileyim o bölgenin atasözlerini, özlü deyişlerini ararım. Sonra bu köyün adı ne, nerden gelmiş? Ne olmuş, tarihi belli mi? İlk yerleşim yeri burası mı?"
Ne tatlı bir hastalık! Araştırma merakı var bir de…
"Bak orta okulda incir altı mendirek de oturuyorum. Yerli turistler geldi, İznik’in tarihini sordular bana. Daha 2 senelik İznikliyim. Cevap veremedim. Kadın turist oturdu İznik’i anlattı bana. Bak, dedi, hem İznikliyim diyorsun hem de İznik’i bilmiyorsun. Bütün kaleleri bütün tarihi gezdim bende. Sonra meslek lisesine geçtik. Öğretmenler duvar gazetesi çıkartalım dedi, zıpladık. Karikatürler yaptım, köşe yazıları yazdım. Lise sonda da üniversite sınavına girdim, 3 puanla kaybettim. Seneye tekrar girerim dedim, bu işe girdim. Heybemize paradan çok dost ve hikaye toplamaya başladık."
Deliler ile ilgili hikâyelerin var bir de… uç tarafları seviyorsun galiba.
"Yani! O delilerin bir gerçeği vardır. Onlarında ti’ye aldıkları akıllılar vardır; kendi diliyle kendi aklıyla. Düşünki 26 senelik iş hayatımda gittiğim her yere kartvizitimi bırakırım, bir tek kişi aramıştır beni, o da bir deli. Buraya, İznik’e geldi."
Sana hikâye yazdırmaya iten Nevzat hikâye yazıyor muydu?
"Ayasofya’yı izlerdik Nevzat’la. Bir pencerede ben öbüründe o. Saatlerce izlerdik, Ayasofya’nın iki kubbesi bize İznik’i anlatırdı. Birbirimize sorardık, önce sen mi anlatacaksın ben mi? Bira kapağından yazı tura atardık. Kaybeden anlatmaya başlardı, dinleyen de hikayeyi yazardı."
Hiç sevmediğim laf “yalan dünya” dır. Tanrı’nın yarattığı her şey gerçek ve güzeldir. Benim hikâyelerim o gerçeklerin içinden çıktı.
Nevzat Kara’ın Yalçın Öztürk’e yazdığı şiir.
YALÇIN
Kod ismi “Yakamoz”
Kardeşi var “Takoz”
Tezyinattır işi
İnatçı bir kişi
Tıfıl, bücür bir seyyare
Küçük kanatlı teyyare
Uçurur hayaliyle
Onu dikkatle dinle
Becerikli bücür
Yüreği acır
Elleri işler
Duvara fişler
Kalbi duvara rozet
Ondan herkese sözet
“Kalemkar Nakkaş” de
Sinan’a benzet
Küçük “Büyük Adam”
Ne bakıyorsun madam!
Fırçada irade o
Boyada piyade o
Gözlüklüdür gözü
Mizahidir sözü
Kızdırırsa bizi
Çöktürür dizi
İnsana çabuk kanar
Kazanda hemen yanar
Dostları hançeriyle
Sırtından kan damlar
Dostu var Nevzat
İznik’e tezat
Onun gibi olsa olmaz mı?
Tarlaya pırasa mı?
Sözünün eriydi
Dipdiri biriydi
Düzene uydu o
Cebine koydu o
Keyfinin kahyası o
Mutluluk mahlası o
“Bana ne!” de deyince
Düzenin atlası o
İskeleden düşerdi
Kurudu da yeşerdi
Fırça kulakda durur
Mollalarda şaşardı
Belinde platini
Dinmeyen ağrısı
Kazıklandı dünden o
Sancıyor sağrısı
Karısı var Fatma
O onu çok sever
Üç de çocuk
Aslan yürekli nefer
Onlar erecek muradına
Biz çıkıcaz kerevetine
Masal burda bitecek
Bir şiir ne rafine
Nevzat'dan bana gelen bir şiir di bu. Bana yaz derken,yazmıştı beni.yapacağini yine yapmıştı yani.
Ve rahmetli yine bir rahmetli Nurettin ile iznik uzerine bir söyleyişiydi,yukaridaki satirlar.Çok dostlarım vardı usulca aradan sıyrılıp gitti.
Keşke bir kapağı olsa bu kentin ve istedigim an açsam onu. Dostlari yok olan iznik i görsem.Yok olmasın diye korkarsam.. O kapaği kapatmam gerek.Kimse dostlarimi ve tarihimi çalmasın diye.
Her şeyi herkesi gørdūm yazdim ama iki dost ağabeyi unuttum.Onları anmazsam yazdįklarımın bir değeri olmaz. Kadir ve Kenan Oguz.Doğuş gazetesi-iznik
Rahmetli kenan ağabey.Doğaçlama yazdiğm kargacik burgacik yazıları çözūp gazeteye basìm haline getirene dek. Akla karayi seçerdi.Zordu o yıllarda gazetecilik ve gazete basmak.Hele ki herkesin kabadayi olduğu iznik de gazete basip yayinlamak. Bu gūn bile zordur bu kasabada gazeteci olmak,zul.Zulumdur.Hele ki onlarin zamani...
Ali desen suç,Veli desen kabahat.Kısaca bir yanìn sakal diğer yanin bıyık.Bir de ruzgar varsa tūkūr bakalim nereye yapişirsa. Sende hayallerde kal be Nurettin...Ruhun şad,mekanin cennet olsun çocuk.
Rahat uyu mekaninda.bana dedekorkut derdin.Destursuzca gelip girmiştin aramıza,tahsilini bitirip gidecektin ama öyķūlerimize bulaştın ve kaldin gidemedin bir tūrlū.
Gittiğin gūn engel olabilseydim sana da.. O lanet olasi kaza yerine ulaşip terk etmeseydin bizi,iznik i ve bu dūnyayı. O gencecik yaşta.
Oysa öykulerimi topluyordun ve hikayelestiriyordun.Modern dedekorkut hikayeleri ile bastiracaktin.Søzūnde durmadin ve kurtulmak için benden.Ölūmū seçtin. Bende öykūlerimi açık artıtmaya çıkarttim satiyorum ve ustelik, bedelsiz.Alanìn elinde kalsin diye. Gūle gūle çocuk,gittiģin yerde bir gūn görūşmek ūzre.Yolun açık olsun ve o alemi seyrettiģin koltuğun yanindaki boş yeri bana ayır ki gelince aynı noktadan olan biteni bende izleyeyim.
Dedim ya, çok şey kaybettim ben bu şehirde.Çok şey koymuştum cebime,delikmiş. Ne varsa dökūlmūş.
×××
B (33 )
Çıldirdı göl.
Zaten
Deliydi..
Geçmişin kavgasini
Yaparcasina
Kiyiya vuruyordu.
Tek dostu,
Gok kubbede
Zeus du.
Aralarina poseydon geldi.
Göl.
Hiddetlendi,
Dalgalar zor atti kendini
Kiyiya.
Ve
Bazilikanin kalintilari
Vurdu karaya..
Şimşekler vurdu gok kubbeyi,
Bulutlarda çatlaklar olustu.
Ve nikaia nin uzerine
Yağmurlar
Düştu.
Bazilika şaşkindi.
Son bir gayret uzandi,tutundu
Kumsala.
Ve bir dalga geldi orttu
Ustunu,sessizce. Ceplerini yokladi
Bazilika
Bir parca seramik bir tutam kemik
Kucuk bir cam parcasi vardi.
Ver dedi dalgalar,verirsen seni gun
Yuzune cikarir ama sırrini vermem
Dedi.
Verdi bazilika
Ve peş pese geldi göl yuzeyinden dalgalar.
Gök kubbe bir kez daha parladi ve
Sustu.
Nikaiada artik ölum vaktiydi.
Zaman hızla akıp gidiyor ve beni de peşinde sūrūkledi.Yaşlandim ben de ister istemez ve yaş oldu ellisekiz.
Ya zaman zalim yada ben.Bence en kötūsū "Hades".Sokakta sahipsiz kim varsa çökūp yakasına alip götūrūyor "harronun" karşısina.O da enine boyuna ve özellikle de göz çukuruna bakiyor.Aradiği o metal yoksa kızıp bağırıyor hades e.Burası beleş dūnya değil ve yoksullara yer yok.Parası olmayan ölmesin ve bu dūnya ya damsız girilmez.
Oha... hem damsız hem parasız o aleme geçilmez ne demek lan.iki dūnya arasinda da kapitalizm kanunlari sūrup gidiyor yani."Gūnah, dam. Oluyor,sevap ise kapital".Yoksulda ikiside yoksa nereye gidecek."ARAF" yani yolculuğun en alt tabani, zemin kat.Konduktör yok, biletçi uğramaz.Çıkart ayakkabilarini koksun ayaklarin yada çorabin.Kimse sesini çıkartmaz,itirazin varsa ver farkını çık bir ust guverteye.Batarsa gemi, ve yūzme biliyorsan harron da seni göremiyorsa. Kurtulur yaşama devam edersin.

Yıl.1900..
Orhangazi tarafından iznik yönüne bir tekne seyir halindedir.ambarları buğday, güvertesi ise varlıklı yolcu doludur.tekne personeli hariç yolcu sayısı kadınlı erkekli 40 kişidir.
Mevsim yaz.herkes güvertede yolculuk etmekte ama göl yüzeyinde çalkantılı dalga vardır. Tekne yanlış yükleme ve kaptan hatası yüzünden alabora olur. Yolculardan sadece 8 i kurtulur.kadınların gerdanları erkeklerin cepleri doludur ve bir düğünden gelmektedirler.32 yolcu kaybolur. Padişah teknenin bulunmasını ve kayıpların çıkartılmasını emreder ama dönem karışıklık dönemi ve teknik de yetersizdir.
Kayıpların bulunup çıkarılmasi imkansizdir. Ve bu olay gölde yaşanmış osmanli arşivlerine de geçmiştir.
Anladiğim kadarı ile.Teknedeki her kes Sermayeder dir ve paralarina kıyacak cinsten değillerdir.Ne kayıkcıya para verme taraftarıdırlar ne de locasız ahiret yolcusu değildirler.Hepsi damlı çatılı saraylidirlar lakin. Bu gūn göl tabanında ne iznike nede orhangaziye varamamış deli lerdir..! De, arafa girmek için şengen vizesi gerek.
Varmı.?
Yok...!
O zaman iki kasaba arasinda ki kaçak mūltecisin sen arkadaş.tek yol var. Seni cennet cehenneme almadan, kim kabul edecekse seni. Sen tarafsiz bölgede bekle. Sonrası kolay. Sınır dışı...
Zaman.Ayaklarimin altinda buzdan bir zemin.Her adim geri gitmel gibi. Ama ne ben zamana gidiyorum ne de zaman bana geliyor, herşey ayaklarimin altindan kayip gidiyor.
Geriye bakinca bu gūn..Her şey benim uzerime yīkılıyor...
Güzel bir geceydi.
Her yer anı,
Hatira doluydu.
Müzik çalarda
Eski bir şarkı,
Tüm odayı sarmiştı.
Kırmızı gülun adı var,
Eski radyo dile gelmiş.
Yüregi kabarmiş sanki coşmustu.
Oda loş, ışıklar utangaç gibiydi.
Kırmızı gül degil bepki ama,
Şarap şişesi.
Yanindaki kadehe atladi.
Odanin duvarlarindaki tüm hatiralar
Olan bitene şahitti.
Güzel bir geceydi...
Balkonun kapisi sessizce açildi,
Ve içeriye dolunay geldi.
Vedalaştik,sarildim ve dedim ki...
Yürekten sarılacak insan az kaldı...
Gözleri doldu,gözlerim dolmuştu.
Eski anilara,yeni anilar.
Karişti...
Evet. Her şey bir birine karişmiş ve bir keşmekeşliğe dønmūştū.Ve kapitalizm bir gece göl sularina batmiş ama kurtarmak mumkun olmamişti.Lakin o burjuvalar.bir yolunu bulmuş obur dunyaya geçiş yolunu bulmuşlArdi.
××××
B (34)
Bir kendi şehrime bakıyorum bir de ege deki antik kentlere.Koruyamayıp būyūk bölūmūnū avrupalilara kaptirdigimiz onca mukemmel esere rağmen.Daha kuzeye yani marmara bölgesine geldigimizde ve øzellikle iznik.Antik çağin o mukemmel kalintilarina ulaşmak neredeyse imkansız gibi.Kimbilir belki de bir çoğu toprak altinda ama toprak ustunde olanlar da yetersiz hatta bu osmanlį eserleri içinde geçerli.Sanki candarlılar devlet yönetìmden alinmasiyla iznik sadece çini ūreten bir merkezden öteye gidememiş ve kaderine terk edilmiş gibi duruyor.Mevcut olan osmanlı eserlerinin çoğu da Çandarli sūlalesinin dønemine ait.Onlardan sonra ise sanki osmanli iznik i yok saymış ve ortaya çıkmasını istememiş gibi toprak altına itelemiş gibi.
Peki. O muhteşem roma ve bizans eserleri nereye gitti.Kanuni devrinde iznik e akın eden onca şıh ve derviş.Ellerinde çekiç ile sokaklarda rastladiklari bizans eserlerini doğradıysalar... Eyvah. Demekki taliban misali militanlar ozamanda mevcuttu.
İznik te ekmek elden su gölden olduğu zamanlardan bahsediyorum.Ūç imaret ūç øğun bedava yemek dağitiyorsa ve sur aralarinda ki her burç bir ev gørevi gøruyorsa.Kendini şıh derviş ilan edip ipini koparan iznik e dūştūyse vay geldi o iznik in başına.!
Dūşūnūn okadar dervişli iznik i.Bir zamanlarin dūnyevi ilimler ile ilgilenen muderrislerinin yerini. Kıçının altina bir post,dilinin ucuna bir kaç manevi kelam koymuş ne idūğū belirsiz tarikat şıhları bu kentin ırzına geçmiş demektir ki.. Bir zamanlar araziletinde afyon dahi dikilen başkent şehrinden söz ediyoruz.
Afyon sakızını çīğneyen søzde şıh ve mūridi.yok ettiği put..!! Sayisi ksdar cennet garantiler.eğer o yolda ölūrse,zaten cennetliktir haşhaşiler.
Onca gramerci,matematikçi,astrolog,tiyatrocu,felsefeci,tasavvufçu,şair,bir nevi biyolog,sporcu yaşamış bu kentte ve hatta imparator ve şehzade.Nereye gitti onlardan kalan binlerce iz.
Her tarihi caminin ve kilisenin etrafinda onca mezarlik ve mezar taşları...Kīm çaldı yada yok etti.Bunlari ben söylemiyorum tarihi belgeler söyleyip hesap soruyor,ve ben onlara sadece sözculuk elçilik yapiyorum.Cevap ariyorum onlarin adina geçmīşi sorguluyorum.Çūnkū onlar bize emanet ve bir gūn nerede bunlar diye sorarsa biri..Cevap vermek zorundayiz zorundayim.Kim sorabilir bunu bize... Torunlarimiz.Ne diyecegiz onlara...? Bilmiyorum evlat.Gözūmde kalin camlı gūneş gözlugu vardi,göremedim mi.?
Bu kent bizim. Bizim idi doğrusu.Ama birileri bizim geçmişimizi de gelecegimizi de çalmıştı.Geldiğimiz noktada cep delik cepkenimiz delikti.
Ne kadar yazsam neyi anlatsam da bu kent.öyle būyūk bir yer ki.Anlat anlat bitmez ki... biz sadece buz dağının gőrūnen yūzūnū görūyoruz, ya göremediğimiz toprak alti..! Yok ettikkerimizi sormuyorum bile.Efsanelerini,hikayelerini veya gerçeklerini. Hangisini yazip anlatayim.Bizans hikayelerinin Osmanli efsaneleri ile harmanlanip gunumuze gelenleri mi.?
Bazen kendi kendimle kavga ediyorum. Ve diyorum ki "sana ne.Sen bu topraklardan ekmek yemiyorsun.sadece evine geldiginde havasini soluyor suyunu içiyorsun.Sus sana ne".Ama soludugum her nefes, biliyorum ki öbūr aleme geçince ben.Benden hesap sorar ve kefenimin yakasina yapişır.Ben de bunun hesabını veremem o iki el yakamda mahşere kalır.İşte o yūzden yazmaya devam.
Ruhum hasta değil.
Asla.
Yaşamadiğim stresi
Ona yaşattim
Derdi,stres.
...
B( 29) Pekiyi de benim suçum ne, niye uykusuz benim bu gecelerde.?Gūnahı ìşleyen Telete (Nikaia nın kız kardeşī) cezasını çeken ise ben. Nikaia nın bile umrunda degilim.O bile huzur dolu sonsuzluk uykusunda,oysaTelete sabahlara dek Bu kentin sokaklarında.
Asırlar ònce yani başimdaki kayanin çatisiydim. Bir gün şiddetli bir deprem ile yerimden koptum uzerimdeki bina ile birlikte göle yuvarlandim. Dedi.
Gúnün her saati görunmez saat 12 ile 14.30 arasindaki gun işiginin tepeye geldigi anda yani. Gòl yüzeyine çikar ve etrafa göz atarmış.
Bu yöreyi kendine mesken edinmis ve tüm gizemlerini yuregine gizlemiş gibiydi.
Gölun hayaletiydi yani. İşledigi suctan dolayi başi kesilmis gövdesinden ayrilmiş ama kendi yere yikilmamiş gibiydi múşküle sarikaya. Ve bu göl yuzeyindeki kuru kafa onun kellesi gibiydi. Buna ragmen yuzunde esrarengiz bir gülumseme vardi.(resmi yan cevirince göreceginiz yansima ile bütun bir kurukafa yi net olarak gòreceksiniz)
Bir zamanlar bu mevkide inzivaya cekilen keşişler en guzel şaraplik üzümu uretmislerdi. Ihtiyac fazlasini ise .teknelere yükler ve konstantinepolis e gönderirlermis. İşte o üzume de moskura (müşküle) denirmiş.o donemin en aranan ve begenilen markasi yani. Rengi krem sari ve ağizda nefis tad birakip sertliğinden dolayi müthiş sarhoş edermiş.. o yuzden îçine kondugu her meşe fıçıya şarabi çok ıçersen şeytana kapi açarsin yazilirmiş.
Nedense bizans merkezde her meyhanede hatta sarayda kimse bu uyariyi dikkate almaz neticede geceyi körkutuk sarhos,sabahi ise agir baş agrisi ile karşilarmiş.
Moskura,kücuk bir kale kasaba ve etrafinda inzivaya cekilen keşişler. Bağlarinda yetiştirdigi üzumleri loş ve küf kokulu magaralarda mayalar abu hayat suyu diye satar bagli olduklari kiliseye ve bulunduklari yöreye hareketli ticaret getirirlermis.
Ha..Şarabi çok içince. Şeytana kapi açmişlarmi bilinmez ama... müşkule sarikaya bir gece şarabi fazla kaçirinca körkütuk olup. Askania gòlüne düşmüs.
Birtürlü kendini toparlayip ayağa kalkamayinca yada diyonizos un oyunu ile askania gölunde boğulmuş.
O gece ona eşlik eden nikaianin kızı "TELETE" bile yardim etmemiş. Sarikaya o gece okadar mutluymus ki. Ruh tanricasi teleteye gece boyunca binlerce öpucuk yollamı,mutlulugu ve gülumsemesi ile gün ortasinda göl sularinda bogulmuş.
İşte o gün bu gündür.suyun durgun havanin güneşli oldugu zamanlarda her gün gün ortasinda yani 12.00 ile 14.30 arasinda göl yüzeyinde ortaya çikar ve mutlu şekilde gülermış.
Sizede alaycil ama sır dolu gülümsesin. Görurseniz o yüzu söyleyin.haksizmiyim? Ve siz bu masala ister inanin ister inanmayin ama sarikaya bir sır saklar sakın unutmayin.
Şimdi bu fotoģrafa iyi bakın hatta sola çevirip bakın. Su içinde ne kadar mutlu bu kaya.Halen bana sen hayalperestsin diyorsaniz başkada sözūm yok size.Göl yūzeyinde sırıtan "Telete" mi yoksa bana mı öyle gelir. De hele.Hey Nevzat Kara neredesin de hele.Yaz dedin, yazdįm. Şìmdi sen söyle.Haksızmıyım ben?Rúzgar esiyordu. Etrafında ki tüm zeytin ağaçları rüzgarın kollarında dans ediyordu. Kimisi coşmuş yapraklarından konfeti yapmış yanındaki zeytin ağacına serpiyordu.
O.yerden havalanan toz zerreciklerini yaprakları ile tek tek emiyor bedeninde yok ediyordu.
Asırlardır aynı noktada nikaia ovasının ortasında doğudan gelecek dost yada dúşmani gòzler gibi yönü lefke yolunda ve gözlerini dahi kırpmıyordu.
450 YIL önce kuruyup giden bir çınarin köklerinden doğmuş ve onun bıraktığı nöbeti devralmıştı.
Onun olduğu yöne doğru gidiyordum.bir yandan da yüzüme çarpan yapraklardan korunmaya çalışıyordum. Yer yer sertleşen rüzgardan kimi zaman da çukurlardan kaçınarak ilerlerken... bir kaç yüz metre uzaktan göründü. Biraz öne eğilmiş yüzüne siper ettiği dalin gölgesiyle sanki bana bakıyordu ama, yapragindan dalına hareketsizdi.
Yaklaştım yanına,önce rüzgar durdu. Sanki gök yüzüne uzanan dalı ile rüzgâra sus ve dur demişti.
Ayak ucunda bedenine aklar sürülmüş olan çeşmenin yanında durdum, Karmakarışık yaprakların arasından koca bir kuş havalandı. Gözlerim onu mavinin tam ortasında yakaladı. Koca bir Baykuş. Bir iki döndü ve Nikaia yönünde kayboldu.
İnce bir sızı gibi akan çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Koca çınarın beni izlediğini sudaki yansımasından izledim.
Çeşmenin yanında benden binlerce yıl önce gelen bir insanın elinde şekillenmiş koca taşa baktım. Yüz üstü kapaklanmış ve istediği yapılmamış bir çocuğun huzursuz ağlaması gibiydi. Elimi sırtına dokundum, yüzüme bile bakmadan ağlamaya devam etti. Belli ki bana söylemek istemediği bir derdi vardı. Yan tarafından bakınca göğüs ve karın kısmında rölyef dövmeleri...! Vardı ama bana dònmedigi yada göstermek istemediği için ne olduğunu anlayamamıştım.
Çınar ile gòz göze geldim. Bir yaprak "sus" dercesine dudaklarına gitti sustum.
Yıllar önce dedi. Biraz ileride toprak altında kendisine emanet bir faniye mezar di. Ama bir gün yine bir fanî geldi,kazdı. Emanet edileni dağıttı. Belliki bir şey aradı bulamadı ve ortalığı kırıp geçirdi. Sonra o bölgenin sahibi geldi. Yinemi bu gavur taşları dedi traktoruyle getirip benim yani başıma attı. O gün bu gündür arada benimle dertleşir ama genelde bu şekilde ağlar durur.
Zaten benim derdim bana yetiyor,bir yandan gövdem de ateş yakıyorlar bir yandan da bağa bahçeye atılan zehir atığı kutuları bedenime saklıyorlar.
Bu çeşme yokken hemen ardım da antik dònemden kalma ve ağız bileziği mermer oymalı bir su kuyusu vardı önce o çalındı kuyu korumasız kaldı ve içine toprak doldu. Bileziğin üzeri sütun ve hayvan figürleri kaplıydı. Çok değil bundan 40 yıl öncesi çalışan bir kuyu içine sarkıtılan tahta kova ile bir zamanlar üzüm bağlarında gezenler susuzluğunu giderirdi.
Burası neresi dedim. O anlatırken ben gövdesine bakıyordum.kiris kırıştı ve üşümemek için arsız bir sarmaşığı bedenine dolamış gibiydi,yada kendini insanoğlundan öyle gizliyordu.
Bana "kaymak köşkü çınarı derler" dedi. 450 yaşındayım benden önce babam ondan önce dedem vardı. Hepimiz birbirimizin köklerinden doğduk....
Neden sana kaymak köşkü diyorlar..? Sustu. Küsmüş gibiydi cevap vermedi.yuzume de bakmadı. Belli ki bir şeyleri gizliyordu. Üstelemedim bir sigara yaktım uzaklaşırken geldik. Ağlıyordu. (Ayak ucundaki iki delik bana gòz yasini animsatti.ve sarmasigin saga verdigi kıvrim çinarin agzi açik şekilde ağladigini)Ve çınarın gòvdesi NİKAIA yi andiriyordu
Keşke çınarların dili olsa,anlatsa. Ben sussam onları dinlesem.B (30)
Bu şehirde her şeyin bir ruhu var sanki.Canlı cansız ne varsa bir şeyler biliyor söylemek istiyor ama konuşmuyordu.Ya yaşadiklarinin duyulmasini istemiyor yada yaşadığı travmayı içine atmış duyulsun istemiyordu.
Yine bir kanalizasyon çalışmasiydi.sokaklar allak bullak her yer toz duman.Bilinçsizce yapılan kazılar darmadağın edilen toprak altı.koskoca makinelerin ve ona hūkmeden ufak tefek göbekli kirli sakallı adamın kimseden korkusu yoktu.Koca kepçeyi göle olta savurur gibi makinenin 2-3 metre ilerisine atıyor tırnakları toprağa geçiriyor ve hırsla kendine çekiyordu.Toprak ana yer yer direniyor ve ūzerini örttūğū bilinmeyeni kimseye göstermek istemiyor ve tūm bedenini taş gibi kasıyor,kepçe ile amansız bir mucaleye girip direniyordu. Koskoca tonlarca agirliktaki makine şaşkındı.Deeken koca bir parçayı ısırıp kopardı,kepçe.Açılan çukura kilitlendi herkes.şaşkındı orada bulananlar.Çukurun içinden etrafı yılanlarla çevrili ve iri gözleriyle onlara bakan biri vardı.Sonunda yūzūk taşları sağlam ve uzerini asırlardıe örten toprağın kalkmasiyla gökkubbeye bakan gūlumsen esrarengiz bir adam.Oda şaşkındı. Kendisine bakan insanlar o tanidığı insanlar değildi.
Hele o demirden yapılma o acaip şeyde ne olaki diye dùşūnūrken yukaridan kendisine şaşkin bakan adamlardan biri hemen uzerine bir örtū örttū.Bir diğeri tahta bir kapak attı ūzerine,sonra kepçeyi kullanan adama dönūp çukuru kapatmasini işaret etti.
Adam kepçeyi el gibi açip yandan bir avuç toprak aldı açık olan çukuru doldurdu.Tek söz etmesine fırsat kalmadan bir avuç topraga gömūlmūştū yılanli adam.Kimse kimsin ne arıyorsun orada diye sormamıştı sanki korktukları bir şey vardı ve elbirliğiyle yok etmişlerdi.Hani bir söz vardır ya "ölūm döşegindeki insanın canını,bu dūnyada en çok kimden korkarsa o alırmış".Sanki en korktugumuz nikaia idi ve canımızı almaya gelmiş ama biz önce davranmıştık işte.
Böyle kaç degerli eseri yok ettik acaba.Hani orta yaştaki çogu kisinin dediģi bir zamanlar biz orada yūzūk taşı toplardık...lafı her şeyi anlatıyor işte.O yūzūk taşı ile bunlar yapıliyor ve gelecege bir nevi mektup yazılıyordu.Sessizce örtūlūp ölūme gönderildi ve önce ūzerinden sıcak asfalf geçti ardından da tepesine bir çöp konteyneri koyuldu.Geçmişten gelen mektubu okumamış gelecege dair ahkam kesiyorduk.Her şwye rağmen ben.Gecenın sırlarını arıyor ve emanetleri kovaliyordum.Oysa her sır ve emanet bu surlarin içinde veya etrafındaydı.Birine çok yaklaşmıştım faili meçhul bir cinayete kurban gittmişti.Herkes ger yerde define peşindeydi oysa Nikaia nın kendisi sur içinde bir defineydi ve kimse onun tarihi değeriyle ilgilenmiyor Altına hucum gibi define arıyordu.
YansınKasaba
Yıkılsın tarih.
Yok olup gitsin,
Roma. Bizans.
Sultaninok sarayının loş koridorlarında
Dolaşırken
Haşhaşı hasan sabbah..
Sur kapıları yol geçen haniysa ve
Asayiş gevşek
Hain çoksa....
Iyi sabredebilmis sultanikon
Sessizce
Peçenekler surlara biyzantion bayrağını
Çekiyorsa
Söyleyecek tek söz...
Alın tüm tarihinizi
Çekin gidin.
Nikaia yatırlar ile
Boguşsun....
Üzüm bağları yok olmuş,
Ve
Yerini zeytin bağlarına terk etmişken....
Asalak beton binalar,
Tüm ovayı kaplamış.
Cebimize para
Ruhumuzda
Vatan gitmişti.
Bizim için o geçmişin sadece maddi yönū önemliydi onun da ismi bir kūp altın.Gerisi taş,çakıl,çöp.Benim için ise tarihi değeri bir mezar dolusu altından değerliydi.Para bir gūn biter ve belkide sen.İflas da edersin ama tarihi bilir korursan sonsuza dek servete sahip olursun.Ùzūlme dedi koca lahit.Kendi acısını unutmuş beni teselli ediyordu II.purusias ın koca kaya kūtlesine oyulmuş mezarı ve tūm olan biteni bana fısıldayan da purusiasin kayada bedenini arayan ruhuydu.
Anladığım kadarı ile gecedeki sūrgūnlerim sūrecekti.Olduğum yerden tūm ovanın göğsūne çöreklenmiş beton binaları izliyorum.Hepimiz bir yada birkaç daire uğruna mutluyduk,oysa bize emanet kūçūk vatanı yok ediyorduk.Eminim ki bu ihaneti haçlılar selçuklu, osmanlı ve bizans bile yapmamıştı.Ve biz halen açtık doymak bilmiyorduk.
×××
B (31)
Yüksek bir tepeden
Bakinca
Eski bir çini fırınının
Ateşlik bölümune benziyordu
Geceleri
Nikaia..
Binbir renk in yanıp
Çiçekleştiği
Şehir.
Gerçekten de ovadaki binlerce ışık.Geceleri sönmek ūzre olan bir çini fırının ateşlık bölūmūne benziyordu.Gece boyunca içinde yanan odun ile sabahlara dek sevişmīş ve yorgun dūşmūş gibiydi.Ve şehrin kapılarından çıkıp giden yada şehre gelen araçlar ise.Halen bacadan çıkan bir kaç kıvılcım gibiydi.
Bu gūnden belki bir 150 yıl geriye gidip.Aynı noktadan seyretsek iznik i.Birkaç cılız sokak feneri,sağda solda yakılmış derviş yada kimsesizlerin ateşi ve lefke kapidan girip,ıstanbul kapıdan çıkan kervanların başındaki kervancının elindeki meşaleyi zayıfta olsa görecektik.Hayal edince yani. Ve ben halen geçmiş ile gelecek arasinda bir hayali dūnyada yaşıyor gördūklerimi not edip sizlere aktariyorum.Bir gūn bu hayallerden ölūm denen dūnyaya gözlerimi açınca uyanacagım.O yūzden ölūmden bile korkum yok,çūnkū o gūn gelince bu kez.Gazi Mustafa Kemal Atatūrkūn bahsettiği iznik i görecegim."UNUTMAYINIZ KI GERÇEK İZNIK'İ ASLA GÖREMIYECEKSINIZ. O TOPRAĞIN ALTINDADIR.M.K.ATATATŪRK".
Bırakın onun dediği iznik i görmek.Onun önūnde oturup kahve içtiği sonra ahşap merdivenlerinden çıktıktan sonra o gūn ki iznik belediye başkanına dönūp cevabını alamadigi."Reisim az önce çıktığımız basamaklar kaç adettir"sorusunu yönelttiği o eski belediye binasını bile görmek hattı zatında yerini bilmek bile imkansız gibiydi.O tarihi binayı o olaydan sonra önce kamyon ile çarpıp kapısını sonrasında ise bina hasar gördū diyip tamamını yıkmışız.yetmemiş hızımızı alamamışız ve hemen yanı başındaki hacı hamza cami ve kūmbetini de yok etmişiz. Bu gūn o caminin temelleri belediye meydanindaki havuzun oldugu yerde 1m toprak altindadir.Artık havuz başında oturup çayınızı yudumlarken ve sohbet ederken dūşūnūn, neyin ūzerinde olduğunuzu.
Menfi menfaatletiniz uğruna yok ettiğiniz o bina,camii ve kūmbet vari tūrbe.Sahi ne yaptiniz o eski kimliği, kaybettim deyip yemisini mi çıkarttiniz.Evet haklisiniz yani ne olmuş Atatūrkűn ziyaret etyiği yeri yok ettigimiz için turist gelmiyorsa gelmesin diyorsaniz...diyecek søzūm yok. Çūnkū bir önceki ve daha öncekini de o şekilde yok ettiniz.Doģma buyume bir iznikli olmadiğim halde (sizin her zaman dediginiz kelime ile. Zaten iznikli degilsin begenmiyorsan çek git. ) koskoca osmanli medeniyetinin gectigi şu sur içinde birtek osmanli mezar tasī veya mexarliğina rast gelmedim.ama dile getirdim.Ve siz. Ne ben kadar iznikli oldunuz nede o hor gördugunuz hırıstiyan bizansli kadar geçmişe sahip çìktiniz. O bizanslilar tūrk mezar sandukalarini yok edip atmadilar tam tersi. Surlarinda tek noktada toplayip ust uste koydular. Ùstelik te haçlilarin en yogun saldirisinin oldigu noktaya.haçlı şövalye godfoyrt un saldirilarina açik surlar,yenişehirkapida. Işte o şøvalye nikaia yi alamadan o sur ønūnde öldū gitti ve hatta orada bir yere gømūldu ama o burçta ūst ūste konmuş selcuklu mezar taşlari uzerindeki arapça kitabeler ile bu gune ulaşti.Ama biZ o gavur nikaiaya..! Sahip çıkamadik ve koruyamadik.Gavur taşi dedik tekmeledik.Biz onlara binlerce şey emanet ettik,sahiplenip korudular. Biz ise hiç bir emanete sahip çıkamamiz.İznikli kim deyince de.Kimseye meydan birakmadan benim demişiz.Varin īznikli siz,hayalprest ben olayim.En azindan bir elli altmış yıl geriye dőnsem ve bu şehirde belediye başkanı olsaydım neler yapmazdım neler.Onca eski osmanlı mezarlikları dahil her şeyi korur sahip çıkardım.Sur dışını imara açar ve merkezi ise oldugu gibi korurdum.Ama şöyle geriye dönūp baktiğımda en basidinden mezarlara dahi sahip çıkamamiş taşlarini ise saga sola atmış veya gizlemişiz.
Bazen de hızımızı alamamış hedef tahtası yapmış acimasizca kurşunlamişiz. Geleceğimizi vurmuş ayağimiza sıkmışız yani.koskoca bir kaya ve būtūn yūzū steller ile kaplı ama hedef tahtası.Benim saydiğım onyedi taneydi.Aşk...
Nedir bilirmisin sen...?
Illaki karşı cinse duyulan his,duygumu. ?
Bir ağaç bir göl. Yada bir kent.
Veya
Peş peşe gelen medeniyetler...
Bir duvar,
Bir taş.
Bir mehtap....
Ayazla yaz beyazı gece
Aşk ıllaki
Bir kadına duyulan his mi.. ?
Geceyi seversem, yada kendimi.
Aşk.....
Olmazmi,
İllaki ilk göz ağrısı,
Çocukluk aşkı,
Yani....
Aşk meşk çocukluk ise,
Çocukken sevginizi,unutuverin
Gitsin...
Aşk.. çocuksu bir duygu,
Çocukluk aşkı.
Saçmalık...
Dimi.?
Oysa ben.
Çocukken sevdim seni.
Nikaia....
×××
B ( 32 )
Şiddetli dalgalarda kıyıya vuran ıstakozları denizde kıyıya vuran sandallara benzetiyor Yalçın Öztürk. İncir altında her fırtınada kıyıya vuran çini parçalarına tutunan ıstakozları yavaşça göle, çini parçalarını da cebine atıyor.Önüme sandala dönüşmüş bir balık deseni koyuyor üstad, balığın sırtından çıkan lale desenleri yelkene dönüşmüş. "Balığa, çiniye, göle aşık biri çizmiş bunu, kıyıya vuran desenlerden biri bu."
Bir konuşmamızda "esas çiniyi ölüler yapar" diyen Kudret Gürol'un ne kadar doğru dediğini anımsıyorum.
Bu kıyıya vuran çini parçaları ve ıstakozlar gurbetten dönen Yalçın Öztürk'ün yazdığı dört hikayeden sonuncusu, yarım kalmış. Kalem ve kağıt ilişiyor gözüme.
Yalçın ağabey, ne zamandan beri hikâye yazıyorsun?
"Doksan sekizden beri."
İlk hikayenin adı neydi?
"Bir Rum evinin öyküsü. Karacabey köyünde yattığım yerde bir Rum evini izleyerek yazdım. Doğuş'ta yayınlanmıştı."
Nasıl bir duygu bu ya? Bir evi izleyerek onu yazmak...
"Senin için yıkıntı bir evin ne anlamı vardır?"
Hüzün… Bana göre eşyalar konuşur, zamanla yıpranır ve suretleri değişir, insan gibi.
"İnsan gibi. Ben her gece o evi seyrediyordum. O evin şekli şemali bana kalemi kağıdı aldırdı. Evin "yaz şunu" der gibi bir hali vardı. İnsan hüznünü anlatan bir yüzü vardı. Bir taraftan kapı öbür taraftan ıhlamur ağacı yaslanmış üzerine, yıkıldı yıkılacak. Nerede virane bir ev görsem, orada saatlerce oturur hayal kurarım; o evin içine birilerini sokarım kafamda. Eski zamanda birilerini yaşatırım içinde. Sonsuz zevk alırım bundan, bir yandan da hüzünlenirim. İşte o anda kalem kağıt varsa not alırım. Tarihi yapılara bakarken şunu düşünürüm: “ölürsen unutulursun, ölmemek için unutulmamalısın.”
Yeryüzündeki eşyalara can veriyorsun hikayelerinde, Haşmet Aga’da bir ayağı yıkılıp yana devrilen, kendini izleyen insanlardan utanıp gece yıkılan bir ev vardı. Konuşan bir sinek, acı çeken bir ağaç. Kaldırımlar, yollar…
"Rum evinden sonra Abdulvahap’tan İznik’i anlattığım bir hikâye var. Oradan geçen kervanları anlatıyor… Senin düşündüğün şey var ya, İznik’in tarihi yapılarını konuşturarak İznik’i anlatmak! Onu yapıyordum. Sonraki hikâyem olan Mavi Ladin’de yanı başında duran sart harabeleri anlatıyor Mavi Ladin (ağaç). Rüzgar eksiklerini tamamlıyor. Ben ocağın başında oturmuşum kalem kağıda onları yazıyor."
Seni hikâye yazmaya iten sebep neydi?
"Rum evin öyküsünü yazmadan önce, yine böyle Türkiye’nin dört bir yanına camilerde çalışmaya giderdim. Döndüğümde Nevzat Kara’nın yanına uğrardım. “Anlat” derdi, “ne hikayelerin var?” Açardık biraları ofisinde, ışıkları söndürürdük. Ben hikâyeyi anlatmaya başladığımda o pantomim yapar gibi hikâyenin baş karakterini oynardı. Sonra bir gün “bana anlatma” diyerek önüme ismimim yazılı olduğu bir ajanda koydu. “Buraya yaz, ben hem okur hem de düzenlerim.”
Eline kalemi tutturmuş, sonra kalem tutuşmuş anlaşılan. Tutkuya mı dönüştü bu daha sonra?
"Tutku değil, hastalığa dönüştü. Gittiğim her yerde o bölgenin ilginç olaylarını araştırırım. Ne bileyim o bölgenin atasözlerini, özlü deyişlerini ararım. Sonra bu köyün adı ne, nerden gelmiş? Ne olmuş, tarihi belli mi? İlk yerleşim yeri burası mı?"
Ne tatlı bir hastalık! Araştırma merakı var bir de…
"Bak orta okulda incir altı mendirek de oturuyorum. Yerli turistler geldi, İznik’in tarihini sordular bana. Daha 2 senelik İznikliyim. Cevap veremedim. Kadın turist oturdu İznik’i anlattı bana. Bak, dedi, hem İznikliyim diyorsun hem de İznik’i bilmiyorsun. Bütün kaleleri bütün tarihi gezdim bende. Sonra meslek lisesine geçtik. Öğretmenler duvar gazetesi çıkartalım dedi, zıpladık. Karikatürler yaptım, köşe yazıları yazdım. Lise sonda da üniversite sınavına girdim, 3 puanla kaybettim. Seneye tekrar girerim dedim, bu işe girdim. Heybemize paradan çok dost ve hikaye toplamaya başladık."
Deliler ile ilgili hikâyelerin var bir de… uç tarafları seviyorsun galiba.
"Yani! O delilerin bir gerçeği vardır. Onlarında ti’ye aldıkları akıllılar vardır; kendi diliyle kendi aklıyla. Düşünki 26 senelik iş hayatımda gittiğim her yere kartvizitimi bırakırım, bir tek kişi aramıştır beni, o da bir deli. Buraya, İznik’e geldi."
Sana hikâye yazdırmaya iten Nevzat hikâye yazıyor muydu?
"Ayasofya’yı izlerdik Nevzat’la. Bir pencerede ben öbüründe o. Saatlerce izlerdik, Ayasofya’nın iki kubbesi bize İznik’i anlatırdı. Birbirimize sorardık, önce sen mi anlatacaksın ben mi? Bira kapağından yazı tura atardık. Kaybeden anlatmaya başlardı, dinleyen de hikayeyi yazardı."
Hiç sevmediğim laf “yalan dünya” dır. Tanrı’nın yarattığı her şey gerçek ve güzeldir. Benim hikâyelerim o gerçeklerin içinden çıktı.
Nevzat Kara’ın Yalçın Öztürk’e yazdığı şiir.
YALÇIN
Kod ismi “Yakamoz”
Kardeşi var “Takoz”
Tezyinattır işi
İnatçı bir kişi
Tıfıl, bücür bir seyyare
Küçük kanatlı teyyare
Uçurur hayaliyle
Onu dikkatle dinle
Becerikli bücür
Yüreği acır
Elleri işler
Duvara fişler
Kalbi duvara rozet
Ondan herkese sözet
“Kalemkar Nakkaş” de
Sinan’a benzet
Küçük “Büyük Adam”
Ne bakıyorsun madam!
Fırçada irade o
Boyada piyade o
Gözlüklüdür gözü
Mizahidir sözü
Kızdırırsa bizi
Çöktürür dizi
İnsana çabuk kanar
Kazanda hemen yanar
Dostları hançeriyle
Sırtından kan damlar
Dostu var Nevzat
İznik’e tezat
Onun gibi olsa olmaz mı?
Tarlaya pırasa mı?
Sözünün eriydi
Dipdiri biriydi
Düzene uydu o
Cebine koydu o
Keyfinin kahyası o
Mutluluk mahlası o
“Bana ne!” de deyince
Düzenin atlası o
İskeleden düşerdi
Kurudu da yeşerdi
Fırça kulakda durur
Mollalarda şaşardı
Belinde platini
Dinmeyen ağrısı
Kazıklandı dünden o
Sancıyor sağrısı
Karısı var Fatma
O onu çok sever
Üç de çocuk
Aslan yürekli nefer
Onlar erecek muradına
Biz çıkıcaz kerevetine
Masal burda bitecek
Bir şiir ne rafine
Nevzat'dan bana gelen bir şiir di bu. Bana yaz derken,yazmıştı beni.yapacağini yine yapmıştı yani.
Ve rahmetli yine bir rahmetli Nurettin ile iznik uzerine bir söyleyişiydi,yukaridaki satirlar.Çok dostlarım vardı usulca aradan sıyrılıp gitti.
Keşke bir kapağı olsa bu kentin ve istedigim an açsam onu. Dostlari yok olan iznik i görsem.Yok olmasın diye korkarsam.. O kapaği kapatmam gerek.Kimse dostlarimi ve tarihimi çalmasın diye.Her şeyi herkesi gørdūm yazdim ama iki dost ağabeyi unuttum.Onları anmazsam yazdįklarımın bir değeri olmaz. Kadir ve Kenan Oguz.Doğuş gazetesi-iznik
Rahmetli kenan ağabey.Doğaçlama yazdiğm kargacik burgacik yazıları çözūp gazeteye basìm haline getirene dek. Akla karayi seçerdi.Zordu o yıllarda gazetecilik ve gazete basmak.Hele ki herkesin kabadayi olduğu iznik de gazete basip yayinlamak. Bu gūn bile zordur bu kasabada gazeteci olmak,zul.Zulumdur.Hele ki onlarin zamani...Ali desen suç,Veli desen kabahat.Kısaca bir yanìn sakal diğer yanin bıyık.Bir de ruzgar varsa tūkūr bakalim nereye yapişirsa. Sende hayallerde kal be Nurettin...Ruhun şad,mekanin cennet olsun çocuk.
Rahat uyu mekaninda.bana dedekorkut derdin.Destursuzca gelip girmiştin aramıza,tahsilini bitirip gidecektin ama öyķūlerimize bulaştın ve kaldin gidemedin bir tūrlū.Gittiğin gūn engel olabilseydim sana da.. O lanet olasi kaza yerine ulaşip terk etmeseydin bizi,iznik i ve bu dūnyayı. O gencecik yaşta.
Oysa öykulerimi topluyordun ve hikayelestiriyordun.Modern dedekorkut hikayeleri ile bastiracaktin.Søzūnde durmadin ve kurtulmak için benden.Ölūmū seçtin. Bende öykūlerimi açık artıtmaya çıkarttim satiyorum ve ustelik, bedelsiz.Alanìn elinde kalsin diye. Gūle gūle çocuk,gittiģin yerde bir gūn görūşmek ūzre.Yolun açık olsun ve o alemi seyrettiģin koltuğun yanindaki boş yeri bana ayır ki gelince aynı noktadan olan biteni bende izleyeyim.
Dedim ya, çok şey kaybettim ben bu şehirde.Çok şey koymuştum cebime,delikmiş. Ne varsa dökūlmūş.
×××
B (33 )
Çıldirdı göl.
Zaten
Deliydi..
Geçmişin kavgasini
Yaparcasina
Kiyiya vuruyordu.
Tek dostu,
Gok kubbede
Zeus du.
Aralarina poseydon geldi.
Göl.
Hiddetlendi,
Dalgalar zor atti kendini
Kiyiya.
Ve
Bazilikanin kalintilari
Vurdu karaya..
Şimşekler vurdu gok kubbeyi,
Bulutlarda çatlaklar olustu.
Ve nikaia nin uzerine
Yağmurlar
Düştu.
Bazilika şaşkindi.
Son bir gayret uzandi,tutundu
Kumsala.
Ve bir dalga geldi orttu
Ustunu,sessizce. Ceplerini yokladi
Bazilika
Bir parca seramik bir tutam kemik
Kucuk bir cam parcasi vardi.
Ver dedi dalgalar,verirsen seni gun
Yuzune cikarir ama sırrini vermem
Dedi.
Verdi bazilika
Ve peş pese geldi göl yuzeyinden dalgalar.
Gök kubbe bir kez daha parladi ve
Sustu.
Nikaiada artik ölum vaktiydi.
Zaman hızla akıp gidiyor ve beni de peşinde sūrūkledi.Yaşlandim ben de ister istemez ve yaş oldu ellisekiz.
Ya zaman zalim yada ben.Bence en kötūsū "Hades".Sokakta sahipsiz kim varsa çökūp yakasına alip götūrūyor "harronun" karşısina.O da enine boyuna ve özellikle de göz çukuruna bakiyor.Aradiği o metal yoksa kızıp bağırıyor hades e.Burası beleş dūnya değil ve yoksullara yer yok.Parası olmayan ölmesin ve bu dūnya ya damsız girilmez.Oha... hem damsız hem parasız o aleme geçilmez ne demek lan.iki dūnya arasinda da kapitalizm kanunlari sūrup gidiyor yani."Gūnah, dam. Oluyor,sevap ise kapital".Yoksulda ikiside yoksa nereye gidecek."ARAF" yani yolculuğun en alt tabani, zemin kat.Konduktör yok, biletçi uğramaz.Çıkart ayakkabilarini koksun ayaklarin yada çorabin.Kimse sesini çıkartmaz,itirazin varsa ver farkını çık bir ust guverteye.Batarsa gemi, ve yūzme biliyorsan harron da seni göremiyorsa. Kurtulur yaşama devam edersin.

Yıl.1900..
Orhangazi tarafından iznik yönüne bir tekne seyir halindedir.ambarları buğday, güvertesi ise varlıklı yolcu doludur.tekne personeli hariç yolcu sayısı kadınlı erkekli 40 kişidir.
Mevsim yaz.herkes güvertede yolculuk etmekte ama göl yüzeyinde çalkantılı dalga vardır. Tekne yanlış yükleme ve kaptan hatası yüzünden alabora olur. Yolculardan sadece 8 i kurtulur.kadınların gerdanları erkeklerin cepleri doludur ve bir düğünden gelmektedirler.32 yolcu kaybolur. Padişah teknenin bulunmasını ve kayıpların çıkartılmasını emreder ama dönem karışıklık dönemi ve teknik de yetersizdir.
Kayıpların bulunup çıkarılmasi imkansizdir. Ve bu olay gölde yaşanmış osmanli arşivlerine de geçmiştir.
Anladiğim kadarı ile.Teknedeki her kes Sermayeder dir ve paralarina kıyacak cinsten değillerdir.Ne kayıkcıya para verme taraftarıdırlar ne de locasız ahiret yolcusu değildirler.Hepsi damlı çatılı saraylidirlar lakin. Bu gūn göl tabanında ne iznike nede orhangaziye varamamış deli lerdir..! De, arafa girmek için şengen vizesi gerek.
Varmı.?
Yok...!
O zaman iki kasaba arasinda ki kaçak mūltecisin sen arkadaş.tek yol var. Seni cennet cehenneme almadan, kim kabul edecekse seni. Sen tarafsiz bölgede bekle. Sonrası kolay. Sınır dışı...
Zaman.Ayaklarimin altinda buzdan bir zemin.Her adim geri gitmel gibi. Ama ne ben zamana gidiyorum ne de zaman bana geliyor, herşey ayaklarimin altindan kayip gidiyor.
Geriye bakinca bu gūn..Her şey benim uzerime yīkılıyor...
Güzel bir geceydi.
Her yer anı,
Hatira doluydu.
Müzik çalarda
Eski bir şarkı,
Tüm odayı sarmiştı.
Kırmızı gülun adı var,
Eski radyo dile gelmiş.
Yüregi kabarmiş sanki coşmustu.
Oda loş, ışıklar utangaç gibiydi.
Kırmızı gül degil bepki ama,
Şarap şişesi.
Yanindaki kadehe atladi.
Odanin duvarlarindaki tüm hatiralar
Olan bitene şahitti.
Güzel bir geceydi...
Balkonun kapisi sessizce açildi,
Ve içeriye dolunay geldi.
Vedalaştik,sarildim ve dedim ki...
Yürekten sarılacak insan az kaldı...
Gözleri doldu,gözlerim dolmuştu.
Eski anilara,yeni anilar.
Karişti...
Evet. Her şey bir birine karişmiş ve bir keşmekeşliğe dønmūştū.Ve kapitalizm bir gece göl sularina batmiş ama kurtarmak mumkun olmamişti.Lakin o burjuvalar.bir yolunu bulmuş obur dunyaya geçiş yolunu bulmuşlArdi.
××××
B (34)
Bir kendi şehrime bakıyorum bir de ege deki antik kentlere.Koruyamayıp būyūk bölūmūnū avrupalilara kaptirdigimiz onca mukemmel esere rağmen.Daha kuzeye yani marmara bölgesine geldigimizde ve øzellikle iznik.Antik çağin o mukemmel kalintilarina ulaşmak neredeyse imkansız gibi.Kimbilir belki de bir çoğu toprak altinda ama toprak ustunde olanlar da yetersiz hatta bu osmanlį eserleri içinde geçerli.Sanki candarlılar devlet yönetìmden alinmasiyla iznik sadece çini ūreten bir merkezden öteye gidememiş ve kaderine terk edilmiş gibi duruyor.Mevcut olan osmanlı eserlerinin çoğu da Çandarli sūlalesinin dønemine ait.Onlardan sonra ise sanki osmanli iznik i yok saymış ve ortaya çıkmasını istememiş gibi toprak altına itelemiş gibi.
Peki. O muhteşem roma ve bizans eserleri nereye gitti.Kanuni devrinde iznik e akın eden onca şıh ve derviş.Ellerinde çekiç ile sokaklarda rastladiklari bizans eserlerini doğradıysalar... Eyvah. Demekki taliban misali militanlar ozamanda mevcuttu.
İznik te ekmek elden su gölden olduğu zamanlardan bahsediyorum.Ūç imaret ūç øğun bedava yemek dağitiyorsa ve sur aralarinda ki her burç bir ev gørevi gøruyorsa.Kendini şıh derviş ilan edip ipini koparan iznik e dūştūyse vay geldi o iznik in başına.!
Dūşūnūn okadar dervişli iznik i.Bir zamanlarin dūnyevi ilimler ile ilgilenen muderrislerinin yerini. Kıçının altina bir post,dilinin ucuna bir kaç manevi kelam koymuş ne idūğū belirsiz tarikat şıhları bu kentin ırzına geçmiş demektir ki.. Bir zamanlar araziletinde afyon dahi dikilen başkent şehrinden söz ediyoruz.
Afyon sakızını çīğneyen søzde şıh ve mūridi.yok ettiği put..!! Sayisi ksdar cennet garantiler.eğer o yolda ölūrse,zaten cennetliktir haşhaşiler.
Onca gramerci,matematikçi,astrolog,tiyatrocu,felsefeci,tasavvufçu,şair,bir nevi biyolog,sporcu yaşamış bu kentte ve hatta imparator ve şehzade.Nereye gitti onlardan kalan binlerce iz.
Her tarihi caminin ve kilisenin etrafinda onca mezarlik ve mezar taşları...Kīm çaldı yada yok etti.Bunlari ben söylemiyorum tarihi belgeler söyleyip hesap soruyor,ve ben onlara sadece sözculuk elçilik yapiyorum.Cevap ariyorum onlarin adina geçmīşi sorguluyorum.Çūnkū onlar bize emanet ve bir gūn nerede bunlar diye sorarsa biri..Cevap vermek zorundayiz zorundayim.Kim sorabilir bunu bize... Torunlarimiz.Ne diyecegiz onlara...? Bilmiyorum evlat.Gözūmde kalin camlı gūneş gözlugu vardi,göremedim mi.?
Bu kent bizim. Bizim idi doğrusu.Ama birileri bizim geçmişimizi de gelecegimizi de çalmıştı.Geldiğimiz noktada cep delik cepkenimiz delikti.Ne kadar yazsam neyi anlatsam da bu kent.öyle būyūk bir yer ki.Anlat anlat bitmez ki... biz sadece buz dağının gőrūnen yūzūnū görūyoruz, ya göremediğimiz toprak alti..! Yok ettikkerimizi sormuyorum bile.Efsanelerini,hikayelerini veya gerçeklerini. Hangisini yazip anlatayim.Bizans hikayelerinin Osmanli efsaneleri ile harmanlanip gunumuze gelenleri mi.?
Bazen kendi kendimle kavga ediyorum. Ve diyorum ki "sana ne.Sen bu topraklardan ekmek yemiyorsun.sadece evine geldiginde havasini soluyor suyunu içiyorsun.Sus sana ne".Ama soludugum her nefes, biliyorum ki öbūr aleme geçince ben.Benden hesap sorar ve kefenimin yakasina yapişır.Ben de bunun hesabını veremem o iki el yakamda mahşere kalır.İşte o yūzden yazmaya devam.
Ruhum hasta değil.
Asla.
Yaşamadiğim stresi
Ona yaşattim
Derdi,stres.
...
B( 29) Pekiyi de benim suçum ne, niye uykusuz benim bu gecelerde.?Gūnahı ìşleyen Telete (Nikaia nın kız kardeşī) cezasını çeken ise ben. Nikaia nın bile umrunda degilim.O bile huzur dolu sonsuzluk uykusunda,oysaTelete sabahlara dek Bu kentin sokaklarında.
Asırlar ònce yani başimdaki kayanin çatisiydim. Bir gün şiddetli bir deprem ile yerimden koptum uzerimdeki bina ile birlikte göle yuvarlandim. Dedi.
Gúnün her saati görunmez saat 12 ile 14.30 arasindaki gun işiginin tepeye geldigi anda yani. Gòl yüzeyine çikar ve etrafa göz atarmış.
Bu yöreyi kendine mesken edinmis ve tüm gizemlerini yuregine gizlemiş gibiydi.
Gölun hayaletiydi yani. İşledigi suctan dolayi başi kesilmis gövdesinden ayrilmiş ama kendi yere yikilmamiş gibiydi múşküle sarikaya. Ve bu göl yuzeyindeki kuru kafa onun kellesi gibiydi. Buna ragmen yuzunde esrarengiz bir gülumseme vardi.(resmi yan cevirince göreceginiz yansima ile bütun bir kurukafa yi net olarak gòreceksiniz)
Bir zamanlar bu mevkide inzivaya cekilen keşişler en guzel şaraplik üzümu uretmislerdi. Ihtiyac fazlasini ise .teknelere yükler ve konstantinepolis e gönderirlermis. İşte o üzume de moskura (müşküle) denirmiş.o donemin en aranan ve begenilen markasi yani. Rengi krem sari ve ağizda nefis tad birakip sertliğinden dolayi müthiş sarhoş edermiş.. o yuzden îçine kondugu her meşe fıçıya şarabi çok ıçersen şeytana kapi açarsin yazilirmiş.
Nedense bizans merkezde her meyhanede hatta sarayda kimse bu uyariyi dikkate almaz neticede geceyi körkutuk sarhos,sabahi ise agir baş agrisi ile karşilarmiş.
Moskura,kücuk bir kale kasaba ve etrafinda inzivaya cekilen keşişler. Bağlarinda yetiştirdigi üzumleri loş ve küf kokulu magaralarda mayalar abu hayat suyu diye satar bagli olduklari kiliseye ve bulunduklari yöreye hareketli ticaret getirirlermis.
Ha..Şarabi çok içince. Şeytana kapi açmişlarmi bilinmez ama... müşkule sarikaya bir gece şarabi fazla kaçirinca körkütuk olup. Askania gòlüne düşmüs.
Birtürlü kendini toparlayip ayağa kalkamayinca yada diyonizos un oyunu ile askania gölunde boğulmuş.
O gece ona eşlik eden nikaianin kızı "TELETE" bile yardim etmemiş. Sarikaya o gece okadar mutluymus ki. Ruh tanricasi teleteye gece boyunca binlerce öpucuk yollamı,mutlulugu ve gülumsemesi ile gün ortasinda göl sularinda bogulmuş.
İşte o gün bu gündür.suyun durgun havanin güneşli oldugu zamanlarda her gün gün ortasinda yani 12.00 ile 14.30 arasinda göl yüzeyinde ortaya çikar ve mutlu şekilde gülermış.
Sizede alaycil ama sır dolu gülümsesin. Görurseniz o yüzu söyleyin.haksizmiyim? Ve siz bu masala ister inanin ister inanmayin ama sarikaya bir sır saklar sakın unutmayin.
Şimdi bu fotoģrafa iyi bakın hatta sola çevirip bakın. Su içinde ne kadar mutlu bu kaya.Halen bana sen hayalperestsin diyorsaniz başkada sözūm yok size.Göl yūzeyinde sırıtan "Telete" mi yoksa bana mı öyle gelir. De hele.Hey Nevzat Kara neredesin de hele.Yaz dedin, yazdįm. Şìmdi sen söyle.Haksızmıyım ben?
Rúzgar esiyordu. Etrafında ki tüm zeytin ağaçları rüzgarın kollarında dans ediyordu. Kimisi coşmuş yapraklarından konfeti yapmış yanındaki zeytin ağacına serpiyordu.
O.yerden havalanan toz zerreciklerini yaprakları ile tek tek emiyor bedeninde yok ediyordu.
Asırlardır aynı noktada nikaia ovasının ortasında doğudan gelecek dost yada dúşmani gòzler gibi yönü lefke yolunda ve gözlerini dahi kırpmıyordu.
450 YIL önce kuruyup giden bir çınarin köklerinden doğmuş ve onun bıraktığı nöbeti devralmıştı.
Onun olduğu yöne doğru gidiyordum.bir yandan da yüzüme çarpan yapraklardan korunmaya çalışıyordum. Yer yer sertleşen rüzgardan kimi zaman da çukurlardan kaçınarak ilerlerken... bir kaç yüz metre uzaktan göründü. Biraz öne eğilmiş yüzüne siper ettiği dalin gölgesiyle sanki bana bakıyordu ama, yapragindan dalına hareketsizdi.
Yaklaştım yanına,önce rüzgar durdu. Sanki gök yüzüne uzanan dalı ile rüzgâra sus ve dur demişti.
Ayak ucunda bedenine aklar sürülmüş olan çeşmenin yanında durdum, Karmakarışık yaprakların arasından koca bir kuş havalandı. Gözlerim onu mavinin tam ortasında yakaladı. Koca bir Baykuş. Bir iki döndü ve Nikaia yönünde kayboldu.
İnce bir sızı gibi akan çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Koca çınarın beni izlediğini sudaki yansımasından izledim.
Çeşmenin yanında benden binlerce yıl önce gelen bir insanın elinde şekillenmiş koca taşa baktım. Yüz üstü kapaklanmış ve istediği yapılmamış bir çocuğun huzursuz ağlaması gibiydi. Elimi sırtına dokundum, yüzüme bile bakmadan ağlamaya devam etti. Belli ki bana söylemek istemediği bir derdi vardı. Yan tarafından bakınca göğüs ve karın kısmında rölyef dövmeleri...! Vardı ama bana dònmedigi yada göstermek istemediği için ne olduğunu anlayamamıştım.
Çınar ile gòz göze geldim. Bir yaprak "sus" dercesine dudaklarına gitti sustum.
Yıllar önce dedi. Biraz ileride toprak altında kendisine emanet bir faniye mezar di. Ama bir gün yine bir fanî geldi,kazdı. Emanet edileni dağıttı. Belliki bir şey aradı bulamadı ve ortalığı kırıp geçirdi. Sonra o bölgenin sahibi geldi. Yinemi bu gavur taşları dedi traktoruyle getirip benim yani başıma attı. O gün bu gündür arada benimle dertleşir ama genelde bu şekilde ağlar durur.
Zaten benim derdim bana yetiyor,bir yandan gövdem de ateş yakıyorlar bir yandan da bağa bahçeye atılan zehir atığı kutuları bedenime saklıyorlar.
Bu çeşme yokken hemen ardım da antik dònemden kalma ve ağız bileziği mermer oymalı bir su kuyusu vardı önce o çalındı kuyu korumasız kaldı ve içine toprak doldu. Bileziğin üzeri sütun ve hayvan figürleri kaplıydı. Çok değil bundan 40 yıl öncesi çalışan bir kuyu içine sarkıtılan tahta kova ile bir zamanlar üzüm bağlarında gezenler susuzluğunu giderirdi.
Burası neresi dedim. O anlatırken ben gövdesine bakıyordum.kiris kırıştı ve üşümemek için arsız bir sarmaşığı bedenine dolamış gibiydi,yada kendini insanoğlundan öyle gizliyordu.
Bana "kaymak köşkü çınarı derler" dedi. 450 yaşındayım benden önce babam ondan önce dedem vardı. Hepimiz birbirimizin köklerinden doğduk....
Neden sana kaymak köşkü diyorlar..? Sustu. Küsmüş gibiydi cevap vermedi.yuzume de bakmadı. Belli ki bir şeyleri gizliyordu. Üstelemedim bir sigara yaktım uzaklaşırken geldik. Ağlıyordu. (Ayak ucundaki iki delik bana gòz yasini animsatti.ve sarmasigin saga verdigi kıvrim çinarin agzi açik şekilde ağladigini)Ve çınarın gòvdesi NİKAIA yi andiriyordu
Keşke çınarların dili olsa,anlatsa. Ben sussam onları dinlesem.
B (30)
Bu şehirde her şeyin bir ruhu var sanki.Canlı cansız ne varsa bir şeyler biliyor söylemek istiyor ama konuşmuyordu.Ya yaşadiklarinin duyulmasini istemiyor yada yaşadığı travmayı içine atmış duyulsun istemiyordu.
Yine bir kanalizasyon çalışmasiydi.sokaklar allak bullak her yer toz duman.Bilinçsizce yapılan kazılar darmadağın edilen toprak altı.koskoca makinelerin ve ona hūkmeden ufak tefek göbekli kirli sakallı adamın kimseden korkusu yoktu.Koca kepçeyi göle olta savurur gibi makinenin 2-3 metre ilerisine atıyor tırnakları toprağa geçiriyor ve hırsla kendine çekiyordu.Toprak ana yer yer direniyor ve ūzerini örttūğū bilinmeyeni kimseye göstermek istemiyor ve tūm bedenini taş gibi kasıyor,kepçe ile amansız bir mucaleye girip direniyordu. Koskoca tonlarca agirliktaki makine şaşkındı.
Deeken koca bir parçayı ısırıp kopardı,kepçe.Açılan çukura kilitlendi herkes.şaşkındı orada bulananlar.Çukurun içinden etrafı yılanlarla çevrili ve iri gözleriyle onlara bakan biri vardı.Sonunda yūzūk taşları sağlam ve uzerini asırlardıe örten toprağın kalkmasiyla gökkubbeye bakan gūlumsen esrarengiz bir adam.Oda şaşkındı. Kendisine bakan insanlar o tanidığı insanlar değildi.
Hele o demirden yapılma o acaip şeyde ne olaki diye dùşūnūrken yukaridan kendisine şaşkin bakan adamlardan biri hemen uzerine bir örtū örttū.Bir diğeri tahta bir kapak attı ūzerine,sonra kepçeyi kullanan adama dönūp çukuru kapatmasini işaret etti.
Adam kepçeyi el gibi açip yandan bir avuç toprak aldı açık olan çukuru doldurdu.Tek söz etmesine fırsat kalmadan bir avuç topraga gömūlmūştū yılanli adam.Kimse kimsin ne arıyorsun orada diye sormamıştı sanki korktukları bir şey vardı ve elbirliğiyle yok etmişlerdi.Hani bir söz vardır ya "ölūm döşegindeki insanın canını,bu dūnyada en çok kimden korkarsa o alırmış".Sanki en korktugumuz nikaia idi ve canımızı almaya gelmiş ama biz önce davranmıştık işte.
Böyle kaç degerli eseri yok ettik acaba.Hani orta yaştaki çogu kisinin dediģi bir zamanlar biz orada yūzūk taşı toplardık...lafı her şeyi anlatıyor işte.O yūzūk taşı ile bunlar yapıliyor ve gelecege bir nevi mektup yazılıyordu.Sessizce örtūlūp ölūme gönderildi ve önce ūzerinden sıcak asfalf geçti ardından da tepesine bir çöp konteyneri koyuldu.Geçmişten gelen mektubu okumamış gelecege dair ahkam kesiyorduk.Her şwye rağmen ben.Gecenın sırlarını arıyor ve emanetleri kovaliyordum.Oysa her sır ve emanet bu surlarin içinde veya etrafındaydı.Birine çok yaklaşmıştım faili meçhul bir cinayete kurban gittmişti.Herkes ger yerde define peşindeydi oysa Nikaia nın kendisi sur içinde bir defineydi ve kimse onun tarihi değeriyle ilgilenmiyor Altına hucum gibi define arıyordu.
Yansın
Kasaba
Yıkılsın tarih.
Yok olup gitsin,
Roma. Bizans.
Sultaninok sarayının loş koridorlarında
Dolaşırken
Haşhaşı hasan sabbah..
Sur kapıları yol geçen haniysa ve
Asayiş gevşek
Hain çoksa....
Iyi sabredebilmis sultanikon
Sessizce
Peçenekler surlara biyzantion bayrağını
Çekiyorsa
Söyleyecek tek söz...
Alın tüm tarihinizi
Çekin gidin.
Nikaia yatırlar ile
Boguşsun....
Üzüm bağları yok olmuş,
Ve
Yerini zeytin bağlarına terk etmişken....
Asalak beton binalar,
Tüm ovayı kaplamış.
Cebimize para
Ruhumuzda
Vatan gitmişti.
Bizim için o geçmişin sadece maddi yönū önemliydi onun da ismi bir kūp altın.Gerisi taş,çakıl,çöp.Benim için ise tarihi değeri bir mezar dolusu altından değerliydi.Para bir gūn biter ve belkide sen.İflas da edersin ama tarihi bilir korursan sonsuza dek servete sahip olursun.Ùzūlme dedi koca lahit.Kendi acısını unutmuş beni teselli ediyordu II.purusias ın koca kaya kūtlesine oyulmuş mezarı ve tūm olan biteni bana fısıldayan da purusiasin kayada bedenini arayan ruhuydu.
Anladığım kadarı ile gecedeki sūrgūnlerim sūrecekti.Olduğum yerden tūm ovanın göğsūne çöreklenmiş beton binaları izliyorum.Hepimiz bir yada birkaç daire uğruna mutluyduk,oysa bize emanet kūçūk vatanı yok ediyorduk.Eminim ki bu ihaneti haçlılar selçuklu, osmanlı ve bizans bile yapmamıştı.Ve biz halen açtık doymak bilmiyorduk.
×××
B (31)
Yüksek bir tepeden
Bakinca
Eski bir çini fırınının
Ateşlik bölümune benziyordu
Geceleri
Nikaia..
Binbir renk in yanıp
Çiçekleştiği
Şehir.
Gerçekten de ovadaki binlerce ışık.Geceleri sönmek ūzre olan bir çini fırının ateşlık bölūmūne benziyordu.Gece boyunca içinde yanan odun ile sabahlara dek sevişmīş ve yorgun dūşmūş gibiydi.Ve şehrin kapılarından çıkıp giden yada şehre gelen araçlar ise.Halen bacadan çıkan bir kaç kıvılcım gibiydi.
Bu gūnden belki bir 150 yıl geriye gidip.Aynı noktadan seyretsek iznik i.Birkaç cılız sokak feneri,sağda solda yakılmış derviş yada kimsesizlerin ateşi ve lefke kapidan girip,ıstanbul kapıdan çıkan kervanların başındaki kervancının elindeki meşaleyi zayıfta olsa görecektik.Hayal edince yani. Ve ben halen geçmiş ile gelecek arasinda bir hayali dūnyada yaşıyor gördūklerimi not edip sizlere aktariyorum.Bir gūn bu hayallerden ölūm denen dūnyaya gözlerimi açınca uyanacagım.O yūzden ölūmden bile korkum yok,çūnkū o gūn gelince bu kez.Gazi Mustafa Kemal Atatūrkūn bahsettiği iznik i görecegim."UNUTMAYINIZ KI GERÇEK İZNIK'İ ASLA GÖREMIYECEKSINIZ. O TOPRAĞIN ALTINDADIR.M.K.ATATATŪRK".
Bırakın onun dediği iznik i görmek.Onun önūnde oturup kahve içtiği sonra ahşap merdivenlerinden çıktıktan sonra o gūn ki iznik belediye başkanına dönūp cevabını alamadigi."Reisim az önce çıktığımız basamaklar kaç adettir"sorusunu yönelttiği o eski belediye binasını bile görmek hattı zatında yerini bilmek bile imkansız gibiydi.O tarihi binayı o olaydan sonra önce kamyon ile çarpıp kapısını sonrasında ise bina hasar gördū diyip tamamını yıkmışız.yetmemiş hızımızı alamamışız ve hemen yanı başındaki hacı hamza cami ve kūmbetini de yok etmişiz. Bu gūn o caminin temelleri belediye meydanindaki havuzun oldugu yerde 1m toprak altindadir.Artık havuz başında oturup çayınızı yudumlarken ve sohbet ederken dūşūnūn, neyin ūzerinde olduğunuzu.
Menfi menfaatletiniz uğruna yok ettiğiniz o bina,camii ve kūmbet vari tūrbe.Sahi ne yaptiniz o eski kimliği, kaybettim deyip yemisini mi çıkarttiniz.Evet haklisiniz yani ne olmuş Atatūrkűn ziyaret etyiği yeri yok ettigimiz için turist gelmiyorsa gelmesin diyorsaniz...diyecek søzūm yok. Çūnkū bir önceki ve daha öncekini de o şekilde yok ettiniz.Doģma buyume bir iznikli olmadiğim halde (sizin her zaman dediginiz kelime ile. Zaten iznikli degilsin begenmiyorsan çek git. ) koskoca osmanli medeniyetinin gectigi şu sur içinde birtek osmanli mezar tasī veya mexarliğina rast gelmedim.ama dile getirdim.Ve siz. Ne ben kadar iznikli oldunuz nede o hor gördugunuz hırıstiyan bizansli kadar geçmişe sahip çìktiniz. O bizanslilar tūrk mezar sandukalarini yok edip atmadilar tam tersi. Surlarinda tek noktada toplayip ust uste koydular. Ùstelik te haçlilarin en yogun saldirisinin oldigu noktaya.haçlı şövalye godfoyrt un saldirilarina açik surlar,yenişehirkapida. Işte o şøvalye nikaia yi alamadan o sur ønūnde öldū gitti ve hatta orada bir yere gømūldu ama o burçta ūst ūste konmuş selcuklu mezar taşlari uzerindeki arapça kitabeler ile bu gune ulaşti.
Ama biZ o gavur nikaiaya..! Sahip çıkamadik ve koruyamadik.Gavur taşi dedik tekmeledik.Biz onlara binlerce şey emanet ettik,sahiplenip korudular. Biz ise hiç bir emanete sahip çıkamamiz.İznikli kim deyince de.Kimseye meydan birakmadan benim demişiz.Varin īznikli siz,hayalprest ben olayim.En azindan bir elli altmış yıl geriye dőnsem ve bu şehirde belediye başkanı olsaydım neler yapmazdım neler.Onca eski osmanlı mezarlikları dahil her şeyi korur sahip çıkardım.Sur dışını imara açar ve merkezi ise oldugu gibi korurdum.Ama şöyle geriye dönūp baktiğımda en basidinden mezarlara dahi sahip çıkamamiş taşlarini ise saga sola atmış veya gizlemişiz.
Bazen de hızımızı alamamış hedef tahtası yapmış acimasizca kurşunlamişiz. Geleceğimizi vurmuş ayağimiza sıkmışız yani.koskoca bir kaya ve būtūn yūzū steller ile kaplı ama hedef tahtası.Benim saydiğım onyedi taneydi.
Aşk...
Nedir bilirmisin sen...?
Illaki karşı cinse duyulan his,duygumu. ?
Bir ağaç bir göl. Yada bir kent.
Veya
Peş peşe gelen medeniyetler...
Bir duvar,
Bir taş.
Bir mehtap....
Ayazla yaz beyazı gece
Aşk ıllaki
Bir kadına duyulan his mi.. ?
Geceyi seversem, yada kendimi.
Aşk.....
Olmazmi,
İllaki ilk göz ağrısı,
Çocukluk aşkı,
Yani....
Aşk meşk çocukluk ise,
Çocukken sevginizi,unutuverin
Gitsin...
Aşk.. çocuksu bir duygu,
Çocukluk aşkı.
Saçmalık...
Dimi.?
Oysa ben.
Çocukken sevdim seni.
Nikaia....
×××
B ( 32 )
Şiddetli dalgalarda kıyıya vuran ıstakozları denizde kıyıya vuran sandallara benzetiyor Yalçın Öztürk. İncir altında her fırtınada kıyıya vuran çini parçalarına tutunan ıstakozları yavaşça göle, çini parçalarını da cebine atıyor.
Önüme sandala dönüşmüş bir balık deseni koyuyor üstad, balığın sırtından çıkan lale desenleri yelkene dönüşmüş. "Balığa, çiniye, göle aşık biri çizmiş bunu, kıyıya vuran desenlerden biri bu."
Bir konuşmamızda "esas çiniyi ölüler yapar" diyen Kudret Gürol'un ne kadar doğru dediğini anımsıyorum.
Bu kıyıya vuran çini parçaları ve ıstakozlar gurbetten dönen Yalçın Öztürk'ün yazdığı dört hikayeden sonuncusu, yarım kalmış. Kalem ve kağıt ilişiyor gözüme.
Yalçın ağabey, ne zamandan beri hikâye yazıyorsun?
"Doksan sekizden beri."
İlk hikayenin adı neydi?
"Bir Rum evinin öyküsü. Karacabey köyünde yattığım yerde bir Rum evini izleyerek yazdım. Doğuş'ta yayınlanmıştı."
Nasıl bir duygu bu ya? Bir evi izleyerek onu yazmak...
"Senin için yıkıntı bir evin ne anlamı vardır?"
Hüzün… Bana göre eşyalar konuşur, zamanla yıpranır ve suretleri değişir, insan gibi.
"İnsan gibi. Ben her gece o evi seyrediyordum. O evin şekli şemali bana kalemi kağıdı aldırdı. Evin "yaz şunu" der gibi bir hali vardı. İnsan hüznünü anlatan bir yüzü vardı. Bir taraftan kapı öbür taraftan ıhlamur ağacı yaslanmış üzerine, yıkıldı yıkılacak. Nerede virane bir ev görsem, orada saatlerce oturur hayal kurarım; o evin içine birilerini sokarım kafamda. Eski zamanda birilerini yaşatırım içinde. Sonsuz zevk alırım bundan, bir yandan da hüzünlenirim. İşte o anda kalem kağıt varsa not alırım. Tarihi yapılara bakarken şunu düşünürüm: “ölürsen unutulursun, ölmemek için unutulmamalısın.”
Yeryüzündeki eşyalara can veriyorsun hikayelerinde, Haşmet Aga’da bir ayağı yıkılıp yana devrilen, kendini izleyen insanlardan utanıp gece yıkılan bir ev vardı. Konuşan bir sinek, acı çeken bir ağaç. Kaldırımlar, yollar…
"Rum evinden sonra Abdulvahap’tan İznik’i anlattığım bir hikâye var. Oradan geçen kervanları anlatıyor… Senin düşündüğün şey var ya, İznik’in tarihi yapılarını konuşturarak İznik’i anlatmak! Onu yapıyordum. Sonraki hikâyem olan Mavi Ladin’de yanı başında duran sart harabeleri anlatıyor Mavi Ladin (ağaç). Rüzgar eksiklerini tamamlıyor. Ben ocağın başında oturmuşum kalem kağıda onları yazıyor."
Seni hikâye yazmaya iten sebep neydi?
"Rum evin öyküsünü yazmadan önce, yine böyle Türkiye’nin dört bir yanına camilerde çalışmaya giderdim. Döndüğümde Nevzat Kara’nın yanına uğrardım. “Anlat” derdi, “ne hikayelerin var?” Açardık biraları ofisinde, ışıkları söndürürdük. Ben hikâyeyi anlatmaya başladığımda o pantomim yapar gibi hikâyenin baş karakterini oynardı. Sonra bir gün “bana anlatma” diyerek önüme ismimim yazılı olduğu bir ajanda koydu. “Buraya yaz, ben hem okur hem de düzenlerim.”
Eline kalemi tutturmuş, sonra kalem tutuşmuş anlaşılan. Tutkuya mı dönüştü bu daha sonra?
"Tutku değil, hastalığa dönüştü. Gittiğim her yerde o bölgenin ilginç olaylarını araştırırım. Ne bileyim o bölgenin atasözlerini, özlü deyişlerini ararım. Sonra bu köyün adı ne, nerden gelmiş? Ne olmuş, tarihi belli mi? İlk yerleşim yeri burası mı?"
Ne tatlı bir hastalık! Araştırma merakı var bir de…
"Bak orta okulda incir altı mendirek de oturuyorum. Yerli turistler geldi, İznik’in tarihini sordular bana. Daha 2 senelik İznikliyim. Cevap veremedim. Kadın turist oturdu İznik’i anlattı bana. Bak, dedi, hem İznikliyim diyorsun hem de İznik’i bilmiyorsun. Bütün kaleleri bütün tarihi gezdim bende. Sonra meslek lisesine geçtik. Öğretmenler duvar gazetesi çıkartalım dedi, zıpladık. Karikatürler yaptım, köşe yazıları yazdım. Lise sonda da üniversite sınavına girdim, 3 puanla kaybettim. Seneye tekrar girerim dedim, bu işe girdim. Heybemize paradan çok dost ve hikaye toplamaya başladık."
Deliler ile ilgili hikâyelerin var bir de… uç tarafları seviyorsun galiba.
"Yani! O delilerin bir gerçeği vardır. Onlarında ti’ye aldıkları akıllılar vardır; kendi diliyle kendi aklıyla. Düşünki 26 senelik iş hayatımda gittiğim her yere kartvizitimi bırakırım, bir tek kişi aramıştır beni, o da bir deli. Buraya, İznik’e geldi."
Sana hikâye yazdırmaya iten Nevzat hikâye yazıyor muydu?
"Ayasofya’yı izlerdik Nevzat’la. Bir pencerede ben öbüründe o. Saatlerce izlerdik, Ayasofya’nın iki kubbesi bize İznik’i anlatırdı. Birbirimize sorardık, önce sen mi anlatacaksın ben mi? Bira kapağından yazı tura atardık. Kaybeden anlatmaya başlardı, dinleyen de hikayeyi yazardı."
Hiç sevmediğim laf “yalan dünya” dır. Tanrı’nın yarattığı her şey gerçek ve güzeldir. Benim hikâyelerim o gerçeklerin içinden çıktı.
Nevzat Kara’ın Yalçın Öztürk’e yazdığı şiir.
YALÇIN
Kod ismi “Yakamoz”
Kardeşi var “Takoz”
Tezyinattır işi
İnatçı bir kişi
Tıfıl, bücür bir seyyare
Küçük kanatlı teyyare
Uçurur hayaliyle
Onu dikkatle dinle
Becerikli bücür
Yüreği acır
Elleri işler
Duvara fişler
Kalbi duvara rozet
Ondan herkese sözet
“Kalemkar Nakkaş” de
Sinan’a benzet
Küçük “Büyük Adam”
Ne bakıyorsun madam!
Fırçada irade o
Boyada piyade o
Gözlüklüdür gözü
Mizahidir sözü
Kızdırırsa bizi
Çöktürür dizi
İnsana çabuk kanar
Kazanda hemen yanar
Dostları hançeriyle
Sırtından kan damlar
Dostu var Nevzat
İznik’e tezat
Onun gibi olsa olmaz mı?
Tarlaya pırasa mı?
Sözünün eriydi
Dipdiri biriydi
Düzene uydu o
Cebine koydu o
Keyfinin kahyası o
Mutluluk mahlası o
“Bana ne!” de deyince
Düzenin atlası o
İskeleden düşerdi
Kurudu da yeşerdi
Fırça kulakda durur
Mollalarda şaşardı
Belinde platini
Dinmeyen ağrısı
Kazıklandı dünden o
Sancıyor sağrısı
Karısı var Fatma
O onu çok sever
Üç de çocuk
Aslan yürekli nefer
Onlar erecek muradına
Biz çıkıcaz kerevetine
Masal burda bitecek
Bir şiir ne rafine
Nevzat'dan bana gelen bir şiir di bu. Bana yaz derken,yazmıştı beni.yapacağini yine yapmıştı yani.
Ve rahmetli yine bir rahmetli Nurettin ile iznik uzerine bir söyleyişiydi,yukaridaki satirlar.Çok dostlarım vardı usulca aradan sıyrılıp gitti.
Keşke bir kapağı olsa bu kentin ve istedigim an açsam onu. Dostlari yok olan iznik i görsem.Yok olmasın diye korkarsam.. O kapaği kapatmam gerek.Kimse dostlarimi ve tarihimi çalmasın diye.
Her şeyi herkesi gørdūm yazdim ama iki dost ağabeyi unuttum.Onları anmazsam yazdįklarımın bir değeri olmaz. Kadir ve Kenan Oguz.Doğuş gazetesi-iznik
Rahmetli kenan ağabey.Doğaçlama yazdiğm kargacik burgacik yazıları çözūp gazeteye basìm haline getirene dek. Akla karayi seçerdi.Zordu o yıllarda gazetecilik ve gazete basmak.Hele ki herkesin kabadayi olduğu iznik de gazete basip yayinlamak. Bu gūn bile zordur bu kasabada gazeteci olmak,zul.Zulumdur.Hele ki onlarin zamani...
Ali desen suç,Veli desen kabahat.Kısaca bir yanìn sakal diğer yanin bıyık.Bir de ruzgar varsa tūkūr bakalim nereye yapişirsa. Sende hayallerde kal be Nurettin...Ruhun şad,mekanin cennet olsun çocuk.
Rahat uyu mekaninda.bana dedekorkut derdin.Destursuzca gelip girmiştin aramıza,tahsilini bitirip gidecektin ama öyķūlerimize bulaştın ve kaldin gidemedin bir tūrlū.
Gittiğin gūn engel olabilseydim sana da.. O lanet olasi kaza yerine ulaşip terk etmeseydin bizi,iznik i ve bu dūnyayı. O gencecik yaşta.
Oysa öykulerimi topluyordun ve hikayelestiriyordun.Modern dedekorkut hikayeleri ile bastiracaktin.Søzūnde durmadin ve kurtulmak için benden.Ölūmū seçtin. Bende öykūlerimi açık artıtmaya çıkarttim satiyorum ve ustelik, bedelsiz.Alanìn elinde kalsin diye. Gūle gūle çocuk,gittiģin yerde bir gūn görūşmek ūzre.Yolun açık olsun ve o alemi seyrettiģin koltuğun yanindaki boş yeri bana ayır ki gelince aynı noktadan olan biteni bende izleyeyim.
Dedim ya, çok şey kaybettim ben bu şehirde.Çok şey koymuştum cebime,delikmiş. Ne varsa dökūlmūş.
×××
B (33 )
Çıldirdı göl.
Zaten
Deliydi..
Geçmişin kavgasini
Yaparcasina
Kiyiya vuruyordu.
Tek dostu,
Gok kubbede
Zeus du.
Aralarina poseydon geldi.
Göl.
Hiddetlendi,
Dalgalar zor atti kendini
Kiyiya.
Ve
Bazilikanin kalintilari
Vurdu karaya..
Şimşekler vurdu gok kubbeyi,
Bulutlarda çatlaklar olustu.
Ve nikaia nin uzerine
Yağmurlar
Düştu.
Bazilika şaşkindi.
Son bir gayret uzandi,tutundu
Kumsala.
Ve bir dalga geldi orttu
Ustunu,sessizce. Ceplerini yokladi
Bazilika
Bir parca seramik bir tutam kemik
Kucuk bir cam parcasi vardi.
Ver dedi dalgalar,verirsen seni gun
Yuzune cikarir ama sırrini vermem
Dedi.
Verdi bazilika
Ve peş pese geldi göl yuzeyinden dalgalar.
Gök kubbe bir kez daha parladi ve
Sustu.
Nikaiada artik ölum vaktiydi.
Zaman hızla akıp gidiyor ve beni de peşinde sūrūkledi.Yaşlandim ben de ister istemez ve yaş oldu ellisekiz.
Ya zaman zalim yada ben.Bence en kötūsū "Hades".Sokakta sahipsiz kim varsa çökūp yakasına alip götūrūyor "harronun" karşısina.O da enine boyuna ve özellikle de göz çukuruna bakiyor.Aradiği o metal yoksa kızıp bağırıyor hades e.Burası beleş dūnya değil ve yoksullara yer yok.Parası olmayan ölmesin ve bu dūnya ya damsız girilmez.
Oha... hem damsız hem parasız o aleme geçilmez ne demek lan.iki dūnya arasinda da kapitalizm kanunlari sūrup gidiyor yani."Gūnah, dam. Oluyor,sevap ise kapital".Yoksulda ikiside yoksa nereye gidecek."ARAF" yani yolculuğun en alt tabani, zemin kat.Konduktör yok, biletçi uğramaz.Çıkart ayakkabilarini koksun ayaklarin yada çorabin.Kimse sesini çıkartmaz,itirazin varsa ver farkını çık bir ust guverteye.Batarsa gemi, ve yūzme biliyorsan harron da seni göremiyorsa. Kurtulur yaşama devam edersin.

Yıl.1900..
Orhangazi tarafından iznik yönüne bir tekne seyir halindedir.ambarları buğday, güvertesi ise varlıklı yolcu doludur.tekne personeli hariç yolcu sayısı kadınlı erkekli 40 kişidir.
Mevsim yaz.herkes güvertede yolculuk etmekte ama göl yüzeyinde çalkantılı dalga vardır. Tekne yanlış yükleme ve kaptan hatası yüzünden alabora olur. Yolculardan sadece 8 i kurtulur.kadınların gerdanları erkeklerin cepleri doludur ve bir düğünden gelmektedirler.32 yolcu kaybolur. Padişah teknenin bulunmasını ve kayıpların çıkartılmasını emreder ama dönem karışıklık dönemi ve teknik de yetersizdir.
Kayıpların bulunup çıkarılmasi imkansizdir. Ve bu olay gölde yaşanmış osmanli arşivlerine de geçmiştir.
Anladiğim kadarı ile.Teknedeki her kes Sermayeder dir ve paralarina kıyacak cinsten değillerdir.Ne kayıkcıya para verme taraftarıdırlar ne de locasız ahiret yolcusu değildirler.Hepsi damlı çatılı saraylidirlar lakin. Bu gūn göl tabanında ne iznike nede orhangaziye varamamış deli lerdir..! De, arafa girmek için şengen vizesi gerek.
Varmı.?
Yok...!
O zaman iki kasaba arasinda ki kaçak mūltecisin sen arkadaş.tek yol var. Seni cennet cehenneme almadan, kim kabul edecekse seni. Sen tarafsiz bölgede bekle. Sonrası kolay. Sınır dışı...
Zaman.Ayaklarimin altinda buzdan bir zemin.Her adim geri gitmel gibi. Ama ne ben zamana gidiyorum ne de zaman bana geliyor, herşey ayaklarimin altindan kayip gidiyor.
Geriye bakinca bu gūn..Her şey benim uzerime yīkılıyor...
Güzel bir geceydi.
Her yer anı,
Hatira doluydu.
Müzik çalarda
Eski bir şarkı,
Tüm odayı sarmiştı.
Kırmızı gülun adı var,
Eski radyo dile gelmiş.
Yüregi kabarmiş sanki coşmustu.
Oda loş, ışıklar utangaç gibiydi.
Kırmızı gül degil bepki ama,
Şarap şişesi.
Yanindaki kadehe atladi.
Odanin duvarlarindaki tüm hatiralar
Olan bitene şahitti.
Güzel bir geceydi...
Balkonun kapisi sessizce açildi,
Ve içeriye dolunay geldi.
Vedalaştik,sarildim ve dedim ki...
Yürekten sarılacak insan az kaldı...
Gözleri doldu,gözlerim dolmuştu.
Eski anilara,yeni anilar.
Karişti...
Evet. Her şey bir birine karişmiş ve bir keşmekeşliğe dønmūştū.Ve kapitalizm bir gece göl sularina batmiş ama kurtarmak mumkun olmamişti.Lakin o burjuvalar.bir yolunu bulmuş obur dunyaya geçiş yolunu bulmuşlArdi.
××××
B (34)
Bir kendi şehrime bakıyorum bir de ege deki antik kentlere.Koruyamayıp būyūk bölūmūnū avrupalilara kaptirdigimiz onca mukemmel esere rağmen.Daha kuzeye yani marmara bölgesine geldigimizde ve øzellikle iznik.Antik çağin o mukemmel kalintilarina ulaşmak neredeyse imkansız gibi.Kimbilir belki de bir çoğu toprak altinda ama toprak ustunde olanlar da yetersiz hatta bu osmanlį eserleri içinde geçerli.Sanki candarlılar devlet yönetìmden alinmasiyla iznik sadece çini ūreten bir merkezden öteye gidememiş ve kaderine terk edilmiş gibi duruyor.Mevcut olan osmanlı eserlerinin çoğu da Çandarli sūlalesinin dønemine ait.Onlardan sonra ise sanki osmanli iznik i yok saymış ve ortaya çıkmasını istememiş gibi toprak altına itelemiş gibi.
Peki. O muhteşem roma ve bizans eserleri nereye gitti.Kanuni devrinde iznik e akın eden onca şıh ve derviş.Ellerinde çekiç ile sokaklarda rastladiklari bizans eserlerini doğradıysalar... Eyvah. Demekki taliban misali militanlar ozamanda mevcuttu.
İznik te ekmek elden su gölden olduğu zamanlardan bahsediyorum.Ūç imaret ūç øğun bedava yemek dağitiyorsa ve sur aralarinda ki her burç bir ev gørevi gøruyorsa.Kendini şıh derviş ilan edip ipini koparan iznik e dūştūyse vay geldi o iznik in başına.!
Dūşūnūn okadar dervişli iznik i.Bir zamanlarin dūnyevi ilimler ile ilgilenen muderrislerinin yerini. Kıçının altina bir post,dilinin ucuna bir kaç manevi kelam koymuş ne idūğū belirsiz tarikat şıhları bu kentin ırzına geçmiş demektir ki.. Bir zamanlar araziletinde afyon dahi dikilen başkent şehrinden söz ediyoruz.
Afyon sakızını çīğneyen søzde şıh ve mūridi.yok ettiği put..!! Sayisi ksdar cennet garantiler.eğer o yolda ölūrse,zaten cennetliktir haşhaşiler.
Onca gramerci,matematikçi,astrolog,tiyatrocu,felsefeci,tasavvufçu,şair,bir nevi biyolog,sporcu yaşamış bu kentte ve hatta imparator ve şehzade.Nereye gitti onlardan kalan binlerce iz.
Her tarihi caminin ve kilisenin etrafinda onca mezarlik ve mezar taşları...Kīm çaldı yada yok etti.Bunlari ben söylemiyorum tarihi belgeler söyleyip hesap soruyor,ve ben onlara sadece sözculuk elçilik yapiyorum.Cevap ariyorum onlarin adina geçmīşi sorguluyorum.Çūnkū onlar bize emanet ve bir gūn nerede bunlar diye sorarsa biri..Cevap vermek zorundayiz zorundayim.Kim sorabilir bunu bize... Torunlarimiz.Ne diyecegiz onlara...? Bilmiyorum evlat.Gözūmde kalin camlı gūneş gözlugu vardi,göremedim mi.?
Bu kent bizim. Bizim idi doğrusu.Ama birileri bizim geçmişimizi de gelecegimizi de çalmıştı.Geldiğimiz noktada cep delik cepkenimiz delikti.
Ne kadar yazsam neyi anlatsam da bu kent.öyle būyūk bir yer ki.Anlat anlat bitmez ki... biz sadece buz dağının gőrūnen yūzūnū görūyoruz, ya göremediğimiz toprak alti..! Yok ettikkerimizi sormuyorum bile.Efsanelerini,hikayelerini veya gerçeklerini. Hangisini yazip anlatayim.Bizans hikayelerinin Osmanli efsaneleri ile harmanlanip gunumuze gelenleri mi.?
Bazen kendi kendimle kavga ediyorum. Ve diyorum ki "sana ne.Sen bu topraklardan ekmek yemiyorsun.sadece evine geldiginde havasini soluyor suyunu içiyorsun.Sus sana ne".Ama soludugum her nefes, biliyorum ki öbūr aleme geçince ben.Benden hesap sorar ve kefenimin yakasina yapişır.Ben de bunun hesabını veremem o iki el yakamda mahşere kalır.İşte o yūzden yazmaya devam.
Ruhum hasta değil.
Asla.
Yaşamadiğim stresi
Ona yaşattim
Derdi,stres.
...
Asırlar ònce yani başimdaki kayanin çatisiydim. Bir gün şiddetli bir deprem ile yerimden koptum uzerimdeki bina ile birlikte göle yuvarlandim. Dedi.
Gúnün her saati görunmez saat 12 ile 14.30 arasindaki gun işiginin tepeye geldigi anda yani. Gòl yüzeyine çikar ve etrafa göz atarmış.
Bu yöreyi kendine mesken edinmis ve tüm gizemlerini yuregine gizlemiş gibiydi.
Gölun hayaletiydi yani. İşledigi suctan dolayi başi kesilmis gövdesinden ayrilmiş ama kendi yere yikilmamiş gibiydi múşküle sarikaya. Ve bu göl yuzeyindeki kuru kafa onun kellesi gibiydi. Buna ragmen yuzunde esrarengiz bir gülumseme vardi.(resmi yan cevirince göreceginiz yansima ile bütun bir kurukafa yi net olarak gòreceksiniz)
Bir zamanlar bu mevkide inzivaya cekilen keşişler en guzel şaraplik üzümu uretmislerdi. Ihtiyac fazlasini ise .teknelere yükler ve konstantinepolis e gönderirlermis. İşte o üzume de moskura (müşküle) denirmiş.o donemin en aranan ve begenilen markasi yani. Rengi krem sari ve ağizda nefis tad birakip sertliğinden dolayi müthiş sarhoş edermiş.. o yuzden îçine kondugu her meşe fıçıya şarabi çok ıçersen şeytana kapi açarsin yazilirmiş.
Nedense bizans merkezde her meyhanede hatta sarayda kimse bu uyariyi dikkate almaz neticede geceyi körkutuk sarhos,sabahi ise agir baş agrisi ile karşilarmiş.
Moskura,kücuk bir kale kasaba ve etrafinda inzivaya cekilen keşişler. Bağlarinda yetiştirdigi üzumleri loş ve küf kokulu magaralarda mayalar abu hayat suyu diye satar bagli olduklari kiliseye ve bulunduklari yöreye hareketli ticaret getirirlermis.
Ha..Şarabi çok içince. Şeytana kapi açmişlarmi bilinmez ama... müşkule sarikaya bir gece şarabi fazla kaçirinca körkütuk olup. Askania gòlüne düşmüs.
Birtürlü kendini toparlayip ayağa kalkamayinca yada diyonizos un oyunu ile askania gölunde boğulmuş.
O gece ona eşlik eden nikaianin kızı "TELETE" bile yardim etmemiş. Sarikaya o gece okadar mutluymus ki. Ruh tanricasi teleteye gece boyunca binlerce öpucuk yollamı,mutlulugu ve gülumsemesi ile gün ortasinda göl sularinda bogulmuş.
İşte o gün bu gündür.suyun durgun havanin güneşli oldugu zamanlarda her gün gün ortasinda yani 12.00 ile 14.30 arasinda göl yüzeyinde ortaya çikar ve mutlu şekilde gülermış.
Sizede alaycil ama sır dolu gülümsesin. Görurseniz o yüzu söyleyin.haksizmiyim? Ve siz bu masala ister inanin ister inanmayin ama sarikaya bir sır saklar sakın unutmayin.
Şimdi bu fotoģrafa iyi bakın hatta sola çevirip bakın. Su içinde ne kadar mutlu bu kaya.Halen bana sen hayalperestsin diyorsaniz başkada sözūm yok size.Göl yūzeyinde sırıtan "Telete" mi yoksa bana mı öyle gelir. De hele.Hey Nevzat Kara neredesin de hele.Yaz dedin, yazdįm. Şìmdi sen söyle.Haksızmıyım ben?Rúzgar esiyordu. Etrafında ki tüm zeytin ağaçları rüzgarın kollarında dans ediyordu. Kimisi coşmuş yapraklarından konfeti yapmış yanındaki zeytin ağacına serpiyordu.
O.yerden havalanan toz zerreciklerini yaprakları ile tek tek emiyor bedeninde yok ediyordu.
Asırlardır aynı noktada nikaia ovasının ortasında doğudan gelecek dost yada dúşmani gòzler gibi yönü lefke yolunda ve gözlerini dahi kırpmıyordu.
450 YIL önce kuruyup giden bir çınarin köklerinden doğmuş ve onun bıraktığı nöbeti devralmıştı.
Onun olduğu yöne doğru gidiyordum.bir yandan da yüzüme çarpan yapraklardan korunmaya çalışıyordum. Yer yer sertleşen rüzgardan kimi zaman da çukurlardan kaçınarak ilerlerken... bir kaç yüz metre uzaktan göründü. Biraz öne eğilmiş yüzüne siper ettiği dalin gölgesiyle sanki bana bakıyordu ama, yapragindan dalına hareketsizdi.
Yaklaştım yanına,önce rüzgar durdu. Sanki gök yüzüne uzanan dalı ile rüzgâra sus ve dur demişti.
Ayak ucunda bedenine aklar sürülmüş olan çeşmenin yanında durdum, Karmakarışık yaprakların arasından koca bir kuş havalandı. Gözlerim onu mavinin tam ortasında yakaladı. Koca bir Baykuş. Bir iki döndü ve Nikaia yönünde kayboldu.
İnce bir sızı gibi akan çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Koca çınarın beni izlediğini sudaki yansımasından izledim.
Çeşmenin yanında benden binlerce yıl önce gelen bir insanın elinde şekillenmiş koca taşa baktım. Yüz üstü kapaklanmış ve istediği yapılmamış bir çocuğun huzursuz ağlaması gibiydi. Elimi sırtına dokundum, yüzüme bile bakmadan ağlamaya devam etti. Belli ki bana söylemek istemediği bir derdi vardı. Yan tarafından bakınca göğüs ve karın kısmında rölyef dövmeleri...! Vardı ama bana dònmedigi yada göstermek istemediği için ne olduğunu anlayamamıştım.
Çınar ile gòz göze geldim. Bir yaprak "sus" dercesine dudaklarına gitti sustum.
Yıllar önce dedi. Biraz ileride toprak altında kendisine emanet bir faniye mezar di. Ama bir gün yine bir fanî geldi,kazdı. Emanet edileni dağıttı. Belliki bir şey aradı bulamadı ve ortalığı kırıp geçirdi. Sonra o bölgenin sahibi geldi. Yinemi bu gavur taşları dedi traktoruyle getirip benim yani başıma attı. O gün bu gündür arada benimle dertleşir ama genelde bu şekilde ağlar durur.
Zaten benim derdim bana yetiyor,bir yandan gövdem de ateş yakıyorlar bir yandan da bağa bahçeye atılan zehir atığı kutuları bedenime saklıyorlar.
Bu çeşme yokken hemen ardım da antik dònemden kalma ve ağız bileziği mermer oymalı bir su kuyusu vardı önce o çalındı kuyu korumasız kaldı ve içine toprak doldu. Bileziğin üzeri sütun ve hayvan figürleri kaplıydı. Çok değil bundan 40 yıl öncesi çalışan bir kuyu içine sarkıtılan tahta kova ile bir zamanlar üzüm bağlarında gezenler susuzluğunu giderirdi.
Burası neresi dedim. O anlatırken ben gövdesine bakıyordum.kiris kırıştı ve üşümemek için arsız bir sarmaşığı bedenine dolamış gibiydi,yada kendini insanoğlundan öyle gizliyordu.
Bana "kaymak köşkü çınarı derler" dedi. 450 yaşındayım benden önce babam ondan önce dedem vardı. Hepimiz birbirimizin köklerinden doğduk....
Neden sana kaymak köşkü diyorlar..? Sustu. Küsmüş gibiydi cevap vermedi.yuzume de bakmadı. Belli ki bir şeyleri gizliyordu. Üstelemedim bir sigara yaktım uzaklaşırken geldik. Ağlıyordu. (Ayak ucundaki iki delik bana gòz yasini animsatti.ve sarmasigin saga verdigi kıvrim çinarin agzi açik şekilde ağladigini)Ve çınarın gòvdesi NİKAIA yi andiriyordu
Keşke çınarların dili olsa,anlatsa. Ben sussam onları dinlesem.B (30)
Bu şehirde her şeyin bir ruhu var sanki.Canlı cansız ne varsa bir şeyler biliyor söylemek istiyor ama konuşmuyordu.Ya yaşadiklarinin duyulmasini istemiyor yada yaşadığı travmayı içine atmış duyulsun istemiyordu.
Yine bir kanalizasyon çalışmasiydi.sokaklar allak bullak her yer toz duman.Bilinçsizce yapılan kazılar darmadağın edilen toprak altı.koskoca makinelerin ve ona hūkmeden ufak tefek göbekli kirli sakallı adamın kimseden korkusu yoktu.Koca kepçeyi göle olta savurur gibi makinenin 2-3 metre ilerisine atıyor tırnakları toprağa geçiriyor ve hırsla kendine çekiyordu.Toprak ana yer yer direniyor ve ūzerini örttūğū bilinmeyeni kimseye göstermek istemiyor ve tūm bedenini taş gibi kasıyor,kepçe ile amansız bir mucaleye girip direniyordu. Koskoca tonlarca agirliktaki makine şaşkındı.Deeken koca bir parçayı ısırıp kopardı,kepçe.Açılan çukura kilitlendi herkes.şaşkındı orada bulananlar.Çukurun içinden etrafı yılanlarla çevrili ve iri gözleriyle onlara bakan biri vardı.Sonunda yūzūk taşları sağlam ve uzerini asırlardıe örten toprağın kalkmasiyla gökkubbeye bakan gūlumsen esrarengiz bir adam.Oda şaşkındı. Kendisine bakan insanlar o tanidığı insanlar değildi.
Hele o demirden yapılma o acaip şeyde ne olaki diye dùşūnūrken yukaridan kendisine şaşkin bakan adamlardan biri hemen uzerine bir örtū örttū.Bir diğeri tahta bir kapak attı ūzerine,sonra kepçeyi kullanan adama dönūp çukuru kapatmasini işaret etti.
Adam kepçeyi el gibi açip yandan bir avuç toprak aldı açık olan çukuru doldurdu.Tek söz etmesine fırsat kalmadan bir avuç topraga gömūlmūştū yılanli adam.Kimse kimsin ne arıyorsun orada diye sormamıştı sanki korktukları bir şey vardı ve elbirliğiyle yok etmişlerdi.Hani bir söz vardır ya "ölūm döşegindeki insanın canını,bu dūnyada en çok kimden korkarsa o alırmış".Sanki en korktugumuz nikaia idi ve canımızı almaya gelmiş ama biz önce davranmıştık işte.
Böyle kaç degerli eseri yok ettik acaba.Hani orta yaştaki çogu kisinin dediģi bir zamanlar biz orada yūzūk taşı toplardık...lafı her şeyi anlatıyor işte.O yūzūk taşı ile bunlar yapıliyor ve gelecege bir nevi mektup yazılıyordu.Sessizce örtūlūp ölūme gönderildi ve önce ūzerinden sıcak asfalf geçti ardından da tepesine bir çöp konteyneri koyuldu.Geçmişten gelen mektubu okumamış gelecege dair ahkam kesiyorduk.Her şwye rağmen ben.Gecenın sırlarını arıyor ve emanetleri kovaliyordum.Oysa her sır ve emanet bu surlarin içinde veya etrafındaydı.Birine çok yaklaşmıştım faili meçhul bir cinayete kurban gittmişti.Herkes ger yerde define peşindeydi oysa Nikaia nın kendisi sur içinde bir defineydi ve kimse onun tarihi değeriyle ilgilenmiyor Altına hucum gibi define arıyordu.
YansınKasaba
Yıkılsın tarih.
Yok olup gitsin,
Roma. Bizans.
Sultaninok sarayının loş koridorlarında
Dolaşırken
Haşhaşı hasan sabbah..
Sur kapıları yol geçen haniysa ve
Asayiş gevşek
Hain çoksa....
Iyi sabredebilmis sultanikon
Sessizce
Peçenekler surlara biyzantion bayrağını
Çekiyorsa
Söyleyecek tek söz...
Alın tüm tarihinizi
Çekin gidin.
Nikaia yatırlar ile
Boguşsun....
Üzüm bağları yok olmuş,
Ve
Yerini zeytin bağlarına terk etmişken....
Asalak beton binalar,
Tüm ovayı kaplamış.
Cebimize para
Ruhumuzda
Vatan gitmişti.
Bizim için o geçmişin sadece maddi yönū önemliydi onun da ismi bir kūp altın.Gerisi taş,çakıl,çöp.Benim için ise tarihi değeri bir mezar dolusu altından değerliydi.Para bir gūn biter ve belkide sen.İflas da edersin ama tarihi bilir korursan sonsuza dek servete sahip olursun.Ùzūlme dedi koca lahit.Kendi acısını unutmuş beni teselli ediyordu II.purusias ın koca kaya kūtlesine oyulmuş mezarı ve tūm olan biteni bana fısıldayan da purusiasin kayada bedenini arayan ruhuydu.
Anladığım kadarı ile gecedeki sūrgūnlerim sūrecekti.Olduğum yerden tūm ovanın göğsūne çöreklenmiş beton binaları izliyorum.Hepimiz bir yada birkaç daire uğruna mutluyduk,oysa bize emanet kūçūk vatanı yok ediyorduk.Eminim ki bu ihaneti haçlılar selçuklu, osmanlı ve bizans bile yapmamıştı.Ve biz halen açtık doymak bilmiyorduk.
×××
B (31)
Yüksek bir tepeden
Bakinca
Eski bir çini fırınının
Ateşlik bölümune benziyordu
Geceleri
Nikaia..
Binbir renk in yanıp
Çiçekleştiği
Şehir.
Gerçekten de ovadaki binlerce ışık.Geceleri sönmek ūzre olan bir çini fırının ateşlık bölūmūne benziyordu.Gece boyunca içinde yanan odun ile sabahlara dek sevişmīş ve yorgun dūşmūş gibiydi.Ve şehrin kapılarından çıkıp giden yada şehre gelen araçlar ise.Halen bacadan çıkan bir kaç kıvılcım gibiydi.
Bu gūnden belki bir 150 yıl geriye gidip.Aynı noktadan seyretsek iznik i.Birkaç cılız sokak feneri,sağda solda yakılmış derviş yada kimsesizlerin ateşi ve lefke kapidan girip,ıstanbul kapıdan çıkan kervanların başındaki kervancının elindeki meşaleyi zayıfta olsa görecektik.Hayal edince yani. Ve ben halen geçmiş ile gelecek arasinda bir hayali dūnyada yaşıyor gördūklerimi not edip sizlere aktariyorum.Bir gūn bu hayallerden ölūm denen dūnyaya gözlerimi açınca uyanacagım.O yūzden ölūmden bile korkum yok,çūnkū o gūn gelince bu kez.Gazi Mustafa Kemal Atatūrkūn bahsettiği iznik i görecegim."UNUTMAYINIZ KI GERÇEK İZNIK'İ ASLA GÖREMIYECEKSINIZ. O TOPRAĞIN ALTINDADIR.M.K.ATATATŪRK".
Bırakın onun dediği iznik i görmek.Onun önūnde oturup kahve içtiği sonra ahşap merdivenlerinden çıktıktan sonra o gūn ki iznik belediye başkanına dönūp cevabını alamadigi."Reisim az önce çıktığımız basamaklar kaç adettir"sorusunu yönelttiği o eski belediye binasını bile görmek hattı zatında yerini bilmek bile imkansız gibiydi.O tarihi binayı o olaydan sonra önce kamyon ile çarpıp kapısını sonrasında ise bina hasar gördū diyip tamamını yıkmışız.yetmemiş hızımızı alamamışız ve hemen yanı başındaki hacı hamza cami ve kūmbetini de yok etmişiz. Bu gūn o caminin temelleri belediye meydanindaki havuzun oldugu yerde 1m toprak altindadir.Artık havuz başında oturup çayınızı yudumlarken ve sohbet ederken dūşūnūn, neyin ūzerinde olduğunuzu.
Menfi menfaatletiniz uğruna yok ettiğiniz o bina,camii ve kūmbet vari tūrbe.Sahi ne yaptiniz o eski kimliği, kaybettim deyip yemisini mi çıkarttiniz.Evet haklisiniz yani ne olmuş Atatūrkűn ziyaret etyiği yeri yok ettigimiz için turist gelmiyorsa gelmesin diyorsaniz...diyecek søzūm yok. Çūnkū bir önceki ve daha öncekini de o şekilde yok ettiniz.Doģma buyume bir iznikli olmadiğim halde (sizin her zaman dediginiz kelime ile. Zaten iznikli degilsin begenmiyorsan çek git. ) koskoca osmanli medeniyetinin gectigi şu sur içinde birtek osmanli mezar tasī veya mexarliğina rast gelmedim.ama dile getirdim.Ve siz. Ne ben kadar iznikli oldunuz nede o hor gördugunuz hırıstiyan bizansli kadar geçmişe sahip çìktiniz. O bizanslilar tūrk mezar sandukalarini yok edip atmadilar tam tersi. Surlarinda tek noktada toplayip ust uste koydular. Ùstelik te haçlilarin en yogun saldirisinin oldigu noktaya.haçlı şövalye godfoyrt un saldirilarina açik surlar,yenişehirkapida. Işte o şøvalye nikaia yi alamadan o sur ønūnde öldū gitti ve hatta orada bir yere gømūldu ama o burçta ūst ūste konmuş selcuklu mezar taşlari uzerindeki arapça kitabeler ile bu gune ulaşti.Ama biZ o gavur nikaiaya..! Sahip çıkamadik ve koruyamadik.Gavur taşi dedik tekmeledik.Biz onlara binlerce şey emanet ettik,sahiplenip korudular. Biz ise hiç bir emanete sahip çıkamamiz.İznikli kim deyince de.Kimseye meydan birakmadan benim demişiz.Varin īznikli siz,hayalprest ben olayim.En azindan bir elli altmış yıl geriye dőnsem ve bu şehirde belediye başkanı olsaydım neler yapmazdım neler.Onca eski osmanlı mezarlikları dahil her şeyi korur sahip çıkardım.Sur dışını imara açar ve merkezi ise oldugu gibi korurdum.Ama şöyle geriye dönūp baktiğımda en basidinden mezarlara dahi sahip çıkamamiş taşlarini ise saga sola atmış veya gizlemişiz.
Bazen de hızımızı alamamış hedef tahtası yapmış acimasizca kurşunlamişiz. Geleceğimizi vurmuş ayağimiza sıkmışız yani.koskoca bir kaya ve būtūn yūzū steller ile kaplı ama hedef tahtası.Benim saydiğım onyedi taneydi.Aşk...
Nedir bilirmisin sen...?
Illaki karşı cinse duyulan his,duygumu. ?
Bir ağaç bir göl. Yada bir kent.
Veya
Peş peşe gelen medeniyetler...
Bir duvar,
Bir taş.
Bir mehtap....
Ayazla yaz beyazı gece
Aşk ıllaki
Bir kadına duyulan his mi.. ?
Geceyi seversem, yada kendimi.
Aşk.....
Olmazmi,
İllaki ilk göz ağrısı,
Çocukluk aşkı,
Yani....
Aşk meşk çocukluk ise,
Çocukken sevginizi,unutuverin
Gitsin...
Aşk.. çocuksu bir duygu,
Çocukluk aşkı.
Saçmalık...
Dimi.?
Oysa ben.
Çocukken sevdim seni.
Nikaia....
×××
B ( 32 )
Şiddetli dalgalarda kıyıya vuran ıstakozları denizde kıyıya vuran sandallara benzetiyor Yalçın Öztürk. İncir altında her fırtınada kıyıya vuran çini parçalarına tutunan ıstakozları yavaşça göle, çini parçalarını da cebine atıyor.Önüme sandala dönüşmüş bir balık deseni koyuyor üstad, balığın sırtından çıkan lale desenleri yelkene dönüşmüş. "Balığa, çiniye, göle aşık biri çizmiş bunu, kıyıya vuran desenlerden biri bu."
Bir konuşmamızda "esas çiniyi ölüler yapar" diyen Kudret Gürol'un ne kadar doğru dediğini anımsıyorum.
Bu kıyıya vuran çini parçaları ve ıstakozlar gurbetten dönen Yalçın Öztürk'ün yazdığı dört hikayeden sonuncusu, yarım kalmış. Kalem ve kağıt ilişiyor gözüme.
Yalçın ağabey, ne zamandan beri hikâye yazıyorsun?
"Doksan sekizden beri."
İlk hikayenin adı neydi?
"Bir Rum evinin öyküsü. Karacabey köyünde yattığım yerde bir Rum evini izleyerek yazdım. Doğuş'ta yayınlanmıştı."
Nasıl bir duygu bu ya? Bir evi izleyerek onu yazmak...
"Senin için yıkıntı bir evin ne anlamı vardır?"
Hüzün… Bana göre eşyalar konuşur, zamanla yıpranır ve suretleri değişir, insan gibi.
"İnsan gibi. Ben her gece o evi seyrediyordum. O evin şekli şemali bana kalemi kağıdı aldırdı. Evin "yaz şunu" der gibi bir hali vardı. İnsan hüznünü anlatan bir yüzü vardı. Bir taraftan kapı öbür taraftan ıhlamur ağacı yaslanmış üzerine, yıkıldı yıkılacak. Nerede virane bir ev görsem, orada saatlerce oturur hayal kurarım; o evin içine birilerini sokarım kafamda. Eski zamanda birilerini yaşatırım içinde. Sonsuz zevk alırım bundan, bir yandan da hüzünlenirim. İşte o anda kalem kağıt varsa not alırım. Tarihi yapılara bakarken şunu düşünürüm: “ölürsen unutulursun, ölmemek için unutulmamalısın.”
Yeryüzündeki eşyalara can veriyorsun hikayelerinde, Haşmet Aga’da bir ayağı yıkılıp yana devrilen, kendini izleyen insanlardan utanıp gece yıkılan bir ev vardı. Konuşan bir sinek, acı çeken bir ağaç. Kaldırımlar, yollar…
"Rum evinden sonra Abdulvahap’tan İznik’i anlattığım bir hikâye var. Oradan geçen kervanları anlatıyor… Senin düşündüğün şey var ya, İznik’in tarihi yapılarını konuşturarak İznik’i anlatmak! Onu yapıyordum. Sonraki hikâyem olan Mavi Ladin’de yanı başında duran sart harabeleri anlatıyor Mavi Ladin (ağaç). Rüzgar eksiklerini tamamlıyor. Ben ocağın başında oturmuşum kalem kağıda onları yazıyor."
Seni hikâye yazmaya iten sebep neydi?
"Rum evin öyküsünü yazmadan önce, yine böyle Türkiye’nin dört bir yanına camilerde çalışmaya giderdim. Döndüğümde Nevzat Kara’nın yanına uğrardım. “Anlat” derdi, “ne hikayelerin var?” Açardık biraları ofisinde, ışıkları söndürürdük. Ben hikâyeyi anlatmaya başladığımda o pantomim yapar gibi hikâyenin baş karakterini oynardı. Sonra bir gün “bana anlatma” diyerek önüme ismimim yazılı olduğu bir ajanda koydu. “Buraya yaz, ben hem okur hem de düzenlerim.”
Eline kalemi tutturmuş, sonra kalem tutuşmuş anlaşılan. Tutkuya mı dönüştü bu daha sonra?
"Tutku değil, hastalığa dönüştü. Gittiğim her yerde o bölgenin ilginç olaylarını araştırırım. Ne bileyim o bölgenin atasözlerini, özlü deyişlerini ararım. Sonra bu köyün adı ne, nerden gelmiş? Ne olmuş, tarihi belli mi? İlk yerleşim yeri burası mı?"
Ne tatlı bir hastalık! Araştırma merakı var bir de…
"Bak orta okulda incir altı mendirek de oturuyorum. Yerli turistler geldi, İznik’in tarihini sordular bana. Daha 2 senelik İznikliyim. Cevap veremedim. Kadın turist oturdu İznik’i anlattı bana. Bak, dedi, hem İznikliyim diyorsun hem de İznik’i bilmiyorsun. Bütün kaleleri bütün tarihi gezdim bende. Sonra meslek lisesine geçtik. Öğretmenler duvar gazetesi çıkartalım dedi, zıpladık. Karikatürler yaptım, köşe yazıları yazdım. Lise sonda da üniversite sınavına girdim, 3 puanla kaybettim. Seneye tekrar girerim dedim, bu işe girdim. Heybemize paradan çok dost ve hikaye toplamaya başladık."
Deliler ile ilgili hikâyelerin var bir de… uç tarafları seviyorsun galiba.
"Yani! O delilerin bir gerçeği vardır. Onlarında ti’ye aldıkları akıllılar vardır; kendi diliyle kendi aklıyla. Düşünki 26 senelik iş hayatımda gittiğim her yere kartvizitimi bırakırım, bir tek kişi aramıştır beni, o da bir deli. Buraya, İznik’e geldi."
Sana hikâye yazdırmaya iten Nevzat hikâye yazıyor muydu?
"Ayasofya’yı izlerdik Nevzat’la. Bir pencerede ben öbüründe o. Saatlerce izlerdik, Ayasofya’nın iki kubbesi bize İznik’i anlatırdı. Birbirimize sorardık, önce sen mi anlatacaksın ben mi? Bira kapağından yazı tura atardık. Kaybeden anlatmaya başlardı, dinleyen de hikayeyi yazardı."
Hiç sevmediğim laf “yalan dünya” dır. Tanrı’nın yarattığı her şey gerçek ve güzeldir. Benim hikâyelerim o gerçeklerin içinden çıktı.
Nevzat Kara’ın Yalçın Öztürk’e yazdığı şiir.
YALÇIN
Kod ismi “Yakamoz”
Kardeşi var “Takoz”
Tezyinattır işi
İnatçı bir kişi
Tıfıl, bücür bir seyyare
Küçük kanatlı teyyare
Uçurur hayaliyle
Onu dikkatle dinle
Becerikli bücür
Yüreği acır
Elleri işler
Duvara fişler
Kalbi duvara rozet
Ondan herkese sözet
“Kalemkar Nakkaş” de
Sinan’a benzet
Küçük “Büyük Adam”
Ne bakıyorsun madam!
Fırçada irade o
Boyada piyade o
Gözlüklüdür gözü
Mizahidir sözü
Kızdırırsa bizi
Çöktürür dizi
İnsana çabuk kanar
Kazanda hemen yanar
Dostları hançeriyle
Sırtından kan damlar
Dostu var Nevzat
İznik’e tezat
Onun gibi olsa olmaz mı?
Tarlaya pırasa mı?
Sözünün eriydi
Dipdiri biriydi
Düzene uydu o
Cebine koydu o
Keyfinin kahyası o
Mutluluk mahlası o
“Bana ne!” de deyince
Düzenin atlası o
İskeleden düşerdi
Kurudu da yeşerdi
Fırça kulakda durur
Mollalarda şaşardı
Belinde platini
Dinmeyen ağrısı
Kazıklandı dünden o
Sancıyor sağrısı
Karısı var Fatma
O onu çok sever
Üç de çocuk
Aslan yürekli nefer
Onlar erecek muradına
Biz çıkıcaz kerevetine
Masal burda bitecek
Bir şiir ne rafine
Nevzat'dan bana gelen bir şiir di bu. Bana yaz derken,yazmıştı beni.yapacağini yine yapmıştı yani.
Ve rahmetli yine bir rahmetli Nurettin ile iznik uzerine bir söyleyişiydi,yukaridaki satirlar.Çok dostlarım vardı usulca aradan sıyrılıp gitti.
Keşke bir kapağı olsa bu kentin ve istedigim an açsam onu. Dostlari yok olan iznik i görsem.Yok olmasın diye korkarsam.. O kapaği kapatmam gerek.Kimse dostlarimi ve tarihimi çalmasın diye.Her şeyi herkesi gørdūm yazdim ama iki dost ağabeyi unuttum.Onları anmazsam yazdįklarımın bir değeri olmaz. Kadir ve Kenan Oguz.Doğuş gazetesi-iznik
Rahmetli kenan ağabey.Doğaçlama yazdiğm kargacik burgacik yazıları çözūp gazeteye basìm haline getirene dek. Akla karayi seçerdi.Zordu o yıllarda gazetecilik ve gazete basmak.Hele ki herkesin kabadayi olduğu iznik de gazete basip yayinlamak. Bu gūn bile zordur bu kasabada gazeteci olmak,zul.Zulumdur.Hele ki onlarin zamani...Ali desen suç,Veli desen kabahat.Kısaca bir yanìn sakal diğer yanin bıyık.Bir de ruzgar varsa tūkūr bakalim nereye yapişirsa. Sende hayallerde kal be Nurettin...Ruhun şad,mekanin cennet olsun çocuk.
Rahat uyu mekaninda.bana dedekorkut derdin.Destursuzca gelip girmiştin aramıza,tahsilini bitirip gidecektin ama öyķūlerimize bulaştın ve kaldin gidemedin bir tūrlū.Gittiğin gūn engel olabilseydim sana da.. O lanet olasi kaza yerine ulaşip terk etmeseydin bizi,iznik i ve bu dūnyayı. O gencecik yaşta.
Oysa öykulerimi topluyordun ve hikayelestiriyordun.Modern dedekorkut hikayeleri ile bastiracaktin.Søzūnde durmadin ve kurtulmak için benden.Ölūmū seçtin. Bende öykūlerimi açık artıtmaya çıkarttim satiyorum ve ustelik, bedelsiz.Alanìn elinde kalsin diye. Gūle gūle çocuk,gittiģin yerde bir gūn görūşmek ūzre.Yolun açık olsun ve o alemi seyrettiģin koltuğun yanindaki boş yeri bana ayır ki gelince aynı noktadan olan biteni bende izleyeyim.
Dedim ya, çok şey kaybettim ben bu şehirde.Çok şey koymuştum cebime,delikmiş. Ne varsa dökūlmūş.
×××
B (33 )
Çıldirdı göl.
Zaten
Deliydi..
Geçmişin kavgasini
Yaparcasina
Kiyiya vuruyordu.
Tek dostu,
Gok kubbede
Zeus du.
Aralarina poseydon geldi.
Göl.
Hiddetlendi,
Dalgalar zor atti kendini
Kiyiya.
Ve
Bazilikanin kalintilari
Vurdu karaya..
Şimşekler vurdu gok kubbeyi,
Bulutlarda çatlaklar olustu.
Ve nikaia nin uzerine
Yağmurlar
Düştu.
Bazilika şaşkindi.
Son bir gayret uzandi,tutundu
Kumsala.
Ve bir dalga geldi orttu
Ustunu,sessizce. Ceplerini yokladi
Bazilika
Bir parca seramik bir tutam kemik
Kucuk bir cam parcasi vardi.
Ver dedi dalgalar,verirsen seni gun
Yuzune cikarir ama sırrini vermem
Dedi.
Verdi bazilika
Ve peş pese geldi göl yuzeyinden dalgalar.
Gök kubbe bir kez daha parladi ve
Sustu.
Nikaiada artik ölum vaktiydi.
Zaman hızla akıp gidiyor ve beni de peşinde sūrūkledi.Yaşlandim ben de ister istemez ve yaş oldu ellisekiz.
Ya zaman zalim yada ben.Bence en kötūsū "Hades".Sokakta sahipsiz kim varsa çökūp yakasına alip götūrūyor "harronun" karşısina.O da enine boyuna ve özellikle de göz çukuruna bakiyor.Aradiği o metal yoksa kızıp bağırıyor hades e.Burası beleş dūnya değil ve yoksullara yer yok.Parası olmayan ölmesin ve bu dūnya ya damsız girilmez.Oha... hem damsız hem parasız o aleme geçilmez ne demek lan.iki dūnya arasinda da kapitalizm kanunlari sūrup gidiyor yani."Gūnah, dam. Oluyor,sevap ise kapital".Yoksulda ikiside yoksa nereye gidecek."ARAF" yani yolculuğun en alt tabani, zemin kat.Konduktör yok, biletçi uğramaz.Çıkart ayakkabilarini koksun ayaklarin yada çorabin.Kimse sesini çıkartmaz,itirazin varsa ver farkını çık bir ust guverteye.Batarsa gemi, ve yūzme biliyorsan harron da seni göremiyorsa. Kurtulur yaşama devam edersin.

Yıl.1900..
Orhangazi tarafından iznik yönüne bir tekne seyir halindedir.ambarları buğday, güvertesi ise varlıklı yolcu doludur.tekne personeli hariç yolcu sayısı kadınlı erkekli 40 kişidir.
Mevsim yaz.herkes güvertede yolculuk etmekte ama göl yüzeyinde çalkantılı dalga vardır. Tekne yanlış yükleme ve kaptan hatası yüzünden alabora olur. Yolculardan sadece 8 i kurtulur.kadınların gerdanları erkeklerin cepleri doludur ve bir düğünden gelmektedirler.32 yolcu kaybolur. Padişah teknenin bulunmasını ve kayıpların çıkartılmasını emreder ama dönem karışıklık dönemi ve teknik de yetersizdir.
Kayıpların bulunup çıkarılmasi imkansizdir. Ve bu olay gölde yaşanmış osmanli arşivlerine de geçmiştir.
Anladiğim kadarı ile.Teknedeki her kes Sermayeder dir ve paralarina kıyacak cinsten değillerdir.Ne kayıkcıya para verme taraftarıdırlar ne de locasız ahiret yolcusu değildirler.Hepsi damlı çatılı saraylidirlar lakin. Bu gūn göl tabanında ne iznike nede orhangaziye varamamış deli lerdir..! De, arafa girmek için şengen vizesi gerek.
Varmı.?
Yok...!
O zaman iki kasaba arasinda ki kaçak mūltecisin sen arkadaş.tek yol var. Seni cennet cehenneme almadan, kim kabul edecekse seni. Sen tarafsiz bölgede bekle. Sonrası kolay. Sınır dışı...
Zaman.Ayaklarimin altinda buzdan bir zemin.Her adim geri gitmel gibi. Ama ne ben zamana gidiyorum ne de zaman bana geliyor, herşey ayaklarimin altindan kayip gidiyor.
Geriye bakinca bu gūn..Her şey benim uzerime yīkılıyor...
Güzel bir geceydi.
Her yer anı,
Hatira doluydu.
Müzik çalarda
Eski bir şarkı,
Tüm odayı sarmiştı.
Kırmızı gülun adı var,
Eski radyo dile gelmiş.
Yüregi kabarmiş sanki coşmustu.
Oda loş, ışıklar utangaç gibiydi.
Kırmızı gül degil bepki ama,
Şarap şişesi.
Yanindaki kadehe atladi.
Odanin duvarlarindaki tüm hatiralar
Olan bitene şahitti.
Güzel bir geceydi...
Balkonun kapisi sessizce açildi,
Ve içeriye dolunay geldi.
Vedalaştik,sarildim ve dedim ki...
Yürekten sarılacak insan az kaldı...
Gözleri doldu,gözlerim dolmuştu.
Eski anilara,yeni anilar.
Karişti...
Evet. Her şey bir birine karişmiş ve bir keşmekeşliğe dønmūştū.Ve kapitalizm bir gece göl sularina batmiş ama kurtarmak mumkun olmamişti.Lakin o burjuvalar.bir yolunu bulmuş obur dunyaya geçiş yolunu bulmuşlArdi.
××××
B (34)
Bir kendi şehrime bakıyorum bir de ege deki antik kentlere.Koruyamayıp būyūk bölūmūnū avrupalilara kaptirdigimiz onca mukemmel esere rağmen.Daha kuzeye yani marmara bölgesine geldigimizde ve øzellikle iznik.Antik çağin o mukemmel kalintilarina ulaşmak neredeyse imkansız gibi.Kimbilir belki de bir çoğu toprak altinda ama toprak ustunde olanlar da yetersiz hatta bu osmanlį eserleri içinde geçerli.Sanki candarlılar devlet yönetìmden alinmasiyla iznik sadece çini ūreten bir merkezden öteye gidememiş ve kaderine terk edilmiş gibi duruyor.Mevcut olan osmanlı eserlerinin çoğu da Çandarli sūlalesinin dønemine ait.Onlardan sonra ise sanki osmanli iznik i yok saymış ve ortaya çıkmasını istememiş gibi toprak altına itelemiş gibi.
Peki. O muhteşem roma ve bizans eserleri nereye gitti.Kanuni devrinde iznik e akın eden onca şıh ve derviş.Ellerinde çekiç ile sokaklarda rastladiklari bizans eserlerini doğradıysalar... Eyvah. Demekki taliban misali militanlar ozamanda mevcuttu.
İznik te ekmek elden su gölden olduğu zamanlardan bahsediyorum.Ūç imaret ūç øğun bedava yemek dağitiyorsa ve sur aralarinda ki her burç bir ev gørevi gøruyorsa.Kendini şıh derviş ilan edip ipini koparan iznik e dūştūyse vay geldi o iznik in başına.!
Dūşūnūn okadar dervişli iznik i.Bir zamanlarin dūnyevi ilimler ile ilgilenen muderrislerinin yerini. Kıçının altina bir post,dilinin ucuna bir kaç manevi kelam koymuş ne idūğū belirsiz tarikat şıhları bu kentin ırzına geçmiş demektir ki.. Bir zamanlar araziletinde afyon dahi dikilen başkent şehrinden söz ediyoruz.
Afyon sakızını çīğneyen søzde şıh ve mūridi.yok ettiği put..!! Sayisi ksdar cennet garantiler.eğer o yolda ölūrse,zaten cennetliktir haşhaşiler.
Onca gramerci,matematikçi,astrolog,tiyatrocu,felsefeci,tasavvufçu,şair,bir nevi biyolog,sporcu yaşamış bu kentte ve hatta imparator ve şehzade.Nereye gitti onlardan kalan binlerce iz.
Her tarihi caminin ve kilisenin etrafinda onca mezarlik ve mezar taşları...Kīm çaldı yada yok etti.Bunlari ben söylemiyorum tarihi belgeler söyleyip hesap soruyor,ve ben onlara sadece sözculuk elçilik yapiyorum.Cevap ariyorum onlarin adina geçmīşi sorguluyorum.Çūnkū onlar bize emanet ve bir gūn nerede bunlar diye sorarsa biri..Cevap vermek zorundayiz zorundayim.Kim sorabilir bunu bize... Torunlarimiz.Ne diyecegiz onlara...? Bilmiyorum evlat.Gözūmde kalin camlı gūneş gözlugu vardi,göremedim mi.?
Bu kent bizim. Bizim idi doğrusu.Ama birileri bizim geçmişimizi de gelecegimizi de çalmıştı.Geldiğimiz noktada cep delik cepkenimiz delikti.Ne kadar yazsam neyi anlatsam da bu kent.öyle būyūk bir yer ki.Anlat anlat bitmez ki... biz sadece buz dağının gőrūnen yūzūnū görūyoruz, ya göremediğimiz toprak alti..! Yok ettikkerimizi sormuyorum bile.Efsanelerini,hikayelerini veya gerçeklerini. Hangisini yazip anlatayim.Bizans hikayelerinin Osmanli efsaneleri ile harmanlanip gunumuze gelenleri mi.?
Bazen kendi kendimle kavga ediyorum. Ve diyorum ki "sana ne.Sen bu topraklardan ekmek yemiyorsun.sadece evine geldiginde havasini soluyor suyunu içiyorsun.Sus sana ne".Ama soludugum her nefes, biliyorum ki öbūr aleme geçince ben.Benden hesap sorar ve kefenimin yakasina yapişır.Ben de bunun hesabını veremem o iki el yakamda mahşere kalır.İşte o yūzden yazmaya devam.
Ruhum hasta değil.
Asla.
Yaşamadiğim stresi
Ona yaşattim
Derdi,stres.
...
B( 29) Pekiyi de benim suçum ne, niye uykusuz benim bu gecelerde.?Gūnahı ìşleyen Telete (Nikaia nın kız kardeşī) cezasını çeken ise ben. Nikaia nın bile umrunda degilim.O bile huzur dolu sonsuzluk uykusunda,oysaTelete sabahlara dek Bu kentin sokaklarında.
Asırlar ònce yani başimdaki kayanin çatisiydim. Bir gün şiddetli bir deprem ile yerimden koptum uzerimdeki bina ile birlikte göle yuvarlandim. Dedi.
Gúnün her saati görunmez saat 12 ile 14.30 arasindaki gun işiginin tepeye geldigi anda yani. Gòl yüzeyine çikar ve etrafa göz atarmış.
Bu yöreyi kendine mesken edinmis ve tüm gizemlerini yuregine gizlemiş gibiydi.
Gölun hayaletiydi yani. İşledigi suctan dolayi başi kesilmis gövdesinden ayrilmiş ama kendi yere yikilmamiş gibiydi múşküle sarikaya. Ve bu göl yuzeyindeki kuru kafa onun kellesi gibiydi. Buna ragmen yuzunde esrarengiz bir gülumseme vardi.(resmi yan cevirince göreceginiz yansima ile bütun bir kurukafa yi net olarak gòreceksiniz)
Bir zamanlar bu mevkide inzivaya cekilen keşişler en guzel şaraplik üzümu uretmislerdi. Ihtiyac fazlasini ise .teknelere yükler ve konstantinepolis e gönderirlermis. İşte o üzume de moskura (müşküle) denirmiş.o donemin en aranan ve begenilen markasi yani. Rengi krem sari ve ağizda nefis tad birakip sertliğinden dolayi müthiş sarhoş edermiş.. o yuzden îçine kondugu her meşe fıçıya şarabi çok ıçersen şeytana kapi açarsin yazilirmiş.
Nedense bizans merkezde her meyhanede hatta sarayda kimse bu uyariyi dikkate almaz neticede geceyi körkutuk sarhos,sabahi ise agir baş agrisi ile karşilarmiş.
Moskura,kücuk bir kale kasaba ve etrafinda inzivaya cekilen keşişler. Bağlarinda yetiştirdigi üzumleri loş ve küf kokulu magaralarda mayalar abu hayat suyu diye satar bagli olduklari kiliseye ve bulunduklari yöreye hareketli ticaret getirirlermis.
Ha..Şarabi çok içince. Şeytana kapi açmişlarmi bilinmez ama... müşkule sarikaya bir gece şarabi fazla kaçirinca körkütuk olup. Askania gòlüne düşmüs.
Birtürlü kendini toparlayip ayağa kalkamayinca yada diyonizos un oyunu ile askania gölunde boğulmuş.
O gece ona eşlik eden nikaianin kızı "TELETE" bile yardim etmemiş. Sarikaya o gece okadar mutluymus ki. Ruh tanricasi teleteye gece boyunca binlerce öpucuk yollamı,mutlulugu ve gülumsemesi ile gün ortasinda göl sularinda bogulmuş.
İşte o gün bu gündür.suyun durgun havanin güneşli oldugu zamanlarda her gün gün ortasinda yani 12.00 ile 14.30 arasinda göl yüzeyinde ortaya çikar ve mutlu şekilde gülermış.
Sizede alaycil ama sır dolu gülümsesin. Görurseniz o yüzu söyleyin.haksizmiyim? Ve siz bu masala ister inanin ister inanmayin ama sarikaya bir sır saklar sakın unutmayin.
Şimdi bu fotoģrafa iyi bakın hatta sola çevirip bakın. Su içinde ne kadar mutlu bu kaya.Halen bana sen hayalperestsin diyorsaniz başkada sözūm yok size.Göl yūzeyinde sırıtan "Telete" mi yoksa bana mı öyle gelir. De hele.Hey Nevzat Kara neredesin de hele.Yaz dedin, yazdįm. Şìmdi sen söyle.Haksızmıyım ben?
Rúzgar esiyordu. Etrafında ki tüm zeytin ağaçları rüzgarın kollarında dans ediyordu. Kimisi coşmuş yapraklarından konfeti yapmış yanındaki zeytin ağacına serpiyordu.
O.yerden havalanan toz zerreciklerini yaprakları ile tek tek emiyor bedeninde yok ediyordu.
Asırlardır aynı noktada nikaia ovasının ortasında doğudan gelecek dost yada dúşmani gòzler gibi yönü lefke yolunda ve gözlerini dahi kırpmıyordu.
450 YIL önce kuruyup giden bir çınarin köklerinden doğmuş ve onun bıraktığı nöbeti devralmıştı.
Onun olduğu yöne doğru gidiyordum.bir yandan da yüzüme çarpan yapraklardan korunmaya çalışıyordum. Yer yer sertleşen rüzgardan kimi zaman da çukurlardan kaçınarak ilerlerken... bir kaç yüz metre uzaktan göründü. Biraz öne eğilmiş yüzüne siper ettiği dalin gölgesiyle sanki bana bakıyordu ama, yapragindan dalına hareketsizdi.
Yaklaştım yanına,önce rüzgar durdu. Sanki gök yüzüne uzanan dalı ile rüzgâra sus ve dur demişti.
Ayak ucunda bedenine aklar sürülmüş olan çeşmenin yanında durdum, Karmakarışık yaprakların arasından koca bir kuş havalandı. Gözlerim onu mavinin tam ortasında yakaladı. Koca bir Baykuş. Bir iki döndü ve Nikaia yönünde kayboldu.
İnce bir sızı gibi akan çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Koca çınarın beni izlediğini sudaki yansımasından izledim.
Çeşmenin yanında benden binlerce yıl önce gelen bir insanın elinde şekillenmiş koca taşa baktım. Yüz üstü kapaklanmış ve istediği yapılmamış bir çocuğun huzursuz ağlaması gibiydi. Elimi sırtına dokundum, yüzüme bile bakmadan ağlamaya devam etti. Belli ki bana söylemek istemediği bir derdi vardı. Yan tarafından bakınca göğüs ve karın kısmında rölyef dövmeleri...! Vardı ama bana dònmedigi yada göstermek istemediği için ne olduğunu anlayamamıştım.
Çınar ile gòz göze geldim. Bir yaprak "sus" dercesine dudaklarına gitti sustum.
Yıllar önce dedi. Biraz ileride toprak altında kendisine emanet bir faniye mezar di. Ama bir gün yine bir fanî geldi,kazdı. Emanet edileni dağıttı. Belliki bir şey aradı bulamadı ve ortalığı kırıp geçirdi. Sonra o bölgenin sahibi geldi. Yinemi bu gavur taşları dedi traktoruyle getirip benim yani başıma attı. O gün bu gündür arada benimle dertleşir ama genelde bu şekilde ağlar durur.
Zaten benim derdim bana yetiyor,bir yandan gövdem de ateş yakıyorlar bir yandan da bağa bahçeye atılan zehir atığı kutuları bedenime saklıyorlar.
Bu çeşme yokken hemen ardım da antik dònemden kalma ve ağız bileziği mermer oymalı bir su kuyusu vardı önce o çalındı kuyu korumasız kaldı ve içine toprak doldu. Bileziğin üzeri sütun ve hayvan figürleri kaplıydı. Çok değil bundan 40 yıl öncesi çalışan bir kuyu içine sarkıtılan tahta kova ile bir zamanlar üzüm bağlarında gezenler susuzluğunu giderirdi.
Burası neresi dedim. O anlatırken ben gövdesine bakıyordum.kiris kırıştı ve üşümemek için arsız bir sarmaşığı bedenine dolamış gibiydi,yada kendini insanoğlundan öyle gizliyordu.
Bana "kaymak köşkü çınarı derler" dedi. 450 yaşındayım benden önce babam ondan önce dedem vardı. Hepimiz birbirimizin köklerinden doğduk....
Neden sana kaymak köşkü diyorlar..? Sustu. Küsmüş gibiydi cevap vermedi.yuzume de bakmadı. Belli ki bir şeyleri gizliyordu. Üstelemedim bir sigara yaktım uzaklaşırken geldik. Ağlıyordu. (Ayak ucundaki iki delik bana gòz yasini animsatti.ve sarmasigin saga verdigi kıvrim çinarin agzi açik şekilde ağladigini)Ve çınarın gòvdesi NİKAIA yi andiriyordu
Keşke çınarların dili olsa,anlatsa. Ben sussam onları dinlesem.
B (30)
Bu şehirde her şeyin bir ruhu var sanki.Canlı cansız ne varsa bir şeyler biliyor söylemek istiyor ama konuşmuyordu.Ya yaşadiklarinin duyulmasini istemiyor yada yaşadığı travmayı içine atmış duyulsun istemiyordu.
Yine bir kanalizasyon çalışmasiydi.sokaklar allak bullak her yer toz duman.Bilinçsizce yapılan kazılar darmadağın edilen toprak altı.koskoca makinelerin ve ona hūkmeden ufak tefek göbekli kirli sakallı adamın kimseden korkusu yoktu.Koca kepçeyi göle olta savurur gibi makinenin 2-3 metre ilerisine atıyor tırnakları toprağa geçiriyor ve hırsla kendine çekiyordu.Toprak ana yer yer direniyor ve ūzerini örttūğū bilinmeyeni kimseye göstermek istemiyor ve tūm bedenini taş gibi kasıyor,kepçe ile amansız bir mucaleye girip direniyordu. Koskoca tonlarca agirliktaki makine şaşkındı.
Deeken koca bir parçayı ısırıp kopardı,kepçe.Açılan çukura kilitlendi herkes.şaşkındı orada bulananlar.Çukurun içinden etrafı yılanlarla çevrili ve iri gözleriyle onlara bakan biri vardı.Sonunda yūzūk taşları sağlam ve uzerini asırlardıe örten toprağın kalkmasiyla gökkubbeye bakan gūlumsen esrarengiz bir adam.Oda şaşkındı. Kendisine bakan insanlar o tanidığı insanlar değildi.
Hele o demirden yapılma o acaip şeyde ne olaki diye dùşūnūrken yukaridan kendisine şaşkin bakan adamlardan biri hemen uzerine bir örtū örttū.Bir diğeri tahta bir kapak attı ūzerine,sonra kepçeyi kullanan adama dönūp çukuru kapatmasini işaret etti.
Adam kepçeyi el gibi açip yandan bir avuç toprak aldı açık olan çukuru doldurdu.Tek söz etmesine fırsat kalmadan bir avuç topraga gömūlmūştū yılanli adam.Kimse kimsin ne arıyorsun orada diye sormamıştı sanki korktukları bir şey vardı ve elbirliğiyle yok etmişlerdi.Hani bir söz vardır ya "ölūm döşegindeki insanın canını,bu dūnyada en çok kimden korkarsa o alırmış".Sanki en korktugumuz nikaia idi ve canımızı almaya gelmiş ama biz önce davranmıştık işte.
Böyle kaç degerli eseri yok ettik acaba.Hani orta yaştaki çogu kisinin dediģi bir zamanlar biz orada yūzūk taşı toplardık...lafı her şeyi anlatıyor işte.O yūzūk taşı ile bunlar yapıliyor ve gelecege bir nevi mektup yazılıyordu.Sessizce örtūlūp ölūme gönderildi ve önce ūzerinden sıcak asfalf geçti ardından da tepesine bir çöp konteyneri koyuldu.Geçmişten gelen mektubu okumamış gelecege dair ahkam kesiyorduk.Her şwye rağmen ben.Gecenın sırlarını arıyor ve emanetleri kovaliyordum.Oysa her sır ve emanet bu surlarin içinde veya etrafındaydı.Birine çok yaklaşmıştım faili meçhul bir cinayete kurban gittmişti.Herkes ger yerde define peşindeydi oysa Nikaia nın kendisi sur içinde bir defineydi ve kimse onun tarihi değeriyle ilgilenmiyor Altına hucum gibi define arıyordu.
Yansın
Kasaba
Yıkılsın tarih.
Yok olup gitsin,
Roma. Bizans.
Sultaninok sarayının loş koridorlarında
Dolaşırken
Haşhaşı hasan sabbah..
Sur kapıları yol geçen haniysa ve
Asayiş gevşek
Hain çoksa....
Iyi sabredebilmis sultanikon
Sessizce
Peçenekler surlara biyzantion bayrağını
Çekiyorsa
Söyleyecek tek söz...
Alın tüm tarihinizi
Çekin gidin.
Nikaia yatırlar ile
Boguşsun....
Üzüm bağları yok olmuş,
Ve
Yerini zeytin bağlarına terk etmişken....
Asalak beton binalar,
Tüm ovayı kaplamış.
Cebimize para
Ruhumuzda
Vatan gitmişti.
Bizim için o geçmişin sadece maddi yönū önemliydi onun da ismi bir kūp altın.Gerisi taş,çakıl,çöp.Benim için ise tarihi değeri bir mezar dolusu altından değerliydi.Para bir gūn biter ve belkide sen.İflas da edersin ama tarihi bilir korursan sonsuza dek servete sahip olursun.Ùzūlme dedi koca lahit.Kendi acısını unutmuş beni teselli ediyordu II.purusias ın koca kaya kūtlesine oyulmuş mezarı ve tūm olan biteni bana fısıldayan da purusiasin kayada bedenini arayan ruhuydu.
Anladığım kadarı ile gecedeki sūrgūnlerim sūrecekti.Olduğum yerden tūm ovanın göğsūne çöreklenmiş beton binaları izliyorum.Hepimiz bir yada birkaç daire uğruna mutluyduk,oysa bize emanet kūçūk vatanı yok ediyorduk.Eminim ki bu ihaneti haçlılar selçuklu, osmanlı ve bizans bile yapmamıştı.Ve biz halen açtık doymak bilmiyorduk.
×××
B (31)
Yüksek bir tepeden
Bakinca
Eski bir çini fırınının
Ateşlik bölümune benziyordu
Geceleri
Nikaia..
Binbir renk in yanıp
Çiçekleştiği
Şehir.
Gerçekten de ovadaki binlerce ışık.Geceleri sönmek ūzre olan bir çini fırının ateşlık bölūmūne benziyordu.Gece boyunca içinde yanan odun ile sabahlara dek sevişmīş ve yorgun dūşmūş gibiydi.Ve şehrin kapılarından çıkıp giden yada şehre gelen araçlar ise.Halen bacadan çıkan bir kaç kıvılcım gibiydi.
Bu gūnden belki bir 150 yıl geriye gidip.Aynı noktadan seyretsek iznik i.Birkaç cılız sokak feneri,sağda solda yakılmış derviş yada kimsesizlerin ateşi ve lefke kapidan girip,ıstanbul kapıdan çıkan kervanların başındaki kervancının elindeki meşaleyi zayıfta olsa görecektik.Hayal edince yani. Ve ben halen geçmiş ile gelecek arasinda bir hayali dūnyada yaşıyor gördūklerimi not edip sizlere aktariyorum.Bir gūn bu hayallerden ölūm denen dūnyaya gözlerimi açınca uyanacagım.O yūzden ölūmden bile korkum yok,çūnkū o gūn gelince bu kez.Gazi Mustafa Kemal Atatūrkūn bahsettiği iznik i görecegim."UNUTMAYINIZ KI GERÇEK İZNIK'İ ASLA GÖREMIYECEKSINIZ. O TOPRAĞIN ALTINDADIR.M.K.ATATATŪRK".
Bırakın onun dediği iznik i görmek.Onun önūnde oturup kahve içtiği sonra ahşap merdivenlerinden çıktıktan sonra o gūn ki iznik belediye başkanına dönūp cevabını alamadigi."Reisim az önce çıktığımız basamaklar kaç adettir"sorusunu yönelttiği o eski belediye binasını bile görmek hattı zatında yerini bilmek bile imkansız gibiydi.O tarihi binayı o olaydan sonra önce kamyon ile çarpıp kapısını sonrasında ise bina hasar gördū diyip tamamını yıkmışız.yetmemiş hızımızı alamamışız ve hemen yanı başındaki hacı hamza cami ve kūmbetini de yok etmişiz. Bu gūn o caminin temelleri belediye meydanindaki havuzun oldugu yerde 1m toprak altindadir.Artık havuz başında oturup çayınızı yudumlarken ve sohbet ederken dūşūnūn, neyin ūzerinde olduğunuzu.
Menfi menfaatletiniz uğruna yok ettiğiniz o bina,camii ve kūmbet vari tūrbe.Sahi ne yaptiniz o eski kimliği, kaybettim deyip yemisini mi çıkarttiniz.Evet haklisiniz yani ne olmuş Atatūrkűn ziyaret etyiği yeri yok ettigimiz için turist gelmiyorsa gelmesin diyorsaniz...diyecek søzūm yok. Çūnkū bir önceki ve daha öncekini de o şekilde yok ettiniz.Doģma buyume bir iznikli olmadiğim halde (sizin her zaman dediginiz kelime ile. Zaten iznikli degilsin begenmiyorsan çek git. ) koskoca osmanli medeniyetinin gectigi şu sur içinde birtek osmanli mezar tasī veya mexarliğina rast gelmedim.ama dile getirdim.Ve siz. Ne ben kadar iznikli oldunuz nede o hor gördugunuz hırıstiyan bizansli kadar geçmişe sahip çìktiniz. O bizanslilar tūrk mezar sandukalarini yok edip atmadilar tam tersi. Surlarinda tek noktada toplayip ust uste koydular. Ùstelik te haçlilarin en yogun saldirisinin oldigu noktaya.haçlı şövalye godfoyrt un saldirilarina açik surlar,yenişehirkapida. Işte o şøvalye nikaia yi alamadan o sur ønūnde öldū gitti ve hatta orada bir yere gømūldu ama o burçta ūst ūste konmuş selcuklu mezar taşlari uzerindeki arapça kitabeler ile bu gune ulaşti.
Ama biZ o gavur nikaiaya..! Sahip çıkamadik ve koruyamadik.Gavur taşi dedik tekmeledik.Biz onlara binlerce şey emanet ettik,sahiplenip korudular. Biz ise hiç bir emanete sahip çıkamamiz.İznikli kim deyince de.Kimseye meydan birakmadan benim demişiz.Varin īznikli siz,hayalprest ben olayim.En azindan bir elli altmış yıl geriye dőnsem ve bu şehirde belediye başkanı olsaydım neler yapmazdım neler.Onca eski osmanlı mezarlikları dahil her şeyi korur sahip çıkardım.Sur dışını imara açar ve merkezi ise oldugu gibi korurdum.Ama şöyle geriye dönūp baktiğımda en basidinden mezarlara dahi sahip çıkamamiş taşlarini ise saga sola atmış veya gizlemişiz.
Bazen de hızımızı alamamış hedef tahtası yapmış acimasizca kurşunlamişiz. Geleceğimizi vurmuş ayağimiza sıkmışız yani.koskoca bir kaya ve būtūn yūzū steller ile kaplı ama hedef tahtası.Benim saydiğım onyedi taneydi.
Aşk...
Nedir bilirmisin sen...?
Illaki karşı cinse duyulan his,duygumu. ?
Bir ağaç bir göl. Yada bir kent.
Veya
Peş peşe gelen medeniyetler...
Bir duvar,
Bir taş.
Bir mehtap....
Ayazla yaz beyazı gece
Aşk ıllaki
Bir kadına duyulan his mi.. ?
Geceyi seversem, yada kendimi.
Aşk.....
Olmazmi,
İllaki ilk göz ağrısı,
Çocukluk aşkı,
Yani....
Aşk meşk çocukluk ise,
Çocukken sevginizi,unutuverin
Gitsin...
Aşk.. çocuksu bir duygu,
Çocukluk aşkı.
Saçmalık...
Dimi.?
Oysa ben.
Çocukken sevdim seni.
Nikaia....
×××
B ( 32 )
Şiddetli dalgalarda kıyıya vuran ıstakozları denizde kıyıya vuran sandallara benzetiyor Yalçın Öztürk. İncir altında her fırtınada kıyıya vuran çini parçalarına tutunan ıstakozları yavaşça göle, çini parçalarını da cebine atıyor.
Önüme sandala dönüşmüş bir balık deseni koyuyor üstad, balığın sırtından çıkan lale desenleri yelkene dönüşmüş. "Balığa, çiniye, göle aşık biri çizmiş bunu, kıyıya vuran desenlerden biri bu."
Bir konuşmamızda "esas çiniyi ölüler yapar" diyen Kudret Gürol'un ne kadar doğru dediğini anımsıyorum.
Bu kıyıya vuran çini parçaları ve ıstakozlar gurbetten dönen Yalçın Öztürk'ün yazdığı dört hikayeden sonuncusu, yarım kalmış. Kalem ve kağıt ilişiyor gözüme.
Yalçın ağabey, ne zamandan beri hikâye yazıyorsun?
"Doksan sekizden beri."
İlk hikayenin adı neydi?
"Bir Rum evinin öyküsü. Karacabey köyünde yattığım yerde bir Rum evini izleyerek yazdım. Doğuş'ta yayınlanmıştı."
Nasıl bir duygu bu ya? Bir evi izleyerek onu yazmak...
"Senin için yıkıntı bir evin ne anlamı vardır?"
Hüzün… Bana göre eşyalar konuşur, zamanla yıpranır ve suretleri değişir, insan gibi.
"İnsan gibi. Ben her gece o evi seyrediyordum. O evin şekli şemali bana kalemi kağıdı aldırdı. Evin "yaz şunu" der gibi bir hali vardı. İnsan hüznünü anlatan bir yüzü vardı. Bir taraftan kapı öbür taraftan ıhlamur ağacı yaslanmış üzerine, yıkıldı yıkılacak. Nerede virane bir ev görsem, orada saatlerce oturur hayal kurarım; o evin içine birilerini sokarım kafamda. Eski zamanda birilerini yaşatırım içinde. Sonsuz zevk alırım bundan, bir yandan da hüzünlenirim. İşte o anda kalem kağıt varsa not alırım. Tarihi yapılara bakarken şunu düşünürüm: “ölürsen unutulursun, ölmemek için unutulmamalısın.”
Yeryüzündeki eşyalara can veriyorsun hikayelerinde, Haşmet Aga’da bir ayağı yıkılıp yana devrilen, kendini izleyen insanlardan utanıp gece yıkılan bir ev vardı. Konuşan bir sinek, acı çeken bir ağaç. Kaldırımlar, yollar…
"Rum evinden sonra Abdulvahap’tan İznik’i anlattığım bir hikâye var. Oradan geçen kervanları anlatıyor… Senin düşündüğün şey var ya, İznik’in tarihi yapılarını konuşturarak İznik’i anlatmak! Onu yapıyordum. Sonraki hikâyem olan Mavi Ladin’de yanı başında duran sart harabeleri anlatıyor Mavi Ladin (ağaç). Rüzgar eksiklerini tamamlıyor. Ben ocağın başında oturmuşum kalem kağıda onları yazıyor."
Seni hikâye yazmaya iten sebep neydi?
"Rum evin öyküsünü yazmadan önce, yine böyle Türkiye’nin dört bir yanına camilerde çalışmaya giderdim. Döndüğümde Nevzat Kara’nın yanına uğrardım. “Anlat” derdi, “ne hikayelerin var?” Açardık biraları ofisinde, ışıkları söndürürdük. Ben hikâyeyi anlatmaya başladığımda o pantomim yapar gibi hikâyenin baş karakterini oynardı. Sonra bir gün “bana anlatma” diyerek önüme ismimim yazılı olduğu bir ajanda koydu. “Buraya yaz, ben hem okur hem de düzenlerim.”
Eline kalemi tutturmuş, sonra kalem tutuşmuş anlaşılan. Tutkuya mı dönüştü bu daha sonra?
"Tutku değil, hastalığa dönüştü. Gittiğim her yerde o bölgenin ilginç olaylarını araştırırım. Ne bileyim o bölgenin atasözlerini, özlü deyişlerini ararım. Sonra bu köyün adı ne, nerden gelmiş? Ne olmuş, tarihi belli mi? İlk yerleşim yeri burası mı?"
Ne tatlı bir hastalık! Araştırma merakı var bir de…
"Bak orta okulda incir altı mendirek de oturuyorum. Yerli turistler geldi, İznik’in tarihini sordular bana. Daha 2 senelik İznikliyim. Cevap veremedim. Kadın turist oturdu İznik’i anlattı bana. Bak, dedi, hem İznikliyim diyorsun hem de İznik’i bilmiyorsun. Bütün kaleleri bütün tarihi gezdim bende. Sonra meslek lisesine geçtik. Öğretmenler duvar gazetesi çıkartalım dedi, zıpladık. Karikatürler yaptım, köşe yazıları yazdım. Lise sonda da üniversite sınavına girdim, 3 puanla kaybettim. Seneye tekrar girerim dedim, bu işe girdim. Heybemize paradan çok dost ve hikaye toplamaya başladık."
Deliler ile ilgili hikâyelerin var bir de… uç tarafları seviyorsun galiba.
"Yani! O delilerin bir gerçeği vardır. Onlarında ti’ye aldıkları akıllılar vardır; kendi diliyle kendi aklıyla. Düşünki 26 senelik iş hayatımda gittiğim her yere kartvizitimi bırakırım, bir tek kişi aramıştır beni, o da bir deli. Buraya, İznik’e geldi."
Sana hikâye yazdırmaya iten Nevzat hikâye yazıyor muydu?
"Ayasofya’yı izlerdik Nevzat’la. Bir pencerede ben öbüründe o. Saatlerce izlerdik, Ayasofya’nın iki kubbesi bize İznik’i anlatırdı. Birbirimize sorardık, önce sen mi anlatacaksın ben mi? Bira kapağından yazı tura atardık. Kaybeden anlatmaya başlardı, dinleyen de hikayeyi yazardı."
Hiç sevmediğim laf “yalan dünya” dır. Tanrı’nın yarattığı her şey gerçek ve güzeldir. Benim hikâyelerim o gerçeklerin içinden çıktı.
Nevzat Kara’ın Yalçın Öztürk’e yazdığı şiir.
YALÇIN
Kod ismi “Yakamoz”
Kardeşi var “Takoz”
Tezyinattır işi
İnatçı bir kişi
Tıfıl, bücür bir seyyare
Küçük kanatlı teyyare
Uçurur hayaliyle
Onu dikkatle dinle
Becerikli bücür
Yüreği acır
Elleri işler
Duvara fişler
Kalbi duvara rozet
Ondan herkese sözet
“Kalemkar Nakkaş” de
Sinan’a benzet
Küçük “Büyük Adam”
Ne bakıyorsun madam!
Fırçada irade o
Boyada piyade o
Gözlüklüdür gözü
Mizahidir sözü
Kızdırırsa bizi
Çöktürür dizi
İnsana çabuk kanar
Kazanda hemen yanar
Dostları hançeriyle
Sırtından kan damlar
Dostu var Nevzat
İznik’e tezat
Onun gibi olsa olmaz mı?
Tarlaya pırasa mı?
Sözünün eriydi
Dipdiri biriydi
Düzene uydu o
Cebine koydu o
Keyfinin kahyası o
Mutluluk mahlası o
“Bana ne!” de deyince
Düzenin atlası o
İskeleden düşerdi
Kurudu da yeşerdi
Fırça kulakda durur
Mollalarda şaşardı
Belinde platini
Dinmeyen ağrısı
Kazıklandı dünden o
Sancıyor sağrısı
Karısı var Fatma
O onu çok sever
Üç de çocuk
Aslan yürekli nefer
Onlar erecek muradına
Biz çıkıcaz kerevetine
Masal burda bitecek
Bir şiir ne rafine
Nevzat'dan bana gelen bir şiir di bu. Bana yaz derken,yazmıştı beni.yapacağini yine yapmıştı yani.
Ve rahmetli yine bir rahmetli Nurettin ile iznik uzerine bir söyleyişiydi,yukaridaki satirlar.Çok dostlarım vardı usulca aradan sıyrılıp gitti.
Keşke bir kapağı olsa bu kentin ve istedigim an açsam onu. Dostlari yok olan iznik i görsem.Yok olmasın diye korkarsam.. O kapaği kapatmam gerek.Kimse dostlarimi ve tarihimi çalmasın diye.
Her şeyi herkesi gørdūm yazdim ama iki dost ağabeyi unuttum.Onları anmazsam yazdįklarımın bir değeri olmaz. Kadir ve Kenan Oguz.Doğuş gazetesi-iznik
Rahmetli kenan ağabey.Doğaçlama yazdiğm kargacik burgacik yazıları çözūp gazeteye basìm haline getirene dek. Akla karayi seçerdi.Zordu o yıllarda gazetecilik ve gazete basmak.Hele ki herkesin kabadayi olduğu iznik de gazete basip yayinlamak. Bu gūn bile zordur bu kasabada gazeteci olmak,zul.Zulumdur.Hele ki onlarin zamani...
Ali desen suç,Veli desen kabahat.Kısaca bir yanìn sakal diğer yanin bıyık.Bir de ruzgar varsa tūkūr bakalim nereye yapişirsa. Sende hayallerde kal be Nurettin...Ruhun şad,mekanin cennet olsun çocuk.
Rahat uyu mekaninda.bana dedekorkut derdin.Destursuzca gelip girmiştin aramıza,tahsilini bitirip gidecektin ama öyķūlerimize bulaştın ve kaldin gidemedin bir tūrlū.
Gittiğin gūn engel olabilseydim sana da.. O lanet olasi kaza yerine ulaşip terk etmeseydin bizi,iznik i ve bu dūnyayı. O gencecik yaşta.
Oysa öykulerimi topluyordun ve hikayelestiriyordun.Modern dedekorkut hikayeleri ile bastiracaktin.Søzūnde durmadin ve kurtulmak için benden.Ölūmū seçtin. Bende öykūlerimi açık artıtmaya çıkarttim satiyorum ve ustelik, bedelsiz.Alanìn elinde kalsin diye. Gūle gūle çocuk,gittiģin yerde bir gūn görūşmek ūzre.Yolun açık olsun ve o alemi seyrettiģin koltuğun yanindaki boş yeri bana ayır ki gelince aynı noktadan olan biteni bende izleyeyim.
Dedim ya, çok şey kaybettim ben bu şehirde.Çok şey koymuştum cebime,delikmiş. Ne varsa dökūlmūş.
×××
B (33 )
Çıldirdı göl.
Zaten
Deliydi..
Geçmişin kavgasini
Yaparcasina
Kiyiya vuruyordu.
Tek dostu,
Gok kubbede
Zeus du.
Aralarina poseydon geldi.
Göl.
Hiddetlendi,
Dalgalar zor atti kendini
Kiyiya.
Ve
Bazilikanin kalintilari
Vurdu karaya..
Şimşekler vurdu gok kubbeyi,
Bulutlarda çatlaklar olustu.
Ve nikaia nin uzerine
Yağmurlar
Düştu.
Bazilika şaşkindi.
Son bir gayret uzandi,tutundu
Kumsala.
Ve bir dalga geldi orttu
Ustunu,sessizce. Ceplerini yokladi
Bazilika
Bir parca seramik bir tutam kemik
Kucuk bir cam parcasi vardi.
Ver dedi dalgalar,verirsen seni gun
Yuzune cikarir ama sırrini vermem
Dedi.
Verdi bazilika
Ve peş pese geldi göl yuzeyinden dalgalar.
Gök kubbe bir kez daha parladi ve
Sustu.
Nikaiada artik ölum vaktiydi.
Zaman hızla akıp gidiyor ve beni de peşinde sūrūkledi.Yaşlandim ben de ister istemez ve yaş oldu ellisekiz.
Ya zaman zalim yada ben.Bence en kötūsū "Hades".Sokakta sahipsiz kim varsa çökūp yakasına alip götūrūyor "harronun" karşısina.O da enine boyuna ve özellikle de göz çukuruna bakiyor.Aradiği o metal yoksa kızıp bağırıyor hades e.Burası beleş dūnya değil ve yoksullara yer yok.Parası olmayan ölmesin ve bu dūnya ya damsız girilmez.
Oha... hem damsız hem parasız o aleme geçilmez ne demek lan.iki dūnya arasinda da kapitalizm kanunlari sūrup gidiyor yani."Gūnah, dam. Oluyor,sevap ise kapital".Yoksulda ikiside yoksa nereye gidecek."ARAF" yani yolculuğun en alt tabani, zemin kat.Konduktör yok, biletçi uğramaz.Çıkart ayakkabilarini koksun ayaklarin yada çorabin.Kimse sesini çıkartmaz,itirazin varsa ver farkını çık bir ust guverteye.Batarsa gemi, ve yūzme biliyorsan harron da seni göremiyorsa. Kurtulur yaşama devam edersin.

Yıl.1900..
Orhangazi tarafından iznik yönüne bir tekne seyir halindedir.ambarları buğday, güvertesi ise varlıklı yolcu doludur.tekne personeli hariç yolcu sayısı kadınlı erkekli 40 kişidir.
Mevsim yaz.herkes güvertede yolculuk etmekte ama göl yüzeyinde çalkantılı dalga vardır. Tekne yanlış yükleme ve kaptan hatası yüzünden alabora olur. Yolculardan sadece 8 i kurtulur.kadınların gerdanları erkeklerin cepleri doludur ve bir düğünden gelmektedirler.32 yolcu kaybolur. Padişah teknenin bulunmasını ve kayıpların çıkartılmasını emreder ama dönem karışıklık dönemi ve teknik de yetersizdir.
Kayıpların bulunup çıkarılmasi imkansizdir. Ve bu olay gölde yaşanmış osmanli arşivlerine de geçmiştir.
Anladiğim kadarı ile.Teknedeki her kes Sermayeder dir ve paralarina kıyacak cinsten değillerdir.Ne kayıkcıya para verme taraftarıdırlar ne de locasız ahiret yolcusu değildirler.Hepsi damlı çatılı saraylidirlar lakin. Bu gūn göl tabanında ne iznike nede orhangaziye varamamış deli lerdir..! De, arafa girmek için şengen vizesi gerek.
Varmı.?
Yok...!
O zaman iki kasaba arasinda ki kaçak mūltecisin sen arkadaş.tek yol var. Seni cennet cehenneme almadan, kim kabul edecekse seni. Sen tarafsiz bölgede bekle. Sonrası kolay. Sınır dışı...
Zaman.Ayaklarimin altinda buzdan bir zemin.Her adim geri gitmel gibi. Ama ne ben zamana gidiyorum ne de zaman bana geliyor, herşey ayaklarimin altindan kayip gidiyor.
Geriye bakinca bu gūn..Her şey benim uzerime yīkılıyor...
Güzel bir geceydi.
Her yer anı,
Hatira doluydu.
Müzik çalarda
Eski bir şarkı,
Tüm odayı sarmiştı.
Kırmızı gülun adı var,
Eski radyo dile gelmiş.
Yüregi kabarmiş sanki coşmustu.
Oda loş, ışıklar utangaç gibiydi.
Kırmızı gül degil bepki ama,
Şarap şişesi.
Yanindaki kadehe atladi.
Odanin duvarlarindaki tüm hatiralar
Olan bitene şahitti.
Güzel bir geceydi...
Balkonun kapisi sessizce açildi,
Ve içeriye dolunay geldi.
Vedalaştik,sarildim ve dedim ki...
Yürekten sarılacak insan az kaldı...
Gözleri doldu,gözlerim dolmuştu.
Eski anilara,yeni anilar.
Karişti...
Evet. Her şey bir birine karişmiş ve bir keşmekeşliğe dønmūştū.Ve kapitalizm bir gece göl sularina batmiş ama kurtarmak mumkun olmamişti.Lakin o burjuvalar.bir yolunu bulmuş obur dunyaya geçiş yolunu bulmuşlArdi.
××××
B (34)
Bir kendi şehrime bakıyorum bir de ege deki antik kentlere.Koruyamayıp būyūk bölūmūnū avrupalilara kaptirdigimiz onca mukemmel esere rağmen.Daha kuzeye yani marmara bölgesine geldigimizde ve øzellikle iznik.Antik çağin o mukemmel kalintilarina ulaşmak neredeyse imkansız gibi.Kimbilir belki de bir çoğu toprak altinda ama toprak ustunde olanlar da yetersiz hatta bu osmanlį eserleri içinde geçerli.Sanki candarlılar devlet yönetìmden alinmasiyla iznik sadece çini ūreten bir merkezden öteye gidememiş ve kaderine terk edilmiş gibi duruyor.Mevcut olan osmanlı eserlerinin çoğu da Çandarli sūlalesinin dønemine ait.Onlardan sonra ise sanki osmanli iznik i yok saymış ve ortaya çıkmasını istememiş gibi toprak altına itelemiş gibi.
Peki. O muhteşem roma ve bizans eserleri nereye gitti.Kanuni devrinde iznik e akın eden onca şıh ve derviş.Ellerinde çekiç ile sokaklarda rastladiklari bizans eserlerini doğradıysalar... Eyvah. Demekki taliban misali militanlar ozamanda mevcuttu.
İznik te ekmek elden su gölden olduğu zamanlardan bahsediyorum.Ūç imaret ūç øğun bedava yemek dağitiyorsa ve sur aralarinda ki her burç bir ev gørevi gøruyorsa.Kendini şıh derviş ilan edip ipini koparan iznik e dūştūyse vay geldi o iznik in başına.!
Dūşūnūn okadar dervişli iznik i.Bir zamanlarin dūnyevi ilimler ile ilgilenen muderrislerinin yerini. Kıçının altina bir post,dilinin ucuna bir kaç manevi kelam koymuş ne idūğū belirsiz tarikat şıhları bu kentin ırzına geçmiş demektir ki.. Bir zamanlar araziletinde afyon dahi dikilen başkent şehrinden söz ediyoruz.
Afyon sakızını çīğneyen søzde şıh ve mūridi.yok ettiği put..!! Sayisi ksdar cennet garantiler.eğer o yolda ölūrse,zaten cennetliktir haşhaşiler.
Onca gramerci,matematikçi,astrolog,tiyatrocu,felsefeci,tasavvufçu,şair,bir nevi biyolog,sporcu yaşamış bu kentte ve hatta imparator ve şehzade.Nereye gitti onlardan kalan binlerce iz.
Her tarihi caminin ve kilisenin etrafinda onca mezarlik ve mezar taşları...Kīm çaldı yada yok etti.Bunlari ben söylemiyorum tarihi belgeler söyleyip hesap soruyor,ve ben onlara sadece sözculuk elçilik yapiyorum.Cevap ariyorum onlarin adina geçmīşi sorguluyorum.Çūnkū onlar bize emanet ve bir gūn nerede bunlar diye sorarsa biri..Cevap vermek zorundayiz zorundayim.Kim sorabilir bunu bize... Torunlarimiz.Ne diyecegiz onlara...? Bilmiyorum evlat.Gözūmde kalin camlı gūneş gözlugu vardi,göremedim mi.?
Bu kent bizim. Bizim idi doğrusu.Ama birileri bizim geçmişimizi de gelecegimizi de çalmıştı.Geldiğimiz noktada cep delik cepkenimiz delikti.
Ne kadar yazsam neyi anlatsam da bu kent.öyle būyūk bir yer ki.Anlat anlat bitmez ki... biz sadece buz dağının gőrūnen yūzūnū görūyoruz, ya göremediğimiz toprak alti..! Yok ettikkerimizi sormuyorum bile.Efsanelerini,hikayelerini veya gerçeklerini. Hangisini yazip anlatayim.Bizans hikayelerinin Osmanli efsaneleri ile harmanlanip gunumuze gelenleri mi.?
Bazen kendi kendimle kavga ediyorum. Ve diyorum ki "sana ne.Sen bu topraklardan ekmek yemiyorsun.sadece evine geldiginde havasini soluyor suyunu içiyorsun.Sus sana ne".Ama soludugum her nefes, biliyorum ki öbūr aleme geçince ben.Benden hesap sorar ve kefenimin yakasina yapişır.Ben de bunun hesabını veremem o iki el yakamda mahşere kalır.İşte o yūzden yazmaya devam.
Ruhum hasta değil.
Asla.
Yaşamadiğim stresi
Ona yaşattim
Derdi,stres.
...
Asırlar ònce yani başimdaki kayanin çatisiydim. Bir gün şiddetli bir deprem ile yerimden koptum uzerimdeki bina ile birlikte göle yuvarlandim. Dedi.
Gúnün her saati görunmez saat 12 ile 14.30 arasindaki gun işiginin tepeye geldigi anda yani. Gòl yüzeyine çikar ve etrafa göz atarmış.
Bu yöreyi kendine mesken edinmis ve tüm gizemlerini yuregine gizlemiş gibiydi.
Gölun hayaletiydi yani. İşledigi suctan dolayi başi kesilmis gövdesinden ayrilmiş ama kendi yere yikilmamiş gibiydi múşküle sarikaya. Ve bu göl yuzeyindeki kuru kafa onun kellesi gibiydi. Buna ragmen yuzunde esrarengiz bir gülumseme vardi.(resmi yan cevirince göreceginiz yansima ile bütun bir kurukafa yi net olarak gòreceksiniz)
Bir zamanlar bu mevkide inzivaya cekilen keşişler en guzel şaraplik üzümu uretmislerdi. Ihtiyac fazlasini ise .teknelere yükler ve konstantinepolis e gönderirlermis. İşte o üzume de moskura (müşküle) denirmiş.o donemin en aranan ve begenilen markasi yani. Rengi krem sari ve ağizda nefis tad birakip sertliğinden dolayi müthiş sarhoş edermiş.. o yuzden îçine kondugu her meşe fıçıya şarabi çok ıçersen şeytana kapi açarsin yazilirmiş.
Nedense bizans merkezde her meyhanede hatta sarayda kimse bu uyariyi dikkate almaz neticede geceyi körkutuk sarhos,sabahi ise agir baş agrisi ile karşilarmiş.
Moskura,kücuk bir kale kasaba ve etrafinda inzivaya cekilen keşişler. Bağlarinda yetiştirdigi üzumleri loş ve küf kokulu magaralarda mayalar abu hayat suyu diye satar bagli olduklari kiliseye ve bulunduklari yöreye hareketli ticaret getirirlermis.
Ha..Şarabi çok içince. Şeytana kapi açmişlarmi bilinmez ama... müşkule sarikaya bir gece şarabi fazla kaçirinca körkütuk olup. Askania gòlüne düşmüs.
Birtürlü kendini toparlayip ayağa kalkamayinca yada diyonizos un oyunu ile askania gölunde boğulmuş.
O gece ona eşlik eden nikaianin kızı "TELETE" bile yardim etmemiş. Sarikaya o gece okadar mutluymus ki. Ruh tanricasi teleteye gece boyunca binlerce öpucuk yollamı,mutlulugu ve gülumsemesi ile gün ortasinda göl sularinda bogulmuş.
İşte o gün bu gündür.suyun durgun havanin güneşli oldugu zamanlarda her gün gün ortasinda yani 12.00 ile 14.30 arasinda göl yüzeyinde ortaya çikar ve mutlu şekilde gülermış.
Sizede alaycil ama sır dolu gülümsesin. Görurseniz o yüzu söyleyin.haksizmiyim? Ve siz bu masala ister inanin ister inanmayin ama sarikaya bir sır saklar sakın unutmayin.
Şimdi bu fotoģrafa iyi bakın hatta sola çevirip bakın. Su içinde ne kadar mutlu bu kaya.Halen bana sen hayalperestsin diyorsaniz başkada sözūm yok size.Göl yūzeyinde sırıtan "Telete" mi yoksa bana mı öyle gelir. De hele.Hey Nevzat Kara neredesin de hele.Yaz dedin, yazdįm. Şìmdi sen söyle.Haksızmıyım ben?Rúzgar esiyordu. Etrafında ki tüm zeytin ağaçları rüzgarın kollarında dans ediyordu. Kimisi coşmuş yapraklarından konfeti yapmış yanındaki zeytin ağacına serpiyordu.
O.yerden havalanan toz zerreciklerini yaprakları ile tek tek emiyor bedeninde yok ediyordu.
Asırlardır aynı noktada nikaia ovasının ortasında doğudan gelecek dost yada dúşmani gòzler gibi yönü lefke yolunda ve gözlerini dahi kırpmıyordu.
450 YIL önce kuruyup giden bir çınarin köklerinden doğmuş ve onun bıraktığı nöbeti devralmıştı.
Onun olduğu yöne doğru gidiyordum.bir yandan da yüzüme çarpan yapraklardan korunmaya çalışıyordum. Yer yer sertleşen rüzgardan kimi zaman da çukurlardan kaçınarak ilerlerken... bir kaç yüz metre uzaktan göründü. Biraz öne eğilmiş yüzüne siper ettiği dalin gölgesiyle sanki bana bakıyordu ama, yapragindan dalına hareketsizdi.
Yaklaştım yanına,önce rüzgar durdu. Sanki gök yüzüne uzanan dalı ile rüzgâra sus ve dur demişti.
Ayak ucunda bedenine aklar sürülmüş olan çeşmenin yanında durdum, Karmakarışık yaprakların arasından koca bir kuş havalandı. Gözlerim onu mavinin tam ortasında yakaladı. Koca bir Baykuş. Bir iki döndü ve Nikaia yönünde kayboldu.
İnce bir sızı gibi akan çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Koca çınarın beni izlediğini sudaki yansımasından izledim.
Çeşmenin yanında benden binlerce yıl önce gelen bir insanın elinde şekillenmiş koca taşa baktım. Yüz üstü kapaklanmış ve istediği yapılmamış bir çocuğun huzursuz ağlaması gibiydi. Elimi sırtına dokundum, yüzüme bile bakmadan ağlamaya devam etti. Belli ki bana söylemek istemediği bir derdi vardı. Yan tarafından bakınca göğüs ve karın kısmında rölyef dövmeleri...! Vardı ama bana dònmedigi yada göstermek istemediği için ne olduğunu anlayamamıştım.
Çınar ile gòz göze geldim. Bir yaprak "sus" dercesine dudaklarına gitti sustum.
Yıllar önce dedi. Biraz ileride toprak altında kendisine emanet bir faniye mezar di. Ama bir gün yine bir fanî geldi,kazdı. Emanet edileni dağıttı. Belliki bir şey aradı bulamadı ve ortalığı kırıp geçirdi. Sonra o bölgenin sahibi geldi. Yinemi bu gavur taşları dedi traktoruyle getirip benim yani başıma attı. O gün bu gündür arada benimle dertleşir ama genelde bu şekilde ağlar durur.
Zaten benim derdim bana yetiyor,bir yandan gövdem de ateş yakıyorlar bir yandan da bağa bahçeye atılan zehir atığı kutuları bedenime saklıyorlar.
Bu çeşme yokken hemen ardım da antik dònemden kalma ve ağız bileziği mermer oymalı bir su kuyusu vardı önce o çalındı kuyu korumasız kaldı ve içine toprak doldu. Bileziğin üzeri sütun ve hayvan figürleri kaplıydı. Çok değil bundan 40 yıl öncesi çalışan bir kuyu içine sarkıtılan tahta kova ile bir zamanlar üzüm bağlarında gezenler susuzluğunu giderirdi.
Burası neresi dedim. O anlatırken ben gövdesine bakıyordum.kiris kırıştı ve üşümemek için arsız bir sarmaşığı bedenine dolamış gibiydi,yada kendini insanoğlundan öyle gizliyordu.
Bana "kaymak köşkü çınarı derler" dedi. 450 yaşındayım benden önce babam ondan önce dedem vardı. Hepimiz birbirimizin köklerinden doğduk....
Neden sana kaymak köşkü diyorlar..? Sustu. Küsmüş gibiydi cevap vermedi.yuzume de bakmadı. Belli ki bir şeyleri gizliyordu. Üstelemedim bir sigara yaktım uzaklaşırken geldik. Ağlıyordu. (Ayak ucundaki iki delik bana gòz yasini animsatti.ve sarmasigin saga verdigi kıvrim çinarin agzi açik şekilde ağladigini)Ve çınarın gòvdesi NİKAIA yi andiriyordu
Keşke çınarların dili olsa,anlatsa. Ben sussam onları dinlesem.B (30)
Bu şehirde her şeyin bir ruhu var sanki.Canlı cansız ne varsa bir şeyler biliyor söylemek istiyor ama konuşmuyordu.Ya yaşadiklarinin duyulmasini istemiyor yada yaşadığı travmayı içine atmış duyulsun istemiyordu.
Yine bir kanalizasyon çalışmasiydi.sokaklar allak bullak her yer toz duman.Bilinçsizce yapılan kazılar darmadağın edilen toprak altı.koskoca makinelerin ve ona hūkmeden ufak tefek göbekli kirli sakallı adamın kimseden korkusu yoktu.Koca kepçeyi göle olta savurur gibi makinenin 2-3 metre ilerisine atıyor tırnakları toprağa geçiriyor ve hırsla kendine çekiyordu.Toprak ana yer yer direniyor ve ūzerini örttūğū bilinmeyeni kimseye göstermek istemiyor ve tūm bedenini taş gibi kasıyor,kepçe ile amansız bir mucaleye girip direniyordu. Koskoca tonlarca agirliktaki makine şaşkındı.Deeken koca bir parçayı ısırıp kopardı,kepçe.Açılan çukura kilitlendi herkes.şaşkındı orada bulananlar.Çukurun içinden etrafı yılanlarla çevrili ve iri gözleriyle onlara bakan biri vardı.Sonunda yūzūk taşları sağlam ve uzerini asırlardıe örten toprağın kalkmasiyla gökkubbeye bakan gūlumsen esrarengiz bir adam.Oda şaşkındı. Kendisine bakan insanlar o tanidığı insanlar değildi.
Hele o demirden yapılma o acaip şeyde ne olaki diye dùşūnūrken yukaridan kendisine şaşkin bakan adamlardan biri hemen uzerine bir örtū örttū.Bir diğeri tahta bir kapak attı ūzerine,sonra kepçeyi kullanan adama dönūp çukuru kapatmasini işaret etti.
Adam kepçeyi el gibi açip yandan bir avuç toprak aldı açık olan çukuru doldurdu.Tek söz etmesine fırsat kalmadan bir avuç topraga gömūlmūştū yılanli adam.Kimse kimsin ne arıyorsun orada diye sormamıştı sanki korktukları bir şey vardı ve elbirliğiyle yok etmişlerdi.Hani bir söz vardır ya "ölūm döşegindeki insanın canını,bu dūnyada en çok kimden korkarsa o alırmış".Sanki en korktugumuz nikaia idi ve canımızı almaya gelmiş ama biz önce davranmıştık işte.
Böyle kaç degerli eseri yok ettik acaba.Hani orta yaştaki çogu kisinin dediģi bir zamanlar biz orada yūzūk taşı toplardık...lafı her şeyi anlatıyor işte.O yūzūk taşı ile bunlar yapıliyor ve gelecege bir nevi mektup yazılıyordu.Sessizce örtūlūp ölūme gönderildi ve önce ūzerinden sıcak asfalf geçti ardından da tepesine bir çöp konteyneri koyuldu.Geçmişten gelen mektubu okumamış gelecege dair ahkam kesiyorduk.Her şwye rağmen ben.Gecenın sırlarını arıyor ve emanetleri kovaliyordum.Oysa her sır ve emanet bu surlarin içinde veya etrafındaydı.Birine çok yaklaşmıştım faili meçhul bir cinayete kurban gittmişti.Herkes ger yerde define peşindeydi oysa Nikaia nın kendisi sur içinde bir defineydi ve kimse onun tarihi değeriyle ilgilenmiyor Altına hucum gibi define arıyordu.
YansınKasaba
Yıkılsın tarih.
Yok olup gitsin,
Roma. Bizans.
Sultaninok sarayının loş koridorlarında
Dolaşırken
Haşhaşı hasan sabbah..
Sur kapıları yol geçen haniysa ve
Asayiş gevşek
Hain çoksa....
Iyi sabredebilmis sultanikon
Sessizce
Peçenekler surlara biyzantion bayrağını
Çekiyorsa
Söyleyecek tek söz...
Alın tüm tarihinizi
Çekin gidin.
Nikaia yatırlar ile
Boguşsun....
Üzüm bağları yok olmuş,
Ve
Yerini zeytin bağlarına terk etmişken....
Asalak beton binalar,
Tüm ovayı kaplamış.
Cebimize para
Ruhumuzda
Vatan gitmişti.
Bizim için o geçmişin sadece maddi yönū önemliydi onun da ismi bir kūp altın.Gerisi taş,çakıl,çöp.Benim için ise tarihi değeri bir mezar dolusu altından değerliydi.Para bir gūn biter ve belkide sen.İflas da edersin ama tarihi bilir korursan sonsuza dek servete sahip olursun.Ùzūlme dedi koca lahit.Kendi acısını unutmuş beni teselli ediyordu II.purusias ın koca kaya kūtlesine oyulmuş mezarı ve tūm olan biteni bana fısıldayan da purusiasin kayada bedenini arayan ruhuydu.
Anladığım kadarı ile gecedeki sūrgūnlerim sūrecekti.Olduğum yerden tūm ovanın göğsūne çöreklenmiş beton binaları izliyorum.Hepimiz bir yada birkaç daire uğruna mutluyduk,oysa bize emanet kūçūk vatanı yok ediyorduk.Eminim ki bu ihaneti haçlılar selçuklu, osmanlı ve bizans bile yapmamıştı.Ve biz halen açtık doymak bilmiyorduk.
×××
B (31)
Yüksek bir tepeden
Bakinca
Eski bir çini fırınının
Ateşlik bölümune benziyordu
Geceleri
Nikaia..
Binbir renk in yanıp
Çiçekleştiği
Şehir.
Gerçekten de ovadaki binlerce ışık.Geceleri sönmek ūzre olan bir çini fırının ateşlık bölūmūne benziyordu.Gece boyunca içinde yanan odun ile sabahlara dek sevişmīş ve yorgun dūşmūş gibiydi.Ve şehrin kapılarından çıkıp giden yada şehre gelen araçlar ise.Halen bacadan çıkan bir kaç kıvılcım gibiydi.
Bu gūnden belki bir 150 yıl geriye gidip.Aynı noktadan seyretsek iznik i.Birkaç cılız sokak feneri,sağda solda yakılmış derviş yada kimsesizlerin ateşi ve lefke kapidan girip,ıstanbul kapıdan çıkan kervanların başındaki kervancının elindeki meşaleyi zayıfta olsa görecektik.Hayal edince yani. Ve ben halen geçmiş ile gelecek arasinda bir hayali dūnyada yaşıyor gördūklerimi not edip sizlere aktariyorum.Bir gūn bu hayallerden ölūm denen dūnyaya gözlerimi açınca uyanacagım.O yūzden ölūmden bile korkum yok,çūnkū o gūn gelince bu kez.Gazi Mustafa Kemal Atatūrkūn bahsettiği iznik i görecegim."UNUTMAYINIZ KI GERÇEK İZNIK'İ ASLA GÖREMIYECEKSINIZ. O TOPRAĞIN ALTINDADIR.M.K.ATATATŪRK".
Bırakın onun dediği iznik i görmek.Onun önūnde oturup kahve içtiği sonra ahşap merdivenlerinden çıktıktan sonra o gūn ki iznik belediye başkanına dönūp cevabını alamadigi."Reisim az önce çıktığımız basamaklar kaç adettir"sorusunu yönelttiği o eski belediye binasını bile görmek hattı zatında yerini bilmek bile imkansız gibiydi.O tarihi binayı o olaydan sonra önce kamyon ile çarpıp kapısını sonrasında ise bina hasar gördū diyip tamamını yıkmışız.yetmemiş hızımızı alamamışız ve hemen yanı başındaki hacı hamza cami ve kūmbetini de yok etmişiz. Bu gūn o caminin temelleri belediye meydanindaki havuzun oldugu yerde 1m toprak altindadir.Artık havuz başında oturup çayınızı yudumlarken ve sohbet ederken dūşūnūn, neyin ūzerinde olduğunuzu.
Menfi menfaatletiniz uğruna yok ettiğiniz o bina,camii ve kūmbet vari tūrbe.Sahi ne yaptiniz o eski kimliği, kaybettim deyip yemisini mi çıkarttiniz.Evet haklisiniz yani ne olmuş Atatūrkűn ziyaret etyiği yeri yok ettigimiz için turist gelmiyorsa gelmesin diyorsaniz...diyecek søzūm yok. Çūnkū bir önceki ve daha öncekini de o şekilde yok ettiniz.Doģma buyume bir iznikli olmadiğim halde (sizin her zaman dediginiz kelime ile. Zaten iznikli degilsin begenmiyorsan çek git. ) koskoca osmanli medeniyetinin gectigi şu sur içinde birtek osmanli mezar tasī veya mexarliğina rast gelmedim.ama dile getirdim.Ve siz. Ne ben kadar iznikli oldunuz nede o hor gördugunuz hırıstiyan bizansli kadar geçmişe sahip çìktiniz. O bizanslilar tūrk mezar sandukalarini yok edip atmadilar tam tersi. Surlarinda tek noktada toplayip ust uste koydular. Ùstelik te haçlilarin en yogun saldirisinin oldigu noktaya.haçlı şövalye godfoyrt un saldirilarina açik surlar,yenişehirkapida. Işte o şøvalye nikaia yi alamadan o sur ønūnde öldū gitti ve hatta orada bir yere gømūldu ama o burçta ūst ūste konmuş selcuklu mezar taşlari uzerindeki arapça kitabeler ile bu gune ulaşti.Ama biZ o gavur nikaiaya..! Sahip çıkamadik ve koruyamadik.Gavur taşi dedik tekmeledik.Biz onlara binlerce şey emanet ettik,sahiplenip korudular. Biz ise hiç bir emanete sahip çıkamamiz.İznikli kim deyince de.Kimseye meydan birakmadan benim demişiz.Varin īznikli siz,hayalprest ben olayim.En azindan bir elli altmış yıl geriye dőnsem ve bu şehirde belediye başkanı olsaydım neler yapmazdım neler.Onca eski osmanlı mezarlikları dahil her şeyi korur sahip çıkardım.Sur dışını imara açar ve merkezi ise oldugu gibi korurdum.Ama şöyle geriye dönūp baktiğımda en basidinden mezarlara dahi sahip çıkamamiş taşlarini ise saga sola atmış veya gizlemişiz.
Bazen de hızımızı alamamış hedef tahtası yapmış acimasizca kurşunlamişiz. Geleceğimizi vurmuş ayağimiza sıkmışız yani.koskoca bir kaya ve būtūn yūzū steller ile kaplı ama hedef tahtası.Benim saydiğım onyedi taneydi.Aşk...
Nedir bilirmisin sen...?
Illaki karşı cinse duyulan his,duygumu. ?
Bir ağaç bir göl. Yada bir kent.
Veya
Peş peşe gelen medeniyetler...
Bir duvar,
Bir taş.
Bir mehtap....
Ayazla yaz beyazı gece
Aşk ıllaki
Bir kadına duyulan his mi.. ?
Geceyi seversem, yada kendimi.
Aşk.....
Olmazmi,
İllaki ilk göz ağrısı,
Çocukluk aşkı,
Yani....
Aşk meşk çocukluk ise,
Çocukken sevginizi,unutuverin
Gitsin...
Aşk.. çocuksu bir duygu,
Çocukluk aşkı.
Saçmalık...
Dimi.?
Oysa ben.
Çocukken sevdim seni.
Nikaia....
×××
B ( 32 )
Şiddetli dalgalarda kıyıya vuran ıstakozları denizde kıyıya vuran sandallara benzetiyor Yalçın Öztürk. İncir altında her fırtınada kıyıya vuran çini parçalarına tutunan ıstakozları yavaşça göle, çini parçalarını da cebine atıyor.Önüme sandala dönüşmüş bir balık deseni koyuyor üstad, balığın sırtından çıkan lale desenleri yelkene dönüşmüş. "Balığa, çiniye, göle aşık biri çizmiş bunu, kıyıya vuran desenlerden biri bu."
Bir konuşmamızda "esas çiniyi ölüler yapar" diyen Kudret Gürol'un ne kadar doğru dediğini anımsıyorum.
Bu kıyıya vuran çini parçaları ve ıstakozlar gurbetten dönen Yalçın Öztürk'ün yazdığı dört hikayeden sonuncusu, yarım kalmış. Kalem ve kağıt ilişiyor gözüme.
Yalçın ağabey, ne zamandan beri hikâye yazıyorsun?
"Doksan sekizden beri."
İlk hikayenin adı neydi?
"Bir Rum evinin öyküsü. Karacabey köyünde yattığım yerde bir Rum evini izleyerek yazdım. Doğuş'ta yayınlanmıştı."
Nasıl bir duygu bu ya? Bir evi izleyerek onu yazmak...
"Senin için yıkıntı bir evin ne anlamı vardır?"
Hüzün… Bana göre eşyalar konuşur, zamanla yıpranır ve suretleri değişir, insan gibi.
"İnsan gibi. Ben her gece o evi seyrediyordum. O evin şekli şemali bana kalemi kağıdı aldırdı. Evin "yaz şunu" der gibi bir hali vardı. İnsan hüznünü anlatan bir yüzü vardı. Bir taraftan kapı öbür taraftan ıhlamur ağacı yaslanmış üzerine, yıkıldı yıkılacak. Nerede virane bir ev görsem, orada saatlerce oturur hayal kurarım; o evin içine birilerini sokarım kafamda. Eski zamanda birilerini yaşatırım içinde. Sonsuz zevk alırım bundan, bir yandan da hüzünlenirim. İşte o anda kalem kağıt varsa not alırım. Tarihi yapılara bakarken şunu düşünürüm: “ölürsen unutulursun, ölmemek için unutulmamalısın.”
Yeryüzündeki eşyalara can veriyorsun hikayelerinde, Haşmet Aga’da bir ayağı yıkılıp yana devrilen, kendini izleyen insanlardan utanıp gece yıkılan bir ev vardı. Konuşan bir sinek, acı çeken bir ağaç. Kaldırımlar, yollar…
"Rum evinden sonra Abdulvahap’tan İznik’i anlattığım bir hikâye var. Oradan geçen kervanları anlatıyor… Senin düşündüğün şey var ya, İznik’in tarihi yapılarını konuşturarak İznik’i anlatmak! Onu yapıyordum. Sonraki hikâyem olan Mavi Ladin’de yanı başında duran sart harabeleri anlatıyor Mavi Ladin (ağaç). Rüzgar eksiklerini tamamlıyor. Ben ocağın başında oturmuşum kalem kağıda onları yazıyor."
Seni hikâye yazmaya iten sebep neydi?
"Rum evin öyküsünü yazmadan önce, yine böyle Türkiye’nin dört bir yanına camilerde çalışmaya giderdim. Döndüğümde Nevzat Kara’nın yanına uğrardım. “Anlat” derdi, “ne hikayelerin var?” Açardık biraları ofisinde, ışıkları söndürürdük. Ben hikâyeyi anlatmaya başladığımda o pantomim yapar gibi hikâyenin baş karakterini oynardı. Sonra bir gün “bana anlatma” diyerek önüme ismimim yazılı olduğu bir ajanda koydu. “Buraya yaz, ben hem okur hem de düzenlerim.”
Eline kalemi tutturmuş, sonra kalem tutuşmuş anlaşılan. Tutkuya mı dönüştü bu daha sonra?
"Tutku değil, hastalığa dönüştü. Gittiğim her yerde o bölgenin ilginç olaylarını araştırırım. Ne bileyim o bölgenin atasözlerini, özlü deyişlerini ararım. Sonra bu köyün adı ne, nerden gelmiş? Ne olmuş, tarihi belli mi? İlk yerleşim yeri burası mı?"
Ne tatlı bir hastalık! Araştırma merakı var bir de…
"Bak orta okulda incir altı mendirek de oturuyorum. Yerli turistler geldi, İznik’in tarihini sordular bana. Daha 2 senelik İznikliyim. Cevap veremedim. Kadın turist oturdu İznik’i anlattı bana. Bak, dedi, hem İznikliyim diyorsun hem de İznik’i bilmiyorsun. Bütün kaleleri bütün tarihi gezdim bende. Sonra meslek lisesine geçtik. Öğretmenler duvar gazetesi çıkartalım dedi, zıpladık. Karikatürler yaptım, köşe yazıları yazdım. Lise sonda da üniversite sınavına girdim, 3 puanla kaybettim. Seneye tekrar girerim dedim, bu işe girdim. Heybemize paradan çok dost ve hikaye toplamaya başladık."
Deliler ile ilgili hikâyelerin var bir de… uç tarafları seviyorsun galiba.
"Yani! O delilerin bir gerçeği vardır. Onlarında ti’ye aldıkları akıllılar vardır; kendi diliyle kendi aklıyla. Düşünki 26 senelik iş hayatımda gittiğim her yere kartvizitimi bırakırım, bir tek kişi aramıştır beni, o da bir deli. Buraya, İznik’e geldi."
Sana hikâye yazdırmaya iten Nevzat hikâye yazıyor muydu?
"Ayasofya’yı izlerdik Nevzat’la. Bir pencerede ben öbüründe o. Saatlerce izlerdik, Ayasofya’nın iki kubbesi bize İznik’i anlatırdı. Birbirimize sorardık, önce sen mi anlatacaksın ben mi? Bira kapağından yazı tura atardık. Kaybeden anlatmaya başlardı, dinleyen de hikayeyi yazardı."
Hiç sevmediğim laf “yalan dünya” dır. Tanrı’nın yarattığı her şey gerçek ve güzeldir. Benim hikâyelerim o gerçeklerin içinden çıktı.
Nevzat Kara’ın Yalçın Öztürk’e yazdığı şiir.
YALÇIN
Kod ismi “Yakamoz”
Kardeşi var “Takoz”
Tezyinattır işi
İnatçı bir kişi
Tıfıl, bücür bir seyyare
Küçük kanatlı teyyare
Uçurur hayaliyle
Onu dikkatle dinle
Becerikli bücür
Yüreği acır
Elleri işler
Duvara fişler
Kalbi duvara rozet
Ondan herkese sözet
“Kalemkar Nakkaş” de
Sinan’a benzet
Küçük “Büyük Adam”
Ne bakıyorsun madam!
Fırçada irade o
Boyada piyade o
Gözlüklüdür gözü
Mizahidir sözü
Kızdırırsa bizi
Çöktürür dizi
İnsana çabuk kanar
Kazanda hemen yanar
Dostları hançeriyle
Sırtından kan damlar
Dostu var Nevzat
İznik’e tezat
Onun gibi olsa olmaz mı?
Tarlaya pırasa mı?
Sözünün eriydi
Dipdiri biriydi
Düzene uydu o
Cebine koydu o
Keyfinin kahyası o
Mutluluk mahlası o
“Bana ne!” de deyince
Düzenin atlası o
İskeleden düşerdi
Kurudu da yeşerdi
Fırça kulakda durur
Mollalarda şaşardı
Belinde platini
Dinmeyen ağrısı
Kazıklandı dünden o
Sancıyor sağrısı
Karısı var Fatma
O onu çok sever
Üç de çocuk
Aslan yürekli nefer
Onlar erecek muradına
Biz çıkıcaz kerevetine
Masal burda bitecek
Bir şiir ne rafine
Nevzat'dan bana gelen bir şiir di bu. Bana yaz derken,yazmıştı beni.yapacağini yine yapmıştı yani.
Ve rahmetli yine bir rahmetli Nurettin ile iznik uzerine bir söyleyişiydi,yukaridaki satirlar.Çok dostlarım vardı usulca aradan sıyrılıp gitti.
Keşke bir kapağı olsa bu kentin ve istedigim an açsam onu. Dostlari yok olan iznik i görsem.Yok olmasın diye korkarsam.. O kapaği kapatmam gerek.Kimse dostlarimi ve tarihimi çalmasın diye.Her şeyi herkesi gørdūm yazdim ama iki dost ağabeyi unuttum.Onları anmazsam yazdįklarımın bir değeri olmaz. Kadir ve Kenan Oguz.Doğuş gazetesi-iznik
Rahmetli kenan ağabey.Doğaçlama yazdiğm kargacik burgacik yazıları çözūp gazeteye basìm haline getirene dek. Akla karayi seçerdi.Zordu o yıllarda gazetecilik ve gazete basmak.Hele ki herkesin kabadayi olduğu iznik de gazete basip yayinlamak. Bu gūn bile zordur bu kasabada gazeteci olmak,zul.Zulumdur.Hele ki onlarin zamani...Ali desen suç,Veli desen kabahat.Kısaca bir yanìn sakal diğer yanin bıyık.Bir de ruzgar varsa tūkūr bakalim nereye yapişirsa. Sende hayallerde kal be Nurettin...Ruhun şad,mekanin cennet olsun çocuk.
Rahat uyu mekaninda.bana dedekorkut derdin.Destursuzca gelip girmiştin aramıza,tahsilini bitirip gidecektin ama öyķūlerimize bulaştın ve kaldin gidemedin bir tūrlū.Gittiğin gūn engel olabilseydim sana da.. O lanet olasi kaza yerine ulaşip terk etmeseydin bizi,iznik i ve bu dūnyayı. O gencecik yaşta.
Oysa öykulerimi topluyordun ve hikayelestiriyordun.Modern dedekorkut hikayeleri ile bastiracaktin.Søzūnde durmadin ve kurtulmak için benden.Ölūmū seçtin. Bende öykūlerimi açık artıtmaya çıkarttim satiyorum ve ustelik, bedelsiz.Alanìn elinde kalsin diye. Gūle gūle çocuk,gittiģin yerde bir gūn görūşmek ūzre.Yolun açık olsun ve o alemi seyrettiģin koltuğun yanindaki boş yeri bana ayır ki gelince aynı noktadan olan biteni bende izleyeyim.
Dedim ya, çok şey kaybettim ben bu şehirde.Çok şey koymuştum cebime,delikmiş. Ne varsa dökūlmūş.
×××
B (33 )
Çıldirdı göl.
Zaten
Deliydi..
Geçmişin kavgasini
Yaparcasina
Kiyiya vuruyordu.
Tek dostu,
Gok kubbede
Zeus du.
Aralarina poseydon geldi.
Göl.
Hiddetlendi,
Dalgalar zor atti kendini
Kiyiya.
Ve
Bazilikanin kalintilari
Vurdu karaya..
Şimşekler vurdu gok kubbeyi,
Bulutlarda çatlaklar olustu.
Ve nikaia nin uzerine
Yağmurlar
Düştu.
Bazilika şaşkindi.
Son bir gayret uzandi,tutundu
Kumsala.
Ve bir dalga geldi orttu
Ustunu,sessizce. Ceplerini yokladi
Bazilika
Bir parca seramik bir tutam kemik
Kucuk bir cam parcasi vardi.
Ver dedi dalgalar,verirsen seni gun
Yuzune cikarir ama sırrini vermem
Dedi.
Verdi bazilika
Ve peş pese geldi göl yuzeyinden dalgalar.
Gök kubbe bir kez daha parladi ve
Sustu.
Nikaiada artik ölum vaktiydi.
Zaman hızla akıp gidiyor ve beni de peşinde sūrūkledi.Yaşlandim ben de ister istemez ve yaş oldu ellisekiz.
Ya zaman zalim yada ben.Bence en kötūsū "Hades".Sokakta sahipsiz kim varsa çökūp yakasına alip götūrūyor "harronun" karşısina.O da enine boyuna ve özellikle de göz çukuruna bakiyor.Aradiği o metal yoksa kızıp bağırıyor hades e.Burası beleş dūnya değil ve yoksullara yer yok.Parası olmayan ölmesin ve bu dūnya ya damsız girilmez.Oha... hem damsız hem parasız o aleme geçilmez ne demek lan.iki dūnya arasinda da kapitalizm kanunlari sūrup gidiyor yani."Gūnah, dam. Oluyor,sevap ise kapital".Yoksulda ikiside yoksa nereye gidecek."ARAF" yani yolculuğun en alt tabani, zemin kat.Konduktör yok, biletçi uğramaz.Çıkart ayakkabilarini koksun ayaklarin yada çorabin.Kimse sesini çıkartmaz,itirazin varsa ver farkını çık bir ust guverteye.Batarsa gemi, ve yūzme biliyorsan harron da seni göremiyorsa. Kurtulur yaşama devam edersin.

Yıl.1900..
Orhangazi tarafından iznik yönüne bir tekne seyir halindedir.ambarları buğday, güvertesi ise varlıklı yolcu doludur.tekne personeli hariç yolcu sayısı kadınlı erkekli 40 kişidir.
Mevsim yaz.herkes güvertede yolculuk etmekte ama göl yüzeyinde çalkantılı dalga vardır. Tekne yanlış yükleme ve kaptan hatası yüzünden alabora olur. Yolculardan sadece 8 i kurtulur.kadınların gerdanları erkeklerin cepleri doludur ve bir düğünden gelmektedirler.32 yolcu kaybolur. Padişah teknenin bulunmasını ve kayıpların çıkartılmasını emreder ama dönem karışıklık dönemi ve teknik de yetersizdir.
Kayıpların bulunup çıkarılmasi imkansizdir. Ve bu olay gölde yaşanmış osmanli arşivlerine de geçmiştir.
Anladiğim kadarı ile.Teknedeki her kes Sermayeder dir ve paralarina kıyacak cinsten değillerdir.Ne kayıkcıya para verme taraftarıdırlar ne de locasız ahiret yolcusu değildirler.Hepsi damlı çatılı saraylidirlar lakin. Bu gūn göl tabanında ne iznike nede orhangaziye varamamış deli lerdir..! De, arafa girmek için şengen vizesi gerek.
Varmı.?
Yok...!
O zaman iki kasaba arasinda ki kaçak mūltecisin sen arkadaş.tek yol var. Seni cennet cehenneme almadan, kim kabul edecekse seni. Sen tarafsiz bölgede bekle. Sonrası kolay. Sınır dışı...
Zaman.Ayaklarimin altinda buzdan bir zemin.Her adim geri gitmel gibi. Ama ne ben zamana gidiyorum ne de zaman bana geliyor, herşey ayaklarimin altindan kayip gidiyor.
Geriye bakinca bu gūn..Her şey benim uzerime yīkılıyor...
Güzel bir geceydi.
Her yer anı,
Hatira doluydu.
Müzik çalarda
Eski bir şarkı,
Tüm odayı sarmiştı.
Kırmızı gülun adı var,
Eski radyo dile gelmiş.
Yüregi kabarmiş sanki coşmustu.
Oda loş, ışıklar utangaç gibiydi.
Kırmızı gül degil bepki ama,
Şarap şişesi.
Yanindaki kadehe atladi.
Odanin duvarlarindaki tüm hatiralar
Olan bitene şahitti.
Güzel bir geceydi...
Balkonun kapisi sessizce açildi,
Ve içeriye dolunay geldi.
Vedalaştik,sarildim ve dedim ki...
Yürekten sarılacak insan az kaldı...
Gözleri doldu,gözlerim dolmuştu.
Eski anilara,yeni anilar.
Karişti...
Evet. Her şey bir birine karişmiş ve bir keşmekeşliğe dønmūştū.Ve kapitalizm bir gece göl sularina batmiş ama kurtarmak mumkun olmamişti.Lakin o burjuvalar.bir yolunu bulmuş obur dunyaya geçiş yolunu bulmuşlArdi.
××××
B (34)
Bir kendi şehrime bakıyorum bir de ege deki antik kentlere.Koruyamayıp būyūk bölūmūnū avrupalilara kaptirdigimiz onca mukemmel esere rağmen.Daha kuzeye yani marmara bölgesine geldigimizde ve øzellikle iznik.Antik çağin o mukemmel kalintilarina ulaşmak neredeyse imkansız gibi.Kimbilir belki de bir çoğu toprak altinda ama toprak ustunde olanlar da yetersiz hatta bu osmanlį eserleri içinde geçerli.Sanki candarlılar devlet yönetìmden alinmasiyla iznik sadece çini ūreten bir merkezden öteye gidememiş ve kaderine terk edilmiş gibi duruyor.Mevcut olan osmanlı eserlerinin çoğu da Çandarli sūlalesinin dønemine ait.Onlardan sonra ise sanki osmanli iznik i yok saymış ve ortaya çıkmasını istememiş gibi toprak altına itelemiş gibi.
Peki. O muhteşem roma ve bizans eserleri nereye gitti.Kanuni devrinde iznik e akın eden onca şıh ve derviş.Ellerinde çekiç ile sokaklarda rastladiklari bizans eserlerini doğradıysalar... Eyvah. Demekki taliban misali militanlar ozamanda mevcuttu.
İznik te ekmek elden su gölden olduğu zamanlardan bahsediyorum.Ūç imaret ūç øğun bedava yemek dağitiyorsa ve sur aralarinda ki her burç bir ev gørevi gøruyorsa.Kendini şıh derviş ilan edip ipini koparan iznik e dūştūyse vay geldi o iznik in başına.!
Dūşūnūn okadar dervişli iznik i.Bir zamanlarin dūnyevi ilimler ile ilgilenen muderrislerinin yerini. Kıçının altina bir post,dilinin ucuna bir kaç manevi kelam koymuş ne idūğū belirsiz tarikat şıhları bu kentin ırzına geçmiş demektir ki.. Bir zamanlar araziletinde afyon dahi dikilen başkent şehrinden söz ediyoruz.
Afyon sakızını çīğneyen søzde şıh ve mūridi.yok ettiği put..!! Sayisi ksdar cennet garantiler.eğer o yolda ölūrse,zaten cennetliktir haşhaşiler.
Onca gramerci,matematikçi,astrolog,tiyatrocu,felsefeci,tasavvufçu,şair,bir nevi biyolog,sporcu yaşamış bu kentte ve hatta imparator ve şehzade.Nereye gitti onlardan kalan binlerce iz.
Her tarihi caminin ve kilisenin etrafinda onca mezarlik ve mezar taşları...Kīm çaldı yada yok etti.Bunlari ben söylemiyorum tarihi belgeler söyleyip hesap soruyor,ve ben onlara sadece sözculuk elçilik yapiyorum.Cevap ariyorum onlarin adina geçmīşi sorguluyorum.Çūnkū onlar bize emanet ve bir gūn nerede bunlar diye sorarsa biri..Cevap vermek zorundayiz zorundayim.Kim sorabilir bunu bize... Torunlarimiz.Ne diyecegiz onlara...? Bilmiyorum evlat.Gözūmde kalin camlı gūneş gözlugu vardi,göremedim mi.?
Bu kent bizim. Bizim idi doğrusu.Ama birileri bizim geçmişimizi de gelecegimizi de çalmıştı.Geldiğimiz noktada cep delik cepkenimiz delikti.Ne kadar yazsam neyi anlatsam da bu kent.öyle būyūk bir yer ki.Anlat anlat bitmez ki... biz sadece buz dağının gőrūnen yūzūnū görūyoruz, ya göremediğimiz toprak alti..! Yok ettikkerimizi sormuyorum bile.Efsanelerini,hikayelerini veya gerçeklerini. Hangisini yazip anlatayim.Bizans hikayelerinin Osmanli efsaneleri ile harmanlanip gunumuze gelenleri mi.?
Bazen kendi kendimle kavga ediyorum. Ve diyorum ki "sana ne.Sen bu topraklardan ekmek yemiyorsun.sadece evine geldiginde havasini soluyor suyunu içiyorsun.Sus sana ne".Ama soludugum her nefes, biliyorum ki öbūr aleme geçince ben.Benden hesap sorar ve kefenimin yakasina yapişır.Ben de bunun hesabını veremem o iki el yakamda mahşere kalır.İşte o yūzden yazmaya devam.
Ruhum hasta değil.
Asla.
Yaşamadiğim stresi
Ona yaşattim
Derdi,stres.
...


Yorumlar
Yorum Gönder