EMANETLER-3
EMANETLER VE IZNIK-14.
Saatin kaç yada gunlerden ne bilmiyordum. Pervane böceğinin ışığa dogru uçmsı gibi ileride ki fenerin ışığına doğru ilerliyordum. Yaz aylarınin sicak gecelerinde ışıga dogru döne döne uçup, ateşin gücü ile kanatları yanınca yere düşen kelebek gibi.Bu gecelerin sonunu da merak ediyor ama geri dönmeyi de endime yediremiyordum.
Akça sakallı bir adamdı.Ama burada böyle bir yer olması söz konusu dahi olamaz. Evler kerpiç duvarlı ve çoğunun çatısı saz damlıydı. Bir kaçının dışında çoğu karanlik pencerelerden ibaretti. Aydinlik olanlar ise cılız mumdan başka bir şey degildi.Bir dirhem mum ise üşürcesine yada karanlıktan korkmuşcasina titreyerek yanıyor, yandıkça kendi ayaklarının dibine eriyerek akıyordu. Az ilerideki topkapının kemeri henüz yerinde ve sur dışı ise agaçlardan karanlık idi ve tepemdeki ay, dalları eşeleyip aralıyor oradan da yerde bir şeyler arar gibi toprağa yansıyordu.
Buralar böyle degildi ve bu ağacın dibindeki adam. Sanırım çevre köylerden birinde çekilen fağfur dan çiniye isimli belgeselin baş kahramanı "Adil Can" ağabey olmalıydı.
Çok sevdiğim ve değer verdigim farklı bir karakterde insandı. Tanımayan onu buz dağı sanır ama tanidikca aksine yüreğinden dogan sımsıcak güneş ile iliklerine dek ısınırdı. Sanirım o kultur bakanligi destekli belgeseln cekimi ve dizleri üzerine çökmüş bu adam da o belgeseldeki bahtiyar ustaydi. Ve bahtiyar usta. Öykuler yazan önceleri topraktan çömlek yapan ama. Fırın karşısinda kanatları yandıği için beylikler dönemi çini yapmaya başlayan Adil Can dan başkasi degildi.
Sahneyi bozmamak için usulca yanastim. Bir tuhaflık vardi.
Etrafta ne bir kamera ne de aydinlstma projektöru vardi. Biraz daha yaklaştim aramizda bir kac metre kalmısti ki. Yüzunu secebildim. Adil ağabey değildi ama onun kadar bilge bir adam vardı. Önünde ki düz rahlede deftere benzer kağıt tomarı vardı. Sarı samanlı kaba hamur kağit kendine dokunan kamış kalemden huy kapmış gibi kıpır kıpirdı. Adil ağabey olsaydi ne guzel her şeyi yorumlar geceyi çözebilir, çozemesek de neşe içinde vedalaşir ve evlerimize giderdik. Zaten onun atölyesi de buraya uzak değildi. Istanbul kapıdan girince hemen sağda son nöbetci çinici gibiydi. Ama bu adam Adil Can degildi işte.
Buralarda çinarın dibinde Nigar teyzenin (rahmetli) evi vardı ve kapisi çinara açılirdı. Öglenden sonra genellikle kapı eşigine gelir oturur ve çınarın gölgesinde serinlemeye çalışirdi. Kapısinda oturdugu evi de rahmetli Erdogan Savaş araziyi istimlak ederek yapmış ve ona bağışlamısti.( iznik eski belediye başkanı erdoğan ağabey) Kocası kahveci bekir amca yıllaaar önce ölmüş ve o hayatta tek evladiyla baş başa kalmıstı.
Nigar teyze de ölmüş oğlu başka yere taşınmıs ve ev bombostu.İşte tam da o yillarda İznik kaymakamı Atom karınca. (Rahmetli Hüseyin Avci) evi istimlak etmiş ve 1336 yıllarınin en büyuk müderrisi.( dekan) Davudi kayserinin mezarini bulup ortaya çikarmısti.( resmi belgelere göre kabri buradaydı )
Ama ben o kazılarda her gün oradaydım. Her açıdan fotograf alıyordum. Şimdi karşimdaki bu aksaçlı sakalli ve sarıklı adamı alaca karanlikta tanimaya çalışıyordum.
Buralarda başka bilge yoktu ve bu adam Adil Can degilse kimdi.? Okadar sessiz olmama rağmen gözleri kapali gibiydi ve bana hoş geldin dedi oturmam için çınarin dibini gòsterdi. Bir şeyler yazıyordu. İşi bitene dek sessizce durmaya gayret ediyor ve etrafı izliyordum. Koca yaşlı çinara baktim bir ara gözüm tepedeki dalda oturmuş etrafı gözleyen ve arada aşağiya bakan baykuşla göz göze geldim bir yandan da nigar teyzeyi arıyor gözlerim ama ne o nede onun evi. Yok yok işte.
Bir ara başımı cevirdim çinarın yaşlı gövdesine 1336 tarihini kazimisti birileri.ve kazınan yerlerden damla damla çınarin bedenindeki su damlıyor ve sanki ağlıyordu. Rahmetli Huseyin Avcı (iznik kaymakamı) çınarın etrafına sondajlar vurmuş ve güney batı istikametinde üçu geride biri önde dört iskelet kalıntısı bulmuş öndeki iskelete güney yönünde yol kenarina gelen bölümde mezar yapıp defnetmıs ve onun hayatıni anlatan kitabeyi asmıştı.
Uzman çağirmış öncelikle çınarın yaşını saptatmış ve hastalıklı olan gövdede çuruyen yerleri alinmiş gerekli tedavisi yapilip yaralar kapatılmıştı. Yaşı 1200 idi.yaşayan en eski yaşlı çınar. Ve ben o günlerde bu çalışmanın her anini fotoğraflıyordum. Kollarını yana açan 8 yetişkin insan o koca gövdeyi anca kavrıyordu.
Buyur dedi. Tok ama tatlı bir ses tonuyla yaşlı adam. Ben bu fakirhanenin sahibi ve Sultan Orhan'in ilk üniversitesi dekanı Davud-i kayseri. Hoş geldin nedir dileğin. Sen ona aldırma o daha cok yaşayacak ve bizim öyķulerimizi size anlatacak. Şimdilerde içi boş da olsa dış kabuğu asırlarca o gövdeyi ayakta tutacak sen o koca çınarı merak eyleme dedi. Aklimdaki kitabın sayfalarini yıldırim hıziyla çevirdim. D harfinde durdum ve kayseriyi buldum. Davudi kayseri Osmanlı sultanı Orhangazınin iznik i alınca Osmanlının ilk kurduğu Orhaniye Medresesinin baş müderrisi idi ve sultan orhanın daveti ile iznik e gelmiş onun bağladıği 30 akce ile ömrünun sonuna dek yani son onbeş yılını bu medrese de geçirmişti.( beni kahreden ise bu gün o medresenin olduğu yer... Ayasofya Orhan caminin güney yönüne kalan bölgesinde ve üzerinde bu gün ki ayasofya tuvaletlerinin olmasıydı. Ya bu muhteşem adam medreseyi gördünmu dese.. ne diyeceğim.?)
Kendisi hadis fıkıh felsefe ve mantık ilimlerini ögrencilerine anlatıyordu. Tabiatın felsefesi varmı diye hadsizce sordum.
Yüzüme baktı. Cuz(atom) mürekkep (molokül) nedir bilirmisin yada ateş su hava ve toprak.. bilirmisin bu dört elementi.? Doğada ki herşeyin canli oldugunu atom ve molekullerden ibaret ve hepsinin de kaynağınin enerji ve bu enerjinin birinci kaynağı "ısı" ikincisini" su" olduğunu anlattı. Şaşkindim. Onun anlattiklari ondan 600 yıl sonra batıda Wilhen Oswales kaleme almıs ve dünyanın enerji uzerine kurulu olduğunu yazmis cizmis bize de ders olarak okutulmustu. Keşke bana gelmeseydin Eşrefi Rumi de kalsaydın.
Bilirmisin sen.Sultan fatihin anasının agzında iyileşmeyen yaraları bile islambol a gidip iyileştirmis sultanin burada kal israrına ragmen o istanbulda kalmayıp bir zaman sonra kendisini küçumseyip dışlayan is-nik e dönüp halktan uzak beypinari dibindeku dergahina çekilmiş ama asla is-nik halkına küsmemistir. Onun müridi olmak isteyen mehmetlerin ikincisi Fatih Sultan Mehmet bile tedbili kıyafet gelir onun dergahına tabi olmak ister ama O sultani tanır ve dergahindan uzaklaştirir. Ve sultan mecburen payitahta gider.
Keşke bana gelmeyip onda kalsaydın sen is-nik nikaia nın sırlarini arıyorsun onu da sana o verirdi ben sadece fizik felsefe anlatabilirim ama fizik in detaylari da tehlikelidir. Cunku cuz 'u (atom) çözer parçalarsan ademoglu için felaket doğar. Dedi.
Ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum.güneş ne zaman dogacak sabah ne zaman olacak bilmiyorum. Acaba ben bir ruyami goruyordum yoksa yaşadiklarim gerçek ki.? Onu da bilmiyorum.gercek zamana gunumuze dönebilsem bir anlam verecegim lakin gözlerim kurşun kadar ağir ve ben bu düş'e mahkumum. Adil ağabey ne olur bırak şu elindeki kâşi yı bi gel tut elimi. Ama bunu bile söyleyemedim ağzımdan tek kelime çıkmadi, dudaklarım kipirdasa da. Devrin üstadı Davud-i kayseri.Atom ve molekülun parcalanmasinin gelecek nesil adem oglu için tehlikeli savaşlara hirs ve ihtiras uğruna binlerce masum insanın öleceginden bahsediyordu.
Bak çocuk. Madem bana geldin EşrefRumi yi hice saydin ben de seni masumlarin haksiz bir savaşta ölmesini önlemek için koca bir imparator a kafa tutun adama gonderiyorum. Onun ismi şeyh kutbettin dir. Eşref rumi gibi bir pirin ilmi ve çorbasi yok bu dergahta. Sadece ilim ve bilim var onu bölüşürum kalirsan seninle.
Kalmaz isen var git o kutbettin e sana anlatsın anlamsız bir savaşta masumların bu kibrin nasil kurbani oldugunu. Git ve gör dinle.acıkırsan hemen yanı basındaki aş evine ugra karnını doyur ve o ulu hatun nilüfer e dua et.
Herkes her şey ve gece. Oyun oynuyordu bana. Bulundugum mevkiden bakinca (topkapı çınari) Nilufer hatun imareti ve kutbettin camii-türbesi görünmekteydi ki bu imkansızdi. Kurtuluş savaşi yillarinda iznikten çikarken yunan tarafindan ateşe verilmiş ve yanan camii çökmüştü. 60 lı yıllardaki depremden sonra da tıpki eşrefzadenin minaresi gibi şerefeden yukarisi yikilmisti. 70 li yıllarda çocukken erik bahcelerinden çaldıgimiz erikleri o yıkik minareye çıkar yukaŕida yer doyunca da aşağidan geçenlere görünmeden atardık, unutmam mümkun değil ama şu an her şeyi ile sapa sağlam dimdik ayakta.
Hani kışın kar yağar her yer bembeyaz olur ve gece ay dogar ışığı kar üzerinde yansır ve her yer ap aydinlik olur ya.. işte öyle bir gece de üstad Davudi den musade istedim ve beni yönlendirdigi camii-türbeye yöneldim.çocukluğumdan kalma bir alışkanlik ( yeşilcamii de otururken) bu türbeden hep korkardim ama istem dışı adimlar ile ona dogru gidiyordum. Acaba batı yönündeki kemeri tutan lenger yapraklı sütün başı ve onu ayakta tutan tapınakçıların sembolu koca hac işaretli sütun oradamıydı merak ediyor ama korkuyla şeyh kutbettine dogru ilerlerken midem de gecenin karanlıginda musallat olan açlık hırsızlaŕinin alarma yakalanmasi ile çalan zillere yenik düşmüş ve mis gibi nohut pilav kokan İmaret e girmiştim. En azından karnımı doyurunca mantıklı düşünecek ve korkularımı yenecektim. Bu arada yaşadıklarımın da muhasebesini yapacaktım.
Ah be Nevzat. Nereden girdin beynime ve ben seni niye dinledim de bu yazma merakıma bulaştim. Sen bile beni yanliz birakıp yer altındaki iznik e kaçtin. Ya sana be demeli be Nurettin. Ağabey yaz bunları ben sponsor buldum kitaplaştıracağim dedin, yazdırdın sonra da bir sayfasını bile basmadan bir trafik kazasında sende bu alemden ayrıldın. Tüm kurguları titiz bir editör gözüyle dizayn ettin bilgisayarina kaydettin ama o elim kazada sen gibi leptopun da kayboldu ve gitti. Bana ise ham yazı kaldı. Senin de mekanın Nevzat,kaymakam Huseyin Avci, eşref rumi, davudi kayseri, Erdoğan Savaş,Nigar teyze gibi "is-nik".! Olsun Nur dolsun.
Ben ben ile bende ki ben geceyle bendeku ben benim kalem ve kağıdımla ve kalem ve kağıdım benimleyken ve gece bitmeden beni benden çok, sessizce dinleyen. Emin Altınölçek.. agabey.
Neredesiniz. Sizlersiz de ben. Is-nik'in üzerini sizden dinlediklerim ile ve hayallerimle yaşayıp yazmaya devam edecegim. Ooo mis gibi nohut ve pilav koktu ortalik. Önumde bin bir renkte her milletten bir kuyruk.Müslümanı isevisi hepsi.tek sıra kuyruk. Sabırla sıramın gelmesini beklerken.Sol yanımda camından cılız bir ışık saçan şeyh kutbeetin türbe-camisi. Ve hemen ardimda çocuklugumun geçtiği ve bir gece uykularimizdan korkuyla uyandiğimiz eski ahşap iki katlı evimiz.
Inşallah anam uyanıp yatağıma bakmaz. (Rahmetli anam.türkiyenin ilk kadin gardiyanlarindan olup bizi mahkum disipliniyle yetiştirmişti. Sebile hatun. Eğer firarımı görürse bir hafta boyunca bulaşık yıkama cezası yani mutfak (hücre) cezası alırim ki affi yoktu.) Bakip benim firari bir kalemkar olduğumu anlamaz.
Hele bir de evde yemek varken bir başkasının hakkı olan yemek için kuyruğa girdiğimi görürse. Tüm çocukluğumu ve hayallerimi zincir yapar bu satirlari yazdiğim kalemi yere çakar ve beni ayak bileğimden o kaleme bağlar hak yememe tövbe edene dek az bir katık ile mahküm ederdi. Ama bu kez suç benim değikdi de bunu anama nasil anlatirdim bilemem. Çünkü o haktan yana bir kadın ve adaletin temsilcisiydi... yokluktan gelmis yoksulların bir tike hakkını arar yiyenden hesap sorar dı.
Gelde şimdi Nilüferhatun imaretindeki bu yemek sırasinda SEBiLE HATUN a yakalaninrsan anlat bu durumu.. Kepçeciler biraz seri olsa bir an önce sıra bana da gelecek ve ıçeride bir kösede yemegimi yutarcasına yiyecek ve hemen güney yönündeki duvardan atlayip şeyh kutbettin e geçeceğim de..
De. İşte. Çocukluğumun iznik inde yeşil camii ile çarşı arasında akşam hava karardımı en korktuğum sokak idi. Onu da anlatacağim fakaatt. Önce Nilufer hatundan çikip o turbeye gidebilirsem
EMANETLER VE IZNIK-15.
Lefke kapi yönunden deve homurtulari ve boyunlarindaki çingiragin sesi gecenin sessizliginde çınlıyordu. Malum.Orası hem ticaret yolu hemde hicaza giden yoldu.Önce lefke ye(anlami: kavaklik)oradan anadolu içine giden yoldur. Kervanls birlikte yolcular da yola çikardi. Belli ki yeni gelrn bir kervandi. O yönden insanlar nilufer hatun adına yapılan imaret te yemek icin gelenler kadin ve erkek guruplar olarak yaklaşiyordu.
Hava soğumuş iceriye girebilenlen erkek kadin kendilerine ayrilmiş yonr geciyor kadin ve erkek yemek dagiticilarindan ustelik te din ayrimina bakilmaksizin yemeklerini aliyorlardi.İçerisi yağ kandilleri ile aydinlatilmis ve duvarlara bir birine karisan golgeler surekli hareket halindeydi. Sira bana geldiginde nohutlu pilavimi alirken yan tarafta kadinlara yemek veren kadina takildi gözüm. Bu Nursan Ablam di.istanbulkapidaki atölyeden çikmıs yemek dağitmak için gönullü gelmisti.Of demez di tertemiz bir yureği vardi melek gibiydi.
Dikkat cekmemek için çok bakmadan yuzune ve ardimdaki aç insanlarin haklarina saygidan hızla ayrildim siradan.Adil Agabey ve eşi Nursan ablamda buradaysa,rahattim artik gecede.Geri döndum yemrgini alan erkekler iceride durmuyor dişariya çıkiyordu.kadin cocuk ve yaslilar ic hazirede oturup yiyordu.Bahcenin bir köşesine geldim karşimda sarışın mavi gözleri ile bir yandan yemegini yiyip yuzume gülen Nevzat ile karşılaştim.
Yüzüme gülerek bakti. Bak iyiki sana yaz dedim gördun neler var gecede.Şaşkındım.Hemen yaninda rahmetli kaymakam huseyin avci onunda yaninda emin altinolcek vardi.Ne oluyor demeye kalmadan Nigar teyze,davudi kayseri,esref rumi,abdal mehmet ve huysuz dede.Ellerinde birer kâse nohut pilav ile çikip geldiler.Deliriyorum derken selamaleykum afiyet olsun diyen sese döndum.
Bahtiyar usta kıyafeti ile Adil Can agabey di gelen.
Zorlukla yutkunurken önümdeki toprak testiden yine topraktan yapilma kupaya su doldurdum neredeyse soluksuz icerken gözum şeyh kutbettin türbesine ilisti. Pencerede birtakim gölgeler vardi arkada yanan mum.onlari gölge olarak sokağa taşiyordu.Elimdeki tahta kaşığı kâsede kalan nohutlu pilavi doldurup kaldirdim.
Kâsenin sarı sırli yüzeyinde kahverengi çizgiler ile kanatlarini toplamıs anlamsız gözle bana bakan abdal kuş ile göz göze geldim.Ama bukadar da olmaz niye her sey birbirine karışıyor ki. Bu kuş ve bu sarı renkli kâse.Bizansa ait değilmiydi.? Görduklerim ve yaşadıklarım beni iyice yormustu ki, elindeki yemek kâsesi ile genç bir çocuk.Yüzume bakarak çok sürrealist yazıyorsun dedi.
Sende kimsin.? Dedim. Adım Cem dedi.Surrealist ne demek,sen şimdi bana sövdünmü.?Dedim. Yok dedi.Hayal ile gerçek arasi bir şey yapıyorsun.Dedi.Akıllı telefonumu aradım googleye sorucam.Telefon yerine elime bir hancer geldi.fırlatıp attim,ayağa kalkarken elimdeki sarı sırlı kâse yere düştü parçalara ayrılırken dip bölümündeki tarihi gördüm.1388.!ve 1 ci murad lafzasi vardı.Sanırim bir yanlışlik var,bu takvim eger elektronik ise geri kalmış veya yanlış yazılmıstı.
Bir an önce buradan çikmam gerek.lakin bu şeyh kutbettin türbesinde nezaman mum yansa hep korkmuşumdur ve hava karanlık ken asla gecmemişimdir.Şimdi nereye gidecegim ki.oysa burada etrafimda bunca insan var,emniyetteyim desem de anam beni merak eder ve beni geç kaldigim için cezalandirabilir di.Önce bir eve ugrasam,anama bir görunsem ve babam.
Babam bir şey almak için beni çarşıya yollasa ben de korkumu yenip şeyh kutbettine ugrasam.Evet öyle yapmaliydim.Yeşil camii deki evimize yöneldim.kapida el şeklindeki tokmağı iki kez çaldım. Bir kez bir daha derken.Açılmadı kapi.Cebimden Eski tip anahtari çikardim kapiyi açtim.İceriye girdim.Sinan,Teoman agabeylerim ve en küçuk kardeşim soner vardı. Sessizce üst kata çiktim.Sinan ve Teoman ağabeyim yıllar önce ölmustu.Yine bir hayalin ortasındaydim.Aa Anam.
Anam da ölmüştu ya. Sirtimdan terler akıyordu korkudan.hemen üst kattaki odama gittim uzerimi bile çıkarmadan yataga girdim yorgani başimin uzerine dek çekip uyumaya çalıştim.
Bir yandan da etrafı dinliyorum.Neydi bu gece yaşadiklarim ben.uykudamıydim uyanıkmıydim yoksa uyumaya mı çalışıyordum bilmiyorum.Artık gerçeğe dönmem gerek.Gördüklerim ruya ise,bunun ismi karabasan di.
Gerçek ise.
Ozaman ben kimim ve neredeydim.Tüm bu yaşadiklarimin bir adı olmaliydi. Ve benden başka bu olup biteni gören varmıydı.?
Şeyh kutbettin aklımdaydı ve korkularım da.Çocukken geceleri cok korkardik oradan.
Küçük bir çocuktum.
Yesilcamii mahallesi ile çarşi arasina
Sıkışmiş bir türbe vardı,
Adı. Şeyh kutbettin.
Ve geceleri içinde mum yanardı.
Korkardım.
Ozamanlar her evde radyo,bir çok evde tv. Yoktu. Radyolar ise,batarya ile çalisir önce,sessizce acans.(haber) dinler sonra arkasi yarin,tiyatrosunu dinler once radyoyu sonra kendimizi bir nevi. Kapatirdik.
Kasabanin isiklari yetmezdi. Ufalir sonuklesir sigara kadar kalirdi. Beklerdik. Saat 9.00 dan sonra normale döner ve sokak lambalari ve sonrasinda ev işiklari canlanirdi.
Sevinirdik.hayat,normale dönerdi. O saate kadar çarşidan bir sey alinacak sa eh.Artik. Rahatca giderdik.
Bizim çocuklugumuzda tüm hikayeler. Hayaletler,cadilar,türbeler,ve ölüler uzerineydi.
Hava. Karardimi ve sehrin ışıklari cansizlasir bizi bir korku alirdi. Ya buyuklerimiz bir sey aldirmak için bizi çarsiya yollarsa.
Seyh kutbettinin ardindan dolanir,ana cadde kiliçaslana çikar cinarlarin urkutucu seslerinde ( ruzgar) caddenin sagindan solundan akan dereye düşmeden yürür hatta sagimiza düşen candarli turbesinin onunden korkusuzca gecerdik. Çunkü tepemizde zayifta olsa hazirolda elektirik direkleri vardi. Kasabanin hayaletleri o ışıklara gelemezdi. Biz,bizden daha küçük bebekler kadar korkusuzca yururduk, nikaia nin karanlik sokaklarinda loş îşigin altinda.
Hıç hayalet görmesek de,bu sehrin hayaletin den korkardik.
Oysa bu kasabani hayaleti bizdik,bilemedik ve hep kendimizi biz kendimiz korkuttuk.
Yaklaşik yedi bin yili aşkin yaşayan kasabayi. Ölü bilir òlüm ilanini biz verirdik. Bilmedigimiz bir hikaye vardi. Oda bu kasabayi ilk kuranlar,gunu savmak icin çadir değil.
Mahşere dek yaşayacak bir sur kent-saray. Kurmuşlardi.
Gün kararinca bizim peşimizden gelen bedenimizin yere dúşen karaltisi.gölgemiz. Nereye gitsek bizi kovalayan hayaletimiz di. Bazen uzar bazen kisalir bazen ise ayaklarimizin dibine düşerdi.
Surlar,abidevi binalar ve anitlar.dimdik ayakta ve gòlgeleri sabitti.
Bizi korkutan. Şeyh kutbvettin yada başka turbe degil.dinledigimiz òyküler ve pesimizde ki gölgelerimizdi.
Çocuktuk. Bu kasabada yaşarken.yaşayan kasabayi òlü,kendimizi diri bilirdik. Korkardik. Oysa burasi altin şehir ve etrafindaki tepeler ateş dagiydi,yani işil işil yanan kasaba bizim içimizdeki agirliktan,kasvete dòner ve bizi bogar yada korku. Salardi
Tepemizde bir Ay, altinda yakamozlar ile süslü bir Gòl. Burclarinda nobetteki yuzlerce romali asker varken,bu korku niyeydi ki..? Îşte o korku ike biz bütun kasabayi beton ile kapladik. Ama,kapilarini kapamayi unuttuk.
Yattigim yerden kulağima gelen en son kelime Yalçınnn.. olmustu. Bir anda yatağimda dogruldum.Yanımda küçuk kardeşim Soner yatıyordu.Karşıdaki yatakta Teoman ağabeyim.
Birden aklıma geldi.Anam.Anam Gürmüzlu köýunde görev yapan babamın yanına gitmişti.Biz evde Dört kardeştik,ikisi yanimdaydi da biri yoktu.Alt kat mutfakti ve taban tahta.Çunku o yillarda Yeşilcamide iki katlı ahşap evde oturuyorduk.Ama bu yıllar önceydi benim bu evde ne işim vardı. Nekadar zaman geçmişti bilmem ama Nilufer hatun imaretinde yaşadiklarım geldi aklıma.Evet oradan çikmıştim kacarcasina oysa orasıda müze degilmiydi. Ee anam babam ve iki agabeyim. Yıllar önce ölmemişmiydi.
Delireceğim. O an yine yalçın seslenişini duydum.altkattan geliyordu ve ağabeyim sinan a aitti.Efendim abi diye cevap verdim.İstem dişı olarak. O devam etti.Ya oğlum ne gezinip duruyorsunuz yatsanıza diye çıkıştı. Etrafıma baktim,ağabeyim ve kardeşim uyuyordu. Abii biz hepimiz uyuyarduk zaten diye cevapladim. O anda öbür ağabeyim ve küçuk ksrdeşimde uyanmıstı hatta kardeşim ile aramızda yatan boncuk isimli kedimiz de benden önce uyanmıs ve odanin kapisinda huzursuzca dikilmiş kapının açilmasini istiyordu.
Sinan ağabeyime,seslerin boncuktan geldigini söyledim. La oglum ne boncugu evin içinde biri geziyor kalkin siz üç kişisiniz lambalari yakin da bakalim dedi. Korkuyla yerimden dogruldum yanımda ağabeyim odanın kapisini araladim kedimiz boncuk fırladi gitti salona. Ondan cesaret aldim ve karşı odanin girişindeki elektirik dügmelerine bir solukta ulaşip altkstin ve ust katin lambalarini yaktim.Agabeyim de yanima gelirken alt kattan sinan ağabeyim elinde koca ekmek bıcagiyla geldi.
Dışarıda müthiş bir rüzgar çikmısti ve nezaman başladığindan haberimiz yoktu.En azindan ben gelirkrn hava soğuktu ama rüzgar yoktu.Evin her yerini aradık kimse yoktu bu arada çışini yapip yanimiza gelen boncuk ve dört kardeş aynı odada yatmaya karar verdik. Odamizin kapisini kilitkedik boncuk yine kardesim ile aramiza girdi ve yatti.Bir anda günduz geldi aklima ve yaptiklarimiz.yandaki evin temel çukurundan bir römork insan kemigi çıkmış ve biz o kafataslarına dönemin en yaygin karate filmlerindeki gibi darbeler atmistik.Dişlerini sökmüş göz çukurlarinda ki toprağa parmsklarimizi sokmuştuk.Komşumuz İbrahim dede(ülker)anlatmişti.
Yeşilcaminin yanında bir medrese varmış ve salgin hastalik gelmiş 100 ögrenci ölmüş ozamsnlar bu evler yokmuş.Onca cesedi buralara gömmüşler.
Sesler uzun süre devam etti.ahşap merdivenlerden biri çıkıp iniyor arada eski ahşap kapılar hizla açılıp kapanıyordu ve biz korkudan dışarıya çikıp bakamıyorduk ki artik uykumuza yenilmiş ve her halde uyuya kalmişiz ki kapınin vurulması ile uyandik.Hava aydinlanmısti ve kapı halen çaliyordu.Ağabeyim kim o dedi titrek sesle.Anamın sesi geldi. Benim dedi.indik kapiyi actik 4umuzde birlikte.
Anam bizi karşısına aldı. Dün gece ne oldu bu evde dedi.Bir solukta anlattik.
Ruyasinda görmüş anam olan biteni ve sabah ilk ve tek araba ile gürmüzluden iznik e inmişti. Az sonra yine kapı çaldı.Anam gitti kapıyı açtı Babamın sesiydi ve onunla beraber odaya dolan sımsicak ekmegin buğulu kokusu.Anam çay koyarken.Babam bir somunu parçaladı tel dolaptan tereyaği ve peynir getirdi.Tere yağinı ekmeklerimize koyduk peyniri katik yapıp yerken.Anam kuzine sobayı yakmaya uğraşiyordu.
Dışarıda şiddetli yağmur yağıyor arada gök gürluyordu ve bu kez Anam kahvaltıyı yer sofrasına hazirlarken. Odanın her yerini mis gibi çay kokusu almıştı.
Babam. lambalı radyoyu açip haber dinlemek isterken kedimiz boncuk. Sobanın altında sıcak yerine geçmiş ve önune konan yemeğini bin bir mırıltı içinde yiyordu. Kardeşim soner hariç geri kalan her şey olmaması gerek şeydi. Odadaki iki kısi hariç kedimiz boncuk bile ölmüş hatta bu eski ahşap ev yıkılmış yerine ayni tip betonarme bina yapilmis ben evlenmiş çoluk cocuga karışmış ve beyler mahallesindeki evimde oturuyor olmaliydim. Zaten gece eşim Fatma ile kahvemizi içmiş çocuklar ile oynamıs ve vaki 12 yi geçince yatıp uyumuştum.
Ben. Neredeydim.Buralarda ne işim var ve gecenin neresindeydim zaman hangi zamandı.1973 mü 1388 mi 2000 li yıllarmı. Neredeyim ben.? Usulca yerimden kalktim.Sokak kapısına yöneldim,dışarıda yağmur dinmişti.Annem nereye? diye sordu.Emine teyze çağirdıya ona gidicem dedim.Cevap verirken odaya dönmüstum.kardeşim soner hariç hepsi odadaydı. Ya Aklım yada gece bana sürekli oyunlar oynuyordu.
Yeşil caminin müezzini Muzaffer amcayla karşılaştım. Bir bebek arabasina koyduğu küçuk kızı Nilüferi gezdirmeye çikmıştı. Tanrım. Yine mi.? Nilüfer tedavisi olmayan kâlp hastasıydı ve yıllar önce ölmüş Muzaffer amca ise Emekli olup Bursa ya yerleşmemişmiydi.? Muzaffer amcayla selamlastik ve o kızinın arabasını sürerek Nilufer hatun imareti yönunde uzaklastı. Gözüm müzenin sağına düşen iki katlı sarı renkli ahşap evin cumbasına iliştı. Bir prncere kanadı açıkti ve dilek sokağı seyrediyor hava alıyordu. Yok yok ben halen uykudaydim ve rüyadaydım. Çunku Dikek te kan kanseriydi ve küçuk yaşta nilufer gibi oda bu dünyadan göcmustu. İznik sokaklarinda ne kadar gezdigimi bilmiyorum ama bir anda kendimi Şeyh Kutbettin in önünde buldum.
Hava kararmıştı ve içeriden konuşmalar sokağa dökülüyordu.
İlk başta aklıma gelen şimdi ismini hatirlamadiğim yaşlı türbedar vardı ve kış aylarinda hep bu türbede yatardi.kimi kimsesi yoktu.Yaz geldimi bu kez de Abdulvahapta ki ağaç dallarindan yaptigi kulubede yatar kalkar turbeyi temizler ve ziyaretcilerin biraktiğı üc beş kuruş ile geçinirdi. Sanırim yuksek sesle dua ediyordu. Onun içeride olması beni rahatlatmiş ve korkumu azaltmistı. Usulca müze yonune bakan pencereye yanaştim.
Az önce bahcesinde yemek yedigim Nilufer hatun imaretinin bahcesindeki insanlardan eser yoktu ve bahce Roma Bizans dönemi lahit sutun heykel vs. Ile dolu, aksamın ürkütucu sessizligi hakim di. Son çıkan lahidin içindeki Ana Kız. Bahcede dolaşirken yaşli kadin. Kızına sesleniyordu."Aystrist kızım üşüyeceksin o kefeni omuzlarina al"!
Astyris millatdan once 3.cu yuzyilda yaşamış nikaia lı soylu bir ailenin kızıydi.Annesi Nigrein e çok düskündü,annesi de ona. Ama anne önce ölmüş ve kızı Astyris bir gün öĺürsem annemin yanına gömüleyim diye sandık şeklinde geniş bir lahit yaptırmış ölen annesi ve daha sonra da kendisi kefenlenerek gomulmustu. Ve gece kararirken müzenin bahcesinde oturmuş sohbet ediyorlardı. Ben ise olan biteni anlamaya çalışiyor ve bir yandan da türbe icerisinde ki konuşmalara kulak kabartmış dinliyordum.
Biraz önce veya zaman ksvramini kaybettigim icin ne zaman oldugunu unuttugum goruntudeki o nilufer hatun imaretinin bahcesindeki kalabalik. Lahitlerin gövdelerine oyulmuş heykellermiydi..!! Şeyh kutbettinde ki konuşmalar tek tarafli devam ediyordu. Ben ise halen hangi zamanda oldugumu anlamaya çalışıyordum. Eger bu konuşan türbedar ise o da yillar önce göçup gitmişti bu alemden.
Merakım iyice artmış ve açık olan pencereye yanaşmış görünmeden içeride olan biteni anlamaya çalışiyordum. İki kişı ayakta ve birinin sırtı bana dönük vaziyetteydi. Tam karşımdaki adam cübbeli sariklı 70 yaşlarinda göbekli biriydi.
Çenesinden sarkan sakalı gögus hizasindaydi ve karşısinda sirtı bana dönük adama nasihat vari biraz da tehditkâr konuşuyor du.
××
EMANETLER VE IZNIK.16
Sırtı pencere ye dönük adam.Boylu poslu üzeri zırhlı ve pusatlıydı.Başında savaş migferi vardı.Ellerini arkasında kavuşturmus başını karşısındakini küçümser şekilde kaldırmış ve ona bakıyordu.
Onun küçürser bakışına aldirmıyor söyleyeceği sözden de geri kalmadan devam ediyordu. Derviş kılıklı olan adam. Zaman zaman sertleşen ses tonu,oyle an geliyorduki bir annenin bebeğinin kulağina söylediği ninni kadar yumuşak ve rahatlaticiydi.
kulağimi iyice kabartmış tek kelimeyi kaçirmamaya çalışıyordum.Yaptığım dogru bir şey değildi belki,zaten ben de doğru zamsnda degildim ki.Bir den "selamaleykum yalcin hayrola ne yapiyorsun" sesiyle irkildim.
Sesin geldigi yöne baktim. Berber Ziya amca(ziya ülker) Belli ki kılıcaslan caddesinin dört yola kavuştugu noktaya yakın soldaki küçuk dükkanini kapatmıs evine giderken beni kapı dinlerken yakalamiştı.Ne demeliyimki şimdi?.
Arkadaşlara şaka yapacaktim sen geldin dedim."tamam dedi yaramazlik yok ona göre"dedi iyi akşamlar diledi ve gitti. (Ziya amca ince uzun boylu sarışin çakır gozlü bir adamdı.Tipik bir balkan göçmeni gibiydi)Ne yapıyorum ben şaşırdım iyice.Ziya Amca öleli kaç sene oldu yahu. Ne yapıyorum ben? Oldu olacak şu ileriden lefke yönunden gelen bıckı sesi de Ahmet Amcanın bıckısından gelsin ve Şimdi fatma teyzem de çay yapıp atölyeye insin de tam olsun.İznik e geldigimizdeki ikamet ettiğimiz yeşil camii mahallesinde bu gün bu dünyada olmayan ne çok insanı gördüm bu gece.Ve şuan da bir zamanlar en korktuğum türbenin dibinde oturmuş içeride olan biteni dinliyorum. Bu nasil iş,acaba ben de ölmüşmüydum ki.
Her şey tuhaf her şey anlamsız gibi görunse de her şey bir okadar gerçekçı. Bunca sene olmuş ve yıl gelmiş 2019 olmuş bu insanlarin isimleri de yuzlerini de unutmamışım yada onlar "unutma unutturma bizi"der gibi gecemdeydi
ve ben halen XV yildamiydim.Bu zamanda zaman geçmezmiydi hiç. İnsanlar nasıl vakit gecirirlerdi ki?
Biz 73 de gelmistik iznik e.En azindan vakit geçirecek bir radyomuz vardi ve 74 de trt1 yayina geçmişti,75 de ise babama milli piyangodan para çikmış ve biz de siere marka bir tv ve buzdolabi almiştik.Evimiz kumcu yada kardeşler sinemasi gibiydi. Ana yada baba tarafindan ata dede görmemistik bahce komşumuz Sadet teyze bize babaanne olmustu.
Saadet teyze ufak tefek bir kadin di.kulaklari ağır işitir her şeyi de merak eder duyduğu kadar, duymadigi yerde ise tekrar ettirirdi bize.Inanın çok severdik onu ve itirazsiz itaat ederdik tabiki karşılığinda gizlice bize rüşvet olarak şeker verirdi. Sabahları çok erken kalkardı.Ve hemen bizim eve geçer Anam onu kapida karşilar kahvaltidan önce ilk kahvesini verirdi.Anam da Babam da çok severdi.Geçmişinde kimi kimsesi yoktu o bize biz ona sahiplenmistik kalin camli gözlükleri vardi geçmişe dair tek bildiği hatirladiği halepten geldiğiydi.Çok titiz temiz bir kadindi.
Ak sakallı derviş,üzeri zırhlı adama anlatip duruyordu. Üzeri zırh ve pusat dolu adam. Pemcereye döndü.Nilüfer hatun-iznik muzesinin projektörleri olduğumuz yeri aydınlatti.Uźeri pusatlı adam. Çekik gözleri çenesindenden sarkan bir tutam sakalı ile karşimdaydı.
Ona kimi zaman hoyratca kimi zaman şefkat le söylenen ise. Şeyh kuttbettin-i İznik i isimli derviş ti. ya bana ne bunlardan cokmu lazımdi bunlar bana yada, bu gün unutulmuş iznik tarihini unutanlara anlatmak. Bana mi kaldi.
Bir ara dervişin sesi tehditvari tona ulaştı. Adam zırhın mı yoksa duyduğu kelimelerin ağırlığindan mı bilinmez. Sanki boyu kısalır gibiydi yüzü kıpkırmızı olmuş tere bulanmıstı.Iyice bunaldigı belliydi,biraz hava almak için pencereye yönelmek için döndü.Çekik gözleri ve dudağının iki yanından aşağıya sarkıp sakalına karışan bıyığı titriyordu.
Cesaretimi topladım.Yuzune baktim.Göz göze geldik ama beni görmuyordu.
Saatin kaç yada gunlerden ne bilmiyordum. Pervane böceğinin ışığa dogru uçmsı gibi ileride ki fenerin ışığına doğru ilerliyordum. Yaz aylarınin sicak gecelerinde ışıga dogru döne döne uçup, ateşin gücü ile kanatları yanınca yere düşen kelebek gibi.Bu gecelerin sonunu da merak ediyor ama geri dönmeyi de endime yediremiyordum.
Akça sakallı bir adamdı.Ama burada böyle bir yer olması söz konusu dahi olamaz. Evler kerpiç duvarlı ve çoğunun çatısı saz damlıydı. Bir kaçının dışında çoğu karanlik pencerelerden ibaretti. Aydinlik olanlar ise cılız mumdan başka bir şey degildi.Bir dirhem mum ise üşürcesine yada karanlıktan korkmuşcasina titreyerek yanıyor, yandıkça kendi ayaklarının dibine eriyerek akıyordu. Az ilerideki topkapının kemeri henüz yerinde ve sur dışı ise agaçlardan karanlık idi ve tepemdeki ay, dalları eşeleyip aralıyor oradan da yerde bir şeyler arar gibi toprağa yansıyordu.
Buralar böyle degildi ve bu ağacın dibindeki adam. Sanırım çevre köylerden birinde çekilen fağfur dan çiniye isimli belgeselin baş kahramanı "Adil Can" ağabey olmalıydı.
Çok sevdiğim ve değer verdigim farklı bir karakterde insandı. Tanımayan onu buz dağı sanır ama tanidikca aksine yüreğinden dogan sımsıcak güneş ile iliklerine dek ısınırdı. Sanirım o kultur bakanligi destekli belgeseln cekimi ve dizleri üzerine çökmüş bu adam da o belgeseldeki bahtiyar ustaydi. Ve bahtiyar usta. Öykuler yazan önceleri topraktan çömlek yapan ama. Fırın karşısinda kanatları yandıği için beylikler dönemi çini yapmaya başlayan Adil Can dan başkasi degildi.
Sahneyi bozmamak için usulca yanastim. Bir tuhaflık vardi.
Etrafta ne bir kamera ne de aydinlstma projektöru vardi. Biraz daha yaklaştim aramizda bir kac metre kalmısti ki. Yüzunu secebildim. Adil ağabey değildi ama onun kadar bilge bir adam vardı. Önünde ki düz rahlede deftere benzer kağıt tomarı vardı. Sarı samanlı kaba hamur kağit kendine dokunan kamış kalemden huy kapmış gibi kıpır kıpirdı. Adil ağabey olsaydi ne guzel her şeyi yorumlar geceyi çözebilir, çozemesek de neşe içinde vedalaşir ve evlerimize giderdik. Zaten onun atölyesi de buraya uzak değildi. Istanbul kapıdan girince hemen sağda son nöbetci çinici gibiydi. Ama bu adam Adil Can degildi işte.
Buralarda çinarın dibinde Nigar teyzenin (rahmetli) evi vardı ve kapisi çinara açılirdı. Öglenden sonra genellikle kapı eşigine gelir oturur ve çınarın gölgesinde serinlemeye çalışirdi. Kapısinda oturdugu evi de rahmetli Erdogan Savaş araziyi istimlak ederek yapmış ve ona bağışlamısti.( iznik eski belediye başkanı erdoğan ağabey) Kocası kahveci bekir amca yıllaaar önce ölmüş ve o hayatta tek evladiyla baş başa kalmıstı.
Nigar teyze de ölmüş oğlu başka yere taşınmıs ve ev bombostu.İşte tam da o yillarda İznik kaymakamı Atom karınca. (Rahmetli Hüseyin Avci) evi istimlak etmiş ve 1336 yıllarınin en büyuk müderrisi.( dekan) Davudi kayserinin mezarini bulup ortaya çikarmısti.( resmi belgelere göre kabri buradaydı )
Ama ben o kazılarda her gün oradaydım. Her açıdan fotograf alıyordum. Şimdi karşimdaki bu aksaçlı sakalli ve sarıklı adamı alaca karanlikta tanimaya çalışıyordum.
Buralarda başka bilge yoktu ve bu adam Adil Can degilse kimdi.? Okadar sessiz olmama rağmen gözleri kapali gibiydi ve bana hoş geldin dedi oturmam için çınarin dibini gòsterdi. Bir şeyler yazıyordu. İşi bitene dek sessizce durmaya gayret ediyor ve etrafı izliyordum. Koca yaşlı çinara baktim bir ara gözüm tepedeki dalda oturmuş etrafı gözleyen ve arada aşağiya bakan baykuşla göz göze geldim bir yandan da nigar teyzeyi arıyor gözlerim ama ne o nede onun evi. Yok yok işte.
Bir ara başımı cevirdim çinarın yaşlı gövdesine 1336 tarihini kazimisti birileri.ve kazınan yerlerden damla damla çınarin bedenindeki su damlıyor ve sanki ağlıyordu. Rahmetli Huseyin Avcı (iznik kaymakamı) çınarın etrafına sondajlar vurmuş ve güney batı istikametinde üçu geride biri önde dört iskelet kalıntısı bulmuş öndeki iskelete güney yönünde yol kenarina gelen bölümde mezar yapıp defnetmıs ve onun hayatıni anlatan kitabeyi asmıştı.
Uzman çağirmış öncelikle çınarın yaşını saptatmış ve hastalıklı olan gövdede çuruyen yerleri alinmiş gerekli tedavisi yapilip yaralar kapatılmıştı. Yaşı 1200 idi.yaşayan en eski yaşlı çınar. Ve ben o günlerde bu çalışmanın her anini fotoğraflıyordum. Kollarını yana açan 8 yetişkin insan o koca gövdeyi anca kavrıyordu.
Buyur dedi. Tok ama tatlı bir ses tonuyla yaşlı adam. Ben bu fakirhanenin sahibi ve Sultan Orhan'in ilk üniversitesi dekanı Davud-i kayseri. Hoş geldin nedir dileğin. Sen ona aldırma o daha cok yaşayacak ve bizim öyķulerimizi size anlatacak. Şimdilerde içi boş da olsa dış kabuğu asırlarca o gövdeyi ayakta tutacak sen o koca çınarı merak eyleme dedi. Aklimdaki kitabın sayfalarini yıldırim hıziyla çevirdim. D harfinde durdum ve kayseriyi buldum. Davudi kayseri Osmanlı sultanı Orhangazınin iznik i alınca Osmanlının ilk kurduğu Orhaniye Medresesinin baş müderrisi idi ve sultan orhanın daveti ile iznik e gelmiş onun bağladıği 30 akce ile ömrünun sonuna dek yani son onbeş yılını bu medrese de geçirmişti.( beni kahreden ise bu gün o medresenin olduğu yer... Ayasofya Orhan caminin güney yönüne kalan bölgesinde ve üzerinde bu gün ki ayasofya tuvaletlerinin olmasıydı. Ya bu muhteşem adam medreseyi gördünmu dese.. ne diyeceğim.?)
Kendisi hadis fıkıh felsefe ve mantık ilimlerini ögrencilerine anlatıyordu. Tabiatın felsefesi varmı diye hadsizce sordum.
Yüzüme baktı. Cuz(atom) mürekkep (molokül) nedir bilirmisin yada ateş su hava ve toprak.. bilirmisin bu dört elementi.? Doğada ki herşeyin canli oldugunu atom ve molekullerden ibaret ve hepsinin de kaynağınin enerji ve bu enerjinin birinci kaynağı "ısı" ikincisini" su" olduğunu anlattı. Şaşkindim. Onun anlattiklari ondan 600 yıl sonra batıda Wilhen Oswales kaleme almıs ve dünyanın enerji uzerine kurulu olduğunu yazmis cizmis bize de ders olarak okutulmustu. Keşke bana gelmeseydin Eşrefi Rumi de kalsaydın.
Bilirmisin sen.Sultan fatihin anasının agzında iyileşmeyen yaraları bile islambol a gidip iyileştirmis sultanin burada kal israrına ragmen o istanbulda kalmayıp bir zaman sonra kendisini küçumseyip dışlayan is-nik e dönüp halktan uzak beypinari dibindeku dergahina çekilmiş ama asla is-nik halkına küsmemistir. Onun müridi olmak isteyen mehmetlerin ikincisi Fatih Sultan Mehmet bile tedbili kıyafet gelir onun dergahına tabi olmak ister ama O sultani tanır ve dergahindan uzaklaştirir. Ve sultan mecburen payitahta gider.
Keşke bana gelmeyip onda kalsaydın sen is-nik nikaia nın sırlarini arıyorsun onu da sana o verirdi ben sadece fizik felsefe anlatabilirim ama fizik in detaylari da tehlikelidir. Cunku cuz 'u (atom) çözer parçalarsan ademoglu için felaket doğar. Dedi.
Ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum.güneş ne zaman dogacak sabah ne zaman olacak bilmiyorum. Acaba ben bir ruyami goruyordum yoksa yaşadiklarim gerçek ki.? Onu da bilmiyorum.gercek zamana gunumuze dönebilsem bir anlam verecegim lakin gözlerim kurşun kadar ağir ve ben bu düş'e mahkumum. Adil ağabey ne olur bırak şu elindeki kâşi yı bi gel tut elimi. Ama bunu bile söyleyemedim ağzımdan tek kelime çıkmadi, dudaklarım kipirdasa da. Devrin üstadı Davud-i kayseri.Atom ve molekülun parcalanmasinin gelecek nesil adem oglu için tehlikeli savaşlara hirs ve ihtiras uğruna binlerce masum insanın öleceginden bahsediyordu.
Bak çocuk. Madem bana geldin EşrefRumi yi hice saydin ben de seni masumlarin haksiz bir savaşta ölmesini önlemek için koca bir imparator a kafa tutun adama gonderiyorum. Onun ismi şeyh kutbettin dir. Eşref rumi gibi bir pirin ilmi ve çorbasi yok bu dergahta. Sadece ilim ve bilim var onu bölüşürum kalirsan seninle.
Kalmaz isen var git o kutbettin e sana anlatsın anlamsız bir savaşta masumların bu kibrin nasil kurbani oldugunu. Git ve gör dinle.acıkırsan hemen yanı basındaki aş evine ugra karnını doyur ve o ulu hatun nilüfer e dua et.
Herkes her şey ve gece. Oyun oynuyordu bana. Bulundugum mevkiden bakinca (topkapı çınari) Nilufer hatun imareti ve kutbettin camii-türbesi görünmekteydi ki bu imkansızdi. Kurtuluş savaşi yillarinda iznikten çikarken yunan tarafindan ateşe verilmiş ve yanan camii çökmüştü. 60 lı yıllardaki depremden sonra da tıpki eşrefzadenin minaresi gibi şerefeden yukarisi yikilmisti. 70 li yıllarda çocukken erik bahcelerinden çaldıgimiz erikleri o yıkik minareye çıkar yukaŕida yer doyunca da aşağidan geçenlere görünmeden atardık, unutmam mümkun değil ama şu an her şeyi ile sapa sağlam dimdik ayakta.
Hani kışın kar yağar her yer bembeyaz olur ve gece ay dogar ışığı kar üzerinde yansır ve her yer ap aydinlik olur ya.. işte öyle bir gece de üstad Davudi den musade istedim ve beni yönlendirdigi camii-türbeye yöneldim.çocukluğumdan kalma bir alışkanlik ( yeşilcamii de otururken) bu türbeden hep korkardim ama istem dışı adimlar ile ona dogru gidiyordum. Acaba batı yönündeki kemeri tutan lenger yapraklı sütün başı ve onu ayakta tutan tapınakçıların sembolu koca hac işaretli sütun oradamıydı merak ediyor ama korkuyla şeyh kutbettine dogru ilerlerken midem de gecenin karanlıginda musallat olan açlık hırsızlaŕinin alarma yakalanmasi ile çalan zillere yenik düşmüş ve mis gibi nohut pilav kokan İmaret e girmiştim. En azından karnımı doyurunca mantıklı düşünecek ve korkularımı yenecektim. Bu arada yaşadıklarımın da muhasebesini yapacaktım.
Ah be Nevzat. Nereden girdin beynime ve ben seni niye dinledim de bu yazma merakıma bulaştim. Sen bile beni yanliz birakıp yer altındaki iznik e kaçtin. Ya sana be demeli be Nurettin. Ağabey yaz bunları ben sponsor buldum kitaplaştıracağim dedin, yazdırdın sonra da bir sayfasını bile basmadan bir trafik kazasında sende bu alemden ayrıldın. Tüm kurguları titiz bir editör gözüyle dizayn ettin bilgisayarina kaydettin ama o elim kazada sen gibi leptopun da kayboldu ve gitti. Bana ise ham yazı kaldı. Senin de mekanın Nevzat,kaymakam Huseyin Avci, eşref rumi, davudi kayseri, Erdoğan Savaş,Nigar teyze gibi "is-nik".! Olsun Nur dolsun.
Ben ben ile bende ki ben geceyle bendeku ben benim kalem ve kağıdımla ve kalem ve kağıdım benimleyken ve gece bitmeden beni benden çok, sessizce dinleyen. Emin Altınölçek.. agabey.
Neredesiniz. Sizlersiz de ben. Is-nik'in üzerini sizden dinlediklerim ile ve hayallerimle yaşayıp yazmaya devam edecegim. Ooo mis gibi nohut ve pilav koktu ortalik. Önumde bin bir renkte her milletten bir kuyruk.Müslümanı isevisi hepsi.tek sıra kuyruk. Sabırla sıramın gelmesini beklerken.Sol yanımda camından cılız bir ışık saçan şeyh kutbeetin türbe-camisi. Ve hemen ardimda çocuklugumun geçtiği ve bir gece uykularimizdan korkuyla uyandiğimiz eski ahşap iki katlı evimiz.
Inşallah anam uyanıp yatağıma bakmaz. (Rahmetli anam.türkiyenin ilk kadin gardiyanlarindan olup bizi mahkum disipliniyle yetiştirmişti. Sebile hatun. Eğer firarımı görürse bir hafta boyunca bulaşık yıkama cezası yani mutfak (hücre) cezası alırim ki affi yoktu.) Bakip benim firari bir kalemkar olduğumu anlamaz.
Hele bir de evde yemek varken bir başkasının hakkı olan yemek için kuyruğa girdiğimi görürse. Tüm çocukluğumu ve hayallerimi zincir yapar bu satirlari yazdiğim kalemi yere çakar ve beni ayak bileğimden o kaleme bağlar hak yememe tövbe edene dek az bir katık ile mahküm ederdi. Ama bu kez suç benim değikdi de bunu anama nasil anlatirdim bilemem. Çünkü o haktan yana bir kadın ve adaletin temsilcisiydi... yokluktan gelmis yoksulların bir tike hakkını arar yiyenden hesap sorar dı.
Gelde şimdi Nilüferhatun imaretindeki bu yemek sırasinda SEBiLE HATUN a yakalaninrsan anlat bu durumu.. Kepçeciler biraz seri olsa bir an önce sıra bana da gelecek ve ıçeride bir kösede yemegimi yutarcasına yiyecek ve hemen güney yönündeki duvardan atlayip şeyh kutbettin e geçeceğim de..
De. İşte. Çocukluğumun iznik inde yeşil camii ile çarşı arasında akşam hava karardımı en korktuğum sokak idi. Onu da anlatacağim fakaatt. Önce Nilufer hatundan çikip o turbeye gidebilirsem
EMANETLER VE IZNIK-15.
Lefke kapi yönunden deve homurtulari ve boyunlarindaki çingiragin sesi gecenin sessizliginde çınlıyordu. Malum.Orası hem ticaret yolu hemde hicaza giden yoldu.Önce lefke ye(anlami: kavaklik)oradan anadolu içine giden yoldur. Kervanls birlikte yolcular da yola çikardi. Belli ki yeni gelrn bir kervandi. O yönden insanlar nilufer hatun adına yapılan imaret te yemek icin gelenler kadin ve erkek guruplar olarak yaklaşiyordu.
Hava soğumuş iceriye girebilenlen erkek kadin kendilerine ayrilmiş yonr geciyor kadin ve erkek yemek dagiticilarindan ustelik te din ayrimina bakilmaksizin yemeklerini aliyorlardi.İçerisi yağ kandilleri ile aydinlatilmis ve duvarlara bir birine karisan golgeler surekli hareket halindeydi. Sira bana geldiginde nohutlu pilavimi alirken yan tarafta kadinlara yemek veren kadina takildi gözüm. Bu Nursan Ablam di.istanbulkapidaki atölyeden çikmıs yemek dağitmak için gönullü gelmisti.Of demez di tertemiz bir yureği vardi melek gibiydi.
Dikkat cekmemek için çok bakmadan yuzune ve ardimdaki aç insanlarin haklarina saygidan hızla ayrildim siradan.Adil Agabey ve eşi Nursan ablamda buradaysa,rahattim artik gecede.Geri döndum yemrgini alan erkekler iceride durmuyor dişariya çıkiyordu.kadin cocuk ve yaslilar ic hazirede oturup yiyordu.Bahcenin bir köşesine geldim karşimda sarışın mavi gözleri ile bir yandan yemegini yiyip yuzume gülen Nevzat ile karşılaştim.
Yüzüme gülerek bakti. Bak iyiki sana yaz dedim gördun neler var gecede.Şaşkındım.Hemen yaninda rahmetli kaymakam huseyin avci onunda yaninda emin altinolcek vardi.Ne oluyor demeye kalmadan Nigar teyze,davudi kayseri,esref rumi,abdal mehmet ve huysuz dede.Ellerinde birer kâse nohut pilav ile çikip geldiler.Deliriyorum derken selamaleykum afiyet olsun diyen sese döndum.
Bahtiyar usta kıyafeti ile Adil Can agabey di gelen.
Zorlukla yutkunurken önümdeki toprak testiden yine topraktan yapilma kupaya su doldurdum neredeyse soluksuz icerken gözum şeyh kutbettin türbesine ilisti. Pencerede birtakim gölgeler vardi arkada yanan mum.onlari gölge olarak sokağa taşiyordu.Elimdeki tahta kaşığı kâsede kalan nohutlu pilavi doldurup kaldirdim.
Kâsenin sarı sırli yüzeyinde kahverengi çizgiler ile kanatlarini toplamıs anlamsız gözle bana bakan abdal kuş ile göz göze geldim.Ama bukadar da olmaz niye her sey birbirine karışıyor ki. Bu kuş ve bu sarı renkli kâse.Bizansa ait değilmiydi.? Görduklerim ve yaşadıklarım beni iyice yormustu ki, elindeki yemek kâsesi ile genç bir çocuk.Yüzume bakarak çok sürrealist yazıyorsun dedi.
Sende kimsin.? Dedim. Adım Cem dedi.Surrealist ne demek,sen şimdi bana sövdünmü.?Dedim. Yok dedi.Hayal ile gerçek arasi bir şey yapıyorsun.Dedi.Akıllı telefonumu aradım googleye sorucam.Telefon yerine elime bir hancer geldi.fırlatıp attim,ayağa kalkarken elimdeki sarı sırlı kâse yere düştü parçalara ayrılırken dip bölümündeki tarihi gördüm.1388.!ve 1 ci murad lafzasi vardı.Sanırim bir yanlışlik var,bu takvim eger elektronik ise geri kalmış veya yanlış yazılmıstı.
Bir an önce buradan çikmam gerek.lakin bu şeyh kutbettin türbesinde nezaman mum yansa hep korkmuşumdur ve hava karanlık ken asla gecmemişimdir.Şimdi nereye gidecegim ki.oysa burada etrafimda bunca insan var,emniyetteyim desem de anam beni merak eder ve beni geç kaldigim için cezalandirabilir di.Önce bir eve ugrasam,anama bir görunsem ve babam.
Babam bir şey almak için beni çarşıya yollasa ben de korkumu yenip şeyh kutbettine ugrasam.Evet öyle yapmaliydim.Yeşil camii deki evimize yöneldim.kapida el şeklindeki tokmağı iki kez çaldım. Bir kez bir daha derken.Açılmadı kapi.Cebimden Eski tip anahtari çikardim kapiyi açtim.İceriye girdim.Sinan,Teoman agabeylerim ve en küçuk kardeşim soner vardı. Sessizce üst kata çiktim.Sinan ve Teoman ağabeyim yıllar önce ölmustu.Yine bir hayalin ortasındaydim.Aa Anam.
Anam da ölmüştu ya. Sirtimdan terler akıyordu korkudan.hemen üst kattaki odama gittim uzerimi bile çıkarmadan yataga girdim yorgani başimin uzerine dek çekip uyumaya çalıştim.
Bir yandan da etrafı dinliyorum.Neydi bu gece yaşadiklarim ben.uykudamıydim uyanıkmıydim yoksa uyumaya mı çalışıyordum bilmiyorum.Artık gerçeğe dönmem gerek.Gördüklerim ruya ise,bunun ismi karabasan di.
Gerçek ise.
Ozaman ben kimim ve neredeydim.Tüm bu yaşadiklarimin bir adı olmaliydi. Ve benden başka bu olup biteni gören varmıydı.?
Şeyh kutbettin aklımdaydı ve korkularım da.Çocukken geceleri cok korkardik oradan.
Küçük bir çocuktum.
Yesilcamii mahallesi ile çarşi arasina
Sıkışmiş bir türbe vardı,
Adı. Şeyh kutbettin.
Ve geceleri içinde mum yanardı.
Korkardım.
Ozamanlar her evde radyo,bir çok evde tv. Yoktu. Radyolar ise,batarya ile çalisir önce,sessizce acans.(haber) dinler sonra arkasi yarin,tiyatrosunu dinler once radyoyu sonra kendimizi bir nevi. Kapatirdik.
Kasabanin isiklari yetmezdi. Ufalir sonuklesir sigara kadar kalirdi. Beklerdik. Saat 9.00 dan sonra normale döner ve sokak lambalari ve sonrasinda ev işiklari canlanirdi.
Sevinirdik.hayat,normale dönerdi. O saate kadar çarşidan bir sey alinacak sa eh.Artik. Rahatca giderdik.
Bizim çocuklugumuzda tüm hikayeler. Hayaletler,cadilar,türbeler,ve ölüler uzerineydi.
Hava. Karardimi ve sehrin ışıklari cansizlasir bizi bir korku alirdi. Ya buyuklerimiz bir sey aldirmak için bizi çarsiya yollarsa.
Seyh kutbettinin ardindan dolanir,ana cadde kiliçaslana çikar cinarlarin urkutucu seslerinde ( ruzgar) caddenin sagindan solundan akan dereye düşmeden yürür hatta sagimiza düşen candarli turbesinin onunden korkusuzca gecerdik. Çunkü tepemizde zayifta olsa hazirolda elektirik direkleri vardi. Kasabanin hayaletleri o ışıklara gelemezdi. Biz,bizden daha küçük bebekler kadar korkusuzca yururduk, nikaia nin karanlik sokaklarinda loş îşigin altinda.
Hıç hayalet görmesek de,bu sehrin hayaletin den korkardik.
Oysa bu kasabani hayaleti bizdik,bilemedik ve hep kendimizi biz kendimiz korkuttuk.
Yaklaşik yedi bin yili aşkin yaşayan kasabayi. Ölü bilir òlüm ilanini biz verirdik. Bilmedigimiz bir hikaye vardi. Oda bu kasabayi ilk kuranlar,gunu savmak icin çadir değil.
Mahşere dek yaşayacak bir sur kent-saray. Kurmuşlardi.
Gün kararinca bizim peşimizden gelen bedenimizin yere dúşen karaltisi.gölgemiz. Nereye gitsek bizi kovalayan hayaletimiz di. Bazen uzar bazen kisalir bazen ise ayaklarimizin dibine düşerdi.
Surlar,abidevi binalar ve anitlar.dimdik ayakta ve gòlgeleri sabitti.
Bizi korkutan. Şeyh kutbvettin yada başka turbe degil.dinledigimiz òyküler ve pesimizde ki gölgelerimizdi.
Çocuktuk. Bu kasabada yaşarken.yaşayan kasabayi òlü,kendimizi diri bilirdik. Korkardik. Oysa burasi altin şehir ve etrafindaki tepeler ateş dagiydi,yani işil işil yanan kasaba bizim içimizdeki agirliktan,kasvete dòner ve bizi bogar yada korku. Salardi
Tepemizde bir Ay, altinda yakamozlar ile süslü bir Gòl. Burclarinda nobetteki yuzlerce romali asker varken,bu korku niyeydi ki..? Îşte o korku ike biz bütun kasabayi beton ile kapladik. Ama,kapilarini kapamayi unuttuk.
Yattigim yerden kulağima gelen en son kelime Yalçınnn.. olmustu. Bir anda yatağimda dogruldum.Yanımda küçuk kardeşim Soner yatıyordu.Karşıdaki yatakta Teoman ağabeyim.
Birden aklıma geldi.Anam.Anam Gürmüzlu köýunde görev yapan babamın yanına gitmişti.Biz evde Dört kardeştik,ikisi yanimdaydi da biri yoktu.Alt kat mutfakti ve taban tahta.Çunku o yillarda Yeşilcamide iki katlı ahşap evde oturuyorduk.Ama bu yıllar önceydi benim bu evde ne işim vardı. Nekadar zaman geçmişti bilmem ama Nilufer hatun imaretinde yaşadiklarım geldi aklıma.Evet oradan çikmıştim kacarcasina oysa orasıda müze degilmiydi. Ee anam babam ve iki agabeyim. Yıllar önce ölmemişmiydi.
Delireceğim. O an yine yalçın seslenişini duydum.altkattan geliyordu ve ağabeyim sinan a aitti.Efendim abi diye cevap verdim.İstem dişı olarak. O devam etti.Ya oğlum ne gezinip duruyorsunuz yatsanıza diye çıkıştı. Etrafıma baktim,ağabeyim ve kardeşim uyuyordu. Abii biz hepimiz uyuyarduk zaten diye cevapladim. O anda öbür ağabeyim ve küçuk ksrdeşimde uyanmıstı hatta kardeşim ile aramızda yatan boncuk isimli kedimiz de benden önce uyanmıs ve odanin kapisinda huzursuzca dikilmiş kapının açilmasini istiyordu.
Sinan ağabeyime,seslerin boncuktan geldigini söyledim. La oglum ne boncugu evin içinde biri geziyor kalkin siz üç kişisiniz lambalari yakin da bakalim dedi. Korkuyla yerimden dogruldum yanımda ağabeyim odanın kapisini araladim kedimiz boncuk fırladi gitti salona. Ondan cesaret aldim ve karşı odanin girişindeki elektirik dügmelerine bir solukta ulaşip altkstin ve ust katin lambalarini yaktim.Agabeyim de yanima gelirken alt kattan sinan ağabeyim elinde koca ekmek bıcagiyla geldi.
Dışarıda müthiş bir rüzgar çikmısti ve nezaman başladığindan haberimiz yoktu.En azindan ben gelirkrn hava soğuktu ama rüzgar yoktu.Evin her yerini aradık kimse yoktu bu arada çışini yapip yanimiza gelen boncuk ve dört kardeş aynı odada yatmaya karar verdik. Odamizin kapisini kilitkedik boncuk yine kardesim ile aramiza girdi ve yatti.Bir anda günduz geldi aklima ve yaptiklarimiz.yandaki evin temel çukurundan bir römork insan kemigi çıkmış ve biz o kafataslarına dönemin en yaygin karate filmlerindeki gibi darbeler atmistik.Dişlerini sökmüş göz çukurlarinda ki toprağa parmsklarimizi sokmuştuk.Komşumuz İbrahim dede(ülker)anlatmişti.
Yeşilcaminin yanında bir medrese varmış ve salgin hastalik gelmiş 100 ögrenci ölmüş ozamsnlar bu evler yokmuş.Onca cesedi buralara gömmüşler.
Sesler uzun süre devam etti.ahşap merdivenlerden biri çıkıp iniyor arada eski ahşap kapılar hizla açılıp kapanıyordu ve biz korkudan dışarıya çikıp bakamıyorduk ki artik uykumuza yenilmiş ve her halde uyuya kalmişiz ki kapınin vurulması ile uyandik.Hava aydinlanmısti ve kapı halen çaliyordu.Ağabeyim kim o dedi titrek sesle.Anamın sesi geldi. Benim dedi.indik kapiyi actik 4umuzde birlikte.
Anam bizi karşısına aldı. Dün gece ne oldu bu evde dedi.Bir solukta anlattik.
Ruyasinda görmüş anam olan biteni ve sabah ilk ve tek araba ile gürmüzluden iznik e inmişti. Az sonra yine kapı çaldı.Anam gitti kapıyı açtı Babamın sesiydi ve onunla beraber odaya dolan sımsicak ekmegin buğulu kokusu.Anam çay koyarken.Babam bir somunu parçaladı tel dolaptan tereyaği ve peynir getirdi.Tere yağinı ekmeklerimize koyduk peyniri katik yapıp yerken.Anam kuzine sobayı yakmaya uğraşiyordu.
Dışarıda şiddetli yağmur yağıyor arada gök gürluyordu ve bu kez Anam kahvaltıyı yer sofrasına hazirlarken. Odanın her yerini mis gibi çay kokusu almıştı.
Babam. lambalı radyoyu açip haber dinlemek isterken kedimiz boncuk. Sobanın altında sıcak yerine geçmiş ve önune konan yemeğini bin bir mırıltı içinde yiyordu. Kardeşim soner hariç geri kalan her şey olmaması gerek şeydi. Odadaki iki kısi hariç kedimiz boncuk bile ölmüş hatta bu eski ahşap ev yıkılmış yerine ayni tip betonarme bina yapilmis ben evlenmiş çoluk cocuga karışmış ve beyler mahallesindeki evimde oturuyor olmaliydim. Zaten gece eşim Fatma ile kahvemizi içmiş çocuklar ile oynamıs ve vaki 12 yi geçince yatıp uyumuştum.
Ben. Neredeydim.Buralarda ne işim var ve gecenin neresindeydim zaman hangi zamandı.1973 mü 1388 mi 2000 li yıllarmı. Neredeyim ben.? Usulca yerimden kalktim.Sokak kapısına yöneldim,dışarıda yağmur dinmişti.Annem nereye? diye sordu.Emine teyze çağirdıya ona gidicem dedim.Cevap verirken odaya dönmüstum.kardeşim soner hariç hepsi odadaydı. Ya Aklım yada gece bana sürekli oyunlar oynuyordu.
Yeşil caminin müezzini Muzaffer amcayla karşılaştım. Bir bebek arabasina koyduğu küçuk kızı Nilüferi gezdirmeye çikmıştı. Tanrım. Yine mi.? Nilüfer tedavisi olmayan kâlp hastasıydı ve yıllar önce ölmüş Muzaffer amca ise Emekli olup Bursa ya yerleşmemişmiydi.? Muzaffer amcayla selamlastik ve o kızinın arabasını sürerek Nilufer hatun imareti yönunde uzaklastı. Gözüm müzenin sağına düşen iki katlı sarı renkli ahşap evin cumbasına iliştı. Bir prncere kanadı açıkti ve dilek sokağı seyrediyor hava alıyordu. Yok yok ben halen uykudaydim ve rüyadaydım. Çunku Dikek te kan kanseriydi ve küçuk yaşta nilufer gibi oda bu dünyadan göcmustu. İznik sokaklarinda ne kadar gezdigimi bilmiyorum ama bir anda kendimi Şeyh Kutbettin in önünde buldum.
Hava kararmıştı ve içeriden konuşmalar sokağa dökülüyordu.
İlk başta aklıma gelen şimdi ismini hatirlamadiğim yaşlı türbedar vardı ve kış aylarinda hep bu türbede yatardi.kimi kimsesi yoktu.Yaz geldimi bu kez de Abdulvahapta ki ağaç dallarindan yaptigi kulubede yatar kalkar turbeyi temizler ve ziyaretcilerin biraktiğı üc beş kuruş ile geçinirdi. Sanırim yuksek sesle dua ediyordu. Onun içeride olması beni rahatlatmiş ve korkumu azaltmistı. Usulca müze yonune bakan pencereye yanaştim.
Az önce bahcesinde yemek yedigim Nilufer hatun imaretinin bahcesindeki insanlardan eser yoktu ve bahce Roma Bizans dönemi lahit sutun heykel vs. Ile dolu, aksamın ürkütucu sessizligi hakim di. Son çıkan lahidin içindeki Ana Kız. Bahcede dolaşirken yaşli kadin. Kızına sesleniyordu."Aystrist kızım üşüyeceksin o kefeni omuzlarina al"!
Astyris millatdan once 3.cu yuzyilda yaşamış nikaia lı soylu bir ailenin kızıydi.Annesi Nigrein e çok düskündü,annesi de ona. Ama anne önce ölmüş ve kızı Astyris bir gün öĺürsem annemin yanına gömüleyim diye sandık şeklinde geniş bir lahit yaptırmış ölen annesi ve daha sonra da kendisi kefenlenerek gomulmustu. Ve gece kararirken müzenin bahcesinde oturmuş sohbet ediyorlardı. Ben ise olan biteni anlamaya çalışiyor ve bir yandan da türbe icerisinde ki konuşmalara kulak kabartmış dinliyordum.
Biraz önce veya zaman ksvramini kaybettigim icin ne zaman oldugunu unuttugum goruntudeki o nilufer hatun imaretinin bahcesindeki kalabalik. Lahitlerin gövdelerine oyulmuş heykellermiydi..!! Şeyh kutbettinde ki konuşmalar tek tarafli devam ediyordu. Ben ise halen hangi zamanda oldugumu anlamaya çalışıyordum. Eger bu konuşan türbedar ise o da yillar önce göçup gitmişti bu alemden.
Merakım iyice artmış ve açık olan pencereye yanaşmış görünmeden içeride olan biteni anlamaya çalışiyordum. İki kişı ayakta ve birinin sırtı bana dönük vaziyetteydi. Tam karşımdaki adam cübbeli sariklı 70 yaşlarinda göbekli biriydi.
Çenesinden sarkan sakalı gögus hizasindaydi ve karşısinda sirtı bana dönük adama nasihat vari biraz da tehditkâr konuşuyor du.
××
EMANETLER VE IZNIK.16
Sırtı pencere ye dönük adam.Boylu poslu üzeri zırhlı ve pusatlıydı.Başında savaş migferi vardı.Ellerini arkasında kavuşturmus başını karşısındakini küçümser şekilde kaldırmış ve ona bakıyordu.
Onun küçürser bakışına aldirmıyor söyleyeceği sözden de geri kalmadan devam ediyordu. Derviş kılıklı olan adam. Zaman zaman sertleşen ses tonu,oyle an geliyorduki bir annenin bebeğinin kulağina söylediği ninni kadar yumuşak ve rahatlaticiydi.
kulağimi iyice kabartmış tek kelimeyi kaçirmamaya çalışıyordum.Yaptığım dogru bir şey değildi belki,zaten ben de doğru zamsnda degildim ki.Bir den "selamaleykum yalcin hayrola ne yapiyorsun" sesiyle irkildim.
Sesin geldigi yöne baktim. Berber Ziya amca(ziya ülker) Belli ki kılıcaslan caddesinin dört yola kavuştugu noktaya yakın soldaki küçuk dükkanini kapatmıs evine giderken beni kapı dinlerken yakalamiştı.Ne demeliyimki şimdi?.
Arkadaşlara şaka yapacaktim sen geldin dedim."tamam dedi yaramazlik yok ona göre"dedi iyi akşamlar diledi ve gitti. (Ziya amca ince uzun boylu sarışin çakır gozlü bir adamdı.Tipik bir balkan göçmeni gibiydi)Ne yapıyorum ben şaşırdım iyice.Ziya Amca öleli kaç sene oldu yahu. Ne yapıyorum ben? Oldu olacak şu ileriden lefke yönunden gelen bıckı sesi de Ahmet Amcanın bıckısından gelsin ve Şimdi fatma teyzem de çay yapıp atölyeye insin de tam olsun.İznik e geldigimizdeki ikamet ettiğimiz yeşil camii mahallesinde bu gün bu dünyada olmayan ne çok insanı gördüm bu gece.Ve şuan da bir zamanlar en korktuğum türbenin dibinde oturmuş içeride olan biteni dinliyorum. Bu nasil iş,acaba ben de ölmüşmüydum ki.
Her şey tuhaf her şey anlamsız gibi görunse de her şey bir okadar gerçekçı. Bunca sene olmuş ve yıl gelmiş 2019 olmuş bu insanlarin isimleri de yuzlerini de unutmamışım yada onlar "unutma unutturma bizi"der gibi gecemdeydi
ve ben halen XV yildamiydim.Bu zamanda zaman geçmezmiydi hiç. İnsanlar nasıl vakit gecirirlerdi ki?
Biz 73 de gelmistik iznik e.En azindan vakit geçirecek bir radyomuz vardi ve 74 de trt1 yayina geçmişti,75 de ise babama milli piyangodan para çikmış ve biz de siere marka bir tv ve buzdolabi almiştik.Evimiz kumcu yada kardeşler sinemasi gibiydi. Ana yada baba tarafindan ata dede görmemistik bahce komşumuz Sadet teyze bize babaanne olmustu.
Saadet teyze ufak tefek bir kadin di.kulaklari ağır işitir her şeyi de merak eder duyduğu kadar, duymadigi yerde ise tekrar ettirirdi bize.Inanın çok severdik onu ve itirazsiz itaat ederdik tabiki karşılığinda gizlice bize rüşvet olarak şeker verirdi. Sabahları çok erken kalkardı.Ve hemen bizim eve geçer Anam onu kapida karşilar kahvaltidan önce ilk kahvesini verirdi.Anam da Babam da çok severdi.Geçmişinde kimi kimsesi yoktu o bize biz ona sahiplenmistik kalin camli gözlükleri vardi geçmişe dair tek bildiği hatirladiği halepten geldiğiydi.Çok titiz temiz bir kadindi.
Ak sakallı derviş,üzeri zırhlı adama anlatip duruyordu. Üzeri zırh ve pusat dolu adam. Pemcereye döndü.Nilüfer hatun-iznik muzesinin projektörleri olduğumuz yeri aydınlatti.Uźeri pusatlı adam. Çekik gözleri çenesindenden sarkan bir tutam sakalı ile karşimdaydı.
Ona kimi zaman hoyratca kimi zaman şefkat le söylenen ise. Şeyh kuttbettin-i İznik i isimli derviş ti. ya bana ne bunlardan cokmu lazımdi bunlar bana yada, bu gün unutulmuş iznik tarihini unutanlara anlatmak. Bana mi kaldi.
Bir ara dervişin sesi tehditvari tona ulaştı. Adam zırhın mı yoksa duyduğu kelimelerin ağırlığindan mı bilinmez. Sanki boyu kısalır gibiydi yüzü kıpkırmızı olmuş tere bulanmıstı.Iyice bunaldigı belliydi,biraz hava almak için pencereye yönelmek için döndü.Çekik gözleri ve dudağının iki yanından aşağıya sarkıp sakalına karışan bıyığı titriyordu.
Cesaretimi topladım.Yuzune baktim.Göz göze geldik ama beni görmuyordu.


Yorumlar
Yorum Gönder