EMANETLER-2

Bölüm 10. Emanetler ve iznik

O zamanlar nişan yada sozlu bile degildim eşim fatma ile. Sadece insanlarin medeni şekilde oturdugu yerlerde buluşur ve medenice ama duygusal şekilde sohbet eder gelecege dair planlar kurardik.
İçimiz dışımız bir yani. Asla konuş faydalan at. Aşklardan degildik. Ve özelikle kızın adı çikmasin diyenlerdendik. Çünku her şey kader kısmetti,iş olumsuz olur ise biz erkektik nasil olsa zamanla unutulurdu ama.O küçük bir kasabada yaşayan genç bir kız idi. Biz böyle gördük böyle yaşadık ve bir kız ile geleceğe dönük hayaller kuruyorsan iki taraftan biri ölmedikçe bu hayaller yıkılmazdi.

Yavaş yavaş işimin sonuna yaklaşiyordum. Dışarıda kar yağmış ve yarım metreyi gecmişti. Sabahın olmasını sabirsizlikla bekliyordum çünkü yarın öglenden sonra o gün yavuklum olan bu gun 34 yillık eşim fatma ile paralel bağlstıli da olsa telefonda görüsecektim. Cam kenarinda oturmuş iceriye almam icin yalvarır gibi cama vurup sonra da bir su damlası olarak akıp giden kar tanelerini izliyordum.

Odun sobası agzina kadar dolu. Sanki önünden alacaklarmış gibi tıka basa doldurmuş agzini ve oflanip puflanarak tüketmeye çalışiyordu odunları.

Cam. Buğulanmiştı. Bir kalp çizdim sağ tarafa "y" harfi sol tarafa "f" harfi çizdim. Radyomu açtım Şansa bak... Nilufer ve kar taneleri isimli şarkısı çalıyor.
Soba homurdaniyor bardakta ki çayım da yavas yavaş dip görünüyor cama vuran her kar tanesi önce yayılıyor sonra da eriyip akıyordu. Eski ahşap köy odasinin ağaç hatıllarının uykusu gelmiş gibi esneyip çıkardığı çıtirtılar ise geceye esrarengiz sesler katarken gaz lambasının alevinde yanmamak için sağa sola kıvrılan gölgeler, kirli beyaza dönmüş toprak sıvalı ve badanalı duvarlarda yerlerini çoktan almiştı.

Arada birden başlayan sert rüzgar. Cama yaklaşan kar tanelerini hızla benden uzaklaştiriyor ve bulduğu iğne deliği kadar ufacık yerden anlamsız ıslıklar çalarak içeriye doluyor ve pencerenin kenarinda kivrilmış sessizce duran perdeyi. Dürterek huzursuz ca salliyordu. Yavaş yavaş gözlerim ağirlaşmaya başlamışti. Pencere önunden ayrıldim radyomu kapattım gaz lambasının şışesine yanaştim. Mandalı iyice çevirip alevi kıstım.Tamamen sönduremezdim gece lambasi gorevi yapmak zorundaydi. Yatağima uzanıp yün yorganı bogazıma dek çektim nezaman ve nasil uyumuşum bilmiyorum bile.

Sabah kahvaltiya uyandim. Camdan dışariya baktim kar. Hiç hız kesmemiş ve üst üste yığilmişti. Cayimi demledim kahvaltimi ettim. Hemen yirmi metre yukarida ki köy kahvesine çiktim. Kamil ağabey (rahmetli kamil şahin.Muhtar) yine gülümsüyordu.

Gel dedi yanindaki sandalyeyi uzatti. Oturdum keyf çayimizi içerken gençlerden ikisini yanina cağirdi "gidin camide ki sobayi yakin çaydanliklari temizleyin ve ateşin uzerine koyun. Dedi.
Gençler. Karlarin uzerinde hoplaya ziplaya akıp gitti az aşağıda ki camii ye.biraz sonra yan duvardaki baca deliginden duman çıkmaya başladı. Kahve de soba dan uzak bir noktada oturmustum ama içerisi fazlasiyla sıcaktı. Malum Haciosman bir orman köyü ve yakacak sorunu yoktu. Saat 9 a doğru kalktım camii ye geçtim. Sobaya iki koca kütük attim ve iskeleye çıkip işimin başina döndüm. Yanimda kardeşim soner de var. Saat 11 gibi cay molasina kahveye çiktık. Yandaki oda santral odasi. Kar halen devam ediyordu.

Kamil Şahin. Kar telefon tellerini koparmiş dedi. Kardeşimle göz goze geldik. Çayımizi içtik ve musade istedik kahveden çıktik. Elbeyli uzerinden gelen hattı aynı yönde takip ettik. Ve köyün yaklaşık yarım kilometre dışında kopuk kabloyu bulduk. Çeke çeke iki ucu bir araya getirip bağladik iş elbisemin ic astarindan kopardigimiz parca ile de iyice sarip izole ettik. Malum ben de o da telefon bekliyordu öglenden sonra. Ve inşallah bundan başka kopuk bir yer yoktur diyip tekrar kahveye geldik. Üşümüs ve islanmistik.önce yandaki santral odasina gectik ahizeyi kakdirdik "ďiittt " sesini duyunca sevincle kahveye geçtik cay söyleyip sobanin yanina oturduk.

Az sonra üzerimizden buhar yükselirken rahmetli kamil agabey seslendi." Ne oldu size.?" Bir solukta anlattik. Başladi gülmeye. "Lan rahmetli baban ismail ağabey kadar delisiniz."
Dedi. Ögkenden sonraydi once ben sonra kardeşim. Tekefon görüsmemizi yapmış ve neşe icerisinde camiye dönup çalışmaya başlamıştik.

Yaklaşik bir haftalik işimiz kalmış ve hava düzelip yollar açılana dek işimizi bitirmek için soğuga bile aldirmadan çalışiyorduk. Ve hava erken karardigi icin de kamil ağabeyden aydinlatma için iki tane lüküs istemiştik.( küçuk aygaz tüpü ile aydınlatma ki. Genellikle maddi durumu iyi olanlar kullanir olmayanlar ise gaz lambası ve hatta hiç olmayan ise çıra ışığinda aydinlanir gecenin kör karanliğina bir parça da olsa kafa tutardi)

Ve bir hafta sonra işimizde tulum çıkartmıştik. Hesabımızı (özal dönemiydi ve köy harcamalarinin parasini özel idare üzerinden ödemek gibi bir kanun çikmışti ve bana denk gelmişti kanun.ozamana dek muteahitlere çaliştigim için sorun yaşamiyordum) iznikten ödeneceği söylendi. Ozel idareye gittim. Bana maliye kayitlarimi sordular.yok dedim.Olmaz git kaydol

Söve saya istenen belgeleri aldim. O gün çok kızsamda bu gün kamil ağabeyi rahmetle anıyorum.emekli olduysam onun sayesindeydi.Mekanı cennet olsun. Neyse artik parami da almış ve annemin evine gelmiştim. Önümde bir tedavi dönemim ve ameliyatim vardı yavaş yavaş onun hazirliklarina başladim. Istanbula doktoruma gittim, ön tedavinin ardindan kasilarimdan bogazima dek alçiya alinmiş iznik e döndum. Hastaliğim genetik bir hastalık ve ismi skolyoz du.( bel kemiği yani omurilik egrilmesi ki ilerki yaşlarda bedensel deformasyon veya kamburluk.)
×××××
• EMANETLER VE IZNIK-11
• Hiç bir şey kolay değildi yani. Ve ben köyde işimi bitirmiş yine şehir yaşamına dönmüştum. Oysa ne guzeldi geceleri havada uçuşan kar taneleri ,oda da yanan soba ve olan biten ahengi bozmamak için usul ve titrek yanan gaz lambası.
• Artık o sayfa bitti. Tepelere kar indi her yer bayazın temiz görüntusu altinda kaldı. Ama aklimda da bir çok soru kaldı. Doğduğu yeri arayan gözü yaşlı kadın ve yıkık kilise. Biraz yukarıdaki tepede iki yanından iki mermer sütun inen ve çeşme kurnasının olduğu yerde medusa yüzlü göbek. Görmek istedim eski hali yok dediler şimdilerde harabe sadece köylunun yaptigi duvar ortasindan akiyor ama cevrede belki ilgini cekecek bir kaç taş olabilir demişlerdi ama gittigimizde hic bir şey yoktu. Ya bitki örtusu altindaydi yada toprak.
• Şehrimin sokaklarinda dolaşıyorum. Tepemde yine koskoca bir dolunay. Eyvahh.. yine bana hayaller kaldi. Şehirin(nikaia-is nik-iznik) sokaklarindayim yine. Kılıcarslan caddesinde ilerliyorum (kordomaksimus)
• Az ileride yeni yetme bir zeytin agaci sırtıni dayamıs dut ağacina ve şimardikca şımarıyor anlatiyor. Zamanı gelince nasil zeytin döktügunu ve insanlarin ona taparcasina bağlı olduğunu. Dut agaci dururmu. Yapiştiriyor cevabini. Sen yokken bu ovada pamuk tütün üzum ve ben.Bir de yapraklarimla hayat bulan purpura isimli ipek böceğı, Vardik. Yordun insanciklar gelir gölgemde dinlenirken meyvelerimi tadardi. Kim ne yapsin senin olgunlaşmamış ham ve acı meyveni. Diye tatli tatlı atiştırırken. Derinden derinden sanki o yaşlı kadinin ağlamasını duydular ve sustular. Sonra bunun ayazmanın oldugu yerden hafif bir öfke ile esen ruzgarin sesi oldugunu görüp pustular. Rüzgarı dınlediler. Rüzgar söyleniyordu onlara. Ben olmasam, o insanlar buraya gelmezdi. Ben onlari düşmanlarindan korudum bana karadin rüzgarı derler. Estikce sogur, sogudukça kavururum. Dedi.
• Uzaklardan keşiş daği homurdandi.sadece gecekondularin viranesindeki gölgelerin ayak sesi duyuldu, koimesis kilisesi olduğu yerde kendi harabesine saklandi.. Akĺima Emin amca geliyor (Emin Altınolcek) beni kurtarsa kurtarsa o kurtarir diyorum.. ah be Nevzat nereden uydum sana da bu yazma merakina bulaştim bilmem. Yoksa şimdi ne guzel evimde televizyon seyrediyor ve çekirdek çitlatip sonra da düşuncesiz sorunsuz kaşina kaşina yatağima gidip vurur kafamı zıbarıp uyurdum.
• Emin Altınölçek: 1920 yılında Bulgaristan'in Rusçuk kentinde doğmuş aile kökeni ıstsnbul olan bir ailenin çocuğudur. Ögrenimini Rusçuk Sait paşa külliyesinde tamamladıktan sonra 1936 Bulgar jimnaziyesi son sınıftan ayrılarak yüksek tahsilini tamamlamak uzere göç eden bir ailenin çocuğudur. O devrin Trakya valisi onu Iskan Muduru tayin etmiş ve oda bu görevde 18 ay kaldiktan sonra Bursaya yerleşmıstir. Bir süre merinos da çalışmıs daha sonra Eskişehir şeker fabrikasina memur olarak atanmişti. Avukatliga oksn ilgisiyle Eskişehir Defterdarliğı Hazine Muhekamat memuru olarak çalışmıs ve 1942-46 yillarinda askere alinmişti. 1949 da ise Afyonkarahisar Noter Başkatipliği ve Vekilliğinde bulunup kendi isteği ile bu gorevden ayrılmışti. 51 de tekrar Eskişehire dönmüs burada önce Bozdağ sonra Hakikat adinda iki gazete çikarmisti. Ve bu gazeteciliği sırasinda Milli Emniyette de görev yaptı. Babasi Ahmet Nuri yi kaybedince tekrardan Ailesi ile Busaya gelmiş ve bu kez de burada İBRET isimli gazete çıkarmiştir. Aynı zaman da ANT gazetesinin de istihbarat şefliğindeydi.1953 yılında İznik e gelir ve bu kez de HAKIKAT gazetesini çikartirken bir yandan da yeni Sabah, Tasvir,Yeni Istsnbul,Ankara Zafer ve Anadolu Ajansının muhabirligini yapmişti ve en son 1963 yılinda iznik Turizm Cemiyeti Başkanı secilir. Ayni zamanda dava Vekikidir. Zamanin kaymakami Salim Taşkın ile beraber İznik Üzüm Bayramı ve Festivalini gerçekleştirir. Cok sevdigi dava vekikkiğinden ayrılır ve 1966 yılında iznik te antikaciliğa başlar. Bir ysndan da dört arkadaşı ile "iznik Nikaia adli bir eser çikartir. Ardindan iznikte iğne oyaciligi ve osmanli hamamlarinda kullanilan kese isimli eserleri. Uluslar arasi sempozyumlara davet edilir 16 ödülu vardir. Ömrunun kalan kisminda anrikaciligi da birakip yari degerli taşlar la ilgilenir.
• Yanlıs hatirlamiyorsam 2004 yada 05 de hayata gözlerini yumar. Ama benimde yardimima böyle hayal dolu bir gece de ancak o koşar. Çunku bana küçuk bir el sepeti dolusu yari degerli taş armağan etmisti ve çoğu zaman yan yana gelir iznik üzerine uzun uzun konuşurduk. Ve hayal de olsa ona gitmeliydim biliyorum ki o bana bir yol tarif edecekti. Etti de.Beni Eşref rumii türbesinin olduğu sokağa yönlendirdi. "Git dedi, cevaplarin orada".Gittim..
××××
EMANETLER VE IZNIK 12
Emin amcayi kordo dökumanus (kılıcaslan caddesi) yolunda bıraktim ağir ve temkinli adimlar ile kordo maksimus (Ataturk caddesi) yoluna girdim. Sagda solda beyaz mermer direkler ve tepelerindeki lenger yaprakli sutun basliklari uzerine oturmuş kirma çatılı antik roma dukkanlarinin arasindan istanbul kapi istikametine yuruyordum. Onca görkemli binanın arasinda solda cadde seviyesin aşağida huysuz dede türbesine ilişti gözüm.
• Huysuz dedenin huysuzluğu üzerindeydi.Evlerinde huzursuz ve huysuzluk yapan küçük çocukları almış karşısına nasihat cwkiyordu.( eski bir inanisa göre, huysuz cocuklar buraya getirilir sandukanin etrafinda 7 tur döndurülür sonra da uzwrindeki elbiswler cikarilip sandukanin üzerine serilirdi.yanlarinda getirilen yeni elbiseler giydirilmiş çocuk. Turbeden alınir eve gidilir ve çocugun artik uysallaşıcagina kanaat getirilirdi. Zaten aksam saatinde turbeye sokulan çocuk korkar korkunun uzerine bir daha yaramazlik yaparsan bu kez gece getiririm tehdidini de yedimi,uzun sure huysuzluk etmezdi o çocuklar).
• Kimdir nedir nerelidir nereden gelmiştir ve ismi nedir kimse bilmezdi.Muhtemelen ruhsal sorunlari olan ama arada dogru laf eden biriydi ve eski kent halki da ona huysuz dede ismini takmiş ve ölünce de buraya defnedilmistir.Ama bu aksam kaşları çatık da olsa çocuklara gülümsüyerek nasihat etti ve onlara birer gömlek hediye etti. Ona görünmeden hemen karşı sokağa geçmiş ve karanlıklar içinde kendimi saklamıstım.. Bu gece de tuhaflıklar yakamı bırakmiyordu. Arkamdan gelen görünmez gölgelere yakalanmamak için kendi gölgem ile yarış ediyordum.
• Evlerin pencerelerinden sokağa taşan cılız ışıklara göre gölgem bir önde bir ardımda bazen sağima yada soluma geçiyor ve buralarda bırakma dercesine benimle beraber koşuyordu.
• O hız ile Eşrefzade camisinin oraya ve hemen yanındaki şerefeden yukarısı 60 li yillarda depremle yıkılmış minarenin dibine geldim. Tam solumda eski bir roma lahtin nin depo,yine küçuk bir lahidin de yalak görevi yaptigı eşrefzade ceşmesin den akan su sesi. Bir parçada olsa içimi rahatlattı. Çeşmeye yöneldim elimi yuzumu yıkadım su içtim kana kana. Ne kadar da esrar dolu bir çeşme olduğunu izledim. Muhtemelen o da bin bir sır saklıyordu gövdesinde.
• Su sesine uzaktan. Az önce ayrıldîğım huysuz dede yönünden geliyordu. Ama bu kez tanımıştım sesin sahibini. Her gün gölden kova ile su taşıyan ve o su ile kapisının önünu, sokağı yîkayan Deli Fadimey di. Yine yanık yanık Türkü söylüyor ve sesi iznik sokağında taş surlara binalara çarparak yankılanıyordu.(rahmetli)
• Aslında belki de deli bile degildi ve şehrin sırlarını yanık bir ezgi şeklinde destansı anlatisiydı. Hiç birimiz durup can kulağiyla dinlememiş hep deli işte diye gülüp geçmiştık.
• Kimbilir nekadar değerli bilgiler di onlar,şimdi yanına gitsem ve beni taşlamasa da oturup can kulağı ile dinlesem ama. Geriye dönüp huysuz dede ile karşılaşmayı göze alamıyordum.
• Hem ne demişti Emin amca. Sorularınin cevabı Eşrefi rumi de. Git oraya bul onu ve sor. O anlatır sana. Şimdi onu bulmam gerekiyor.
• Buralarda bir yer de kerpiç bir türbesi olmalıydı ama göremiyorum hatta Eşref zade caminin son cemaat yerindeki kible yönündeki duvarlar boydan boya 17.yüzyıl iznik çinileri ile kapli olmasi lazimdi.. Ama yok.yok işte. Ne turbe ne de çiniler yerlerinde yok.
• Yine eski bir iznik inanışina göre çocuklarıni küçuk yaşta peş peşe kaybeden aileler. Onları ölümden uzak tutmak için yeni dogan bebeklerine kız yada erkek fark etmez.Eşref ismini koyarlardı. Yine bu niyet ile ona gelen ve kucağinda bir bebek olan yaşlı bir amcayla karşılaştım.Türbeyi sordum. "Oğul dedi.Unuttun mu savaşta yenilen Yunan. Kaçarken yakıp yıktı ya". Buraların yabancisiyim bilmiyorum dedim. Ve madem türbe yok sen bu saatte bu körpe çocukla ne arıyorsun? Dedim. Torunu olduğunu bundan önce de bir kaç torunu daha doğdugunu ama kiminin yaşini geçip kiminin de yaşına ulaşmadan öldüğunü o yüzden buraya gelip kulağina ezan okuyup eşref ismini sesleneceğim dedi. Ve kabri şurada dedi. Dedigi yöne baktım. Iki kişi ayak uzeri sohbet ediyordu. Yaşlı amcaya döndüm. Yoktu. Saga sola göz gezdirdim göremedim o haliyle böyle süratli gözden kaybolması imkansız dı.
EMANETLER VE İZNIK-13
Yaşlı amcayi sanki hiç görmemiş gibiydim.yeniden kabrin olduğu yöne döndüm. Ama kabir de yoktu. İleride sağda kerpiç bir binanın önünde iki kişi dikilmiş sohbet ediyorlar dı. Ikisi de sarıklı ve derviş gibiydiler.
Yanlarına gidip gitmemekte teredüt ederken. Adamlardan biri kılıç aslan caddesine yöneldi. Çarşıya dogru yürudu.
• Ben halen etrafta kabri ariyordum halbu ki az once yaşlı amca göstermiş ve anlatmisti. Biran teredut etsem de bende biliyordum burada oldugunu ve yıllar önce tamir etmiş sandukasini boyamış kirık dokuklerini tamir etmiş kitabesini söküp eve götürmüş varak yaldız kaplamiştım. Hatta hiç unutmam yatsı ezanı okunmus hava kararmıstı. Namazdan çikanlar beni görmüyor okuyor ufluyorlardı. Kimse "hey kimsin ne yapıyorsun" demiyordu bile.İki gün sonra getirmiş yerine takmıstım.o gece birisi üzerindeki altin varak kaplamayı çok degerli sanıp yerinden sokmüs ve kitabeyi alip gitmısti.3 gün sonra ise iki parça olarak getirip atmistı. Sandukaya monteli sarık şeklindeki kitabe o yüzden iki parcadir.
• Eşrefoğlu abdullah: iznik doğumlu tasavvuf şairidir. Yunus Emre hayranı ve şiirlerin de tamamen Türkçe kullanmıştı. Tasavvufa yönelmeden önce akli ilimler ile ugrasan bir ilim adamıydı. Sonunda dayanamadim ve sormak icin cukur camii nin karşısında ki adama yöneldim. Tam o sırada az önce oradan ayrılan diger derviş kılıklı adam da elinde bir tas çorba ile geldi ve öteki dervış giysili adama uzatirken yaklaştim yanlarina.
• Konuşmalarindan anladığım kadarı ile (çarşıdan gelen daha temiz Türkce konuşuyordu digeri ise Daha çok arapca farsca kullanıyordu) Çarşıya gidip elinde çorba kâse si ile dönen. Diğerine,köfteli çorbasını bulup getirdigini söyledi.(ismi Eşrefoglu Abdullah Rumi idi.) Öteki adam. Kâseyi aldı kaşığı içine daldırdı. Ama içinde köfte yoktu.( bunun ismi de Abdal Mehmet isimli meczup bir derviş ve iznik e yeni gelen eşrefoğlunu kuçumsemek için köfteli çorba istemişti. Eşrefi Rumi de öyle bir çorba bulamamış ama eli boş gelmemek için, sade corba almiş gelirken de yoldan bir tutam çamur alıp içine atmışti)
• Abdal Mehmet. Kaşığı kâseye daldırdı. Ama ne köfte ne de başka bir şey vardi. Kızdı, al bunu sen ye deyip eşrefi rumi ye uzatti. Kâseyi alan eşref rumi kaşığı kâseye daldırıp dibinden karıştırdı ve içinde köfte olan bir kaşık çorba yı ağzına attı. Olan biteni izleyen Abdal Mehmet. "Sen sensin de sendeki sen kim ola" dedi ve hızla uzaklaşıp karanlıkta kayboldu.
• Eşref oglu Abdullah rumi bursa da padişah çelebi Mehmet medresesinde iyi bir egıtim almıştı ve iznik e döndüğunde diger dervişlerce medreseli diye alay konusu oluyordu. Bu olaydan sonra ise herkesin saygi ve sevgisini kazanmıştı. Lakin eşi Hacı Bayram Velinin kızı Hayrunisa hanımla beraber beypınarı mevkinde kurduğu dergahında halktan uzak sade bir hayat sürüyor ve fen ilimleri ile uğraşiyor ama tasavvufa da büyük ilgi duyuyordu. Bu olayın ardından tasavvufa yöneldi ve bu arada da en güzel şiirlerini yazmaya başladı.
• (Eskiler bilir Eşref çorbası içelim derlerdi hep merak ederdim nasıl bir şey bu diye.Ama bu gün ismi unutulmuş ve yeni ismi sulu köfte olmuştu.Eğer sulu köfte yaparsanız bu öyküyü hatırlayın ve korkmadan yiyin çunkü o çamurun bir anda nasil köfteye döndüğunu ögrendiniz.)
• Üstat dedim seslendim.saygiyla selam verdim, aleykumselam dedi.mutevazi bir şekilde nasıl yardimci olacağını sordu. Nikaia-is-nik in sırlarını aradığımı söyledim. (Kendisi.Bir Yunus Emre hayranıydi ve şiirlerinde onun etkisi ve öz Türkçe kullanıyordu.) Yüzüme baktı. Başını önüne eğdı ve tatlı bir ses tonu ile.
• Cihanı hice satmaktır adı aşk
• Döküp varlığını gitmektir adı aşk
• Elinde sürkeri ayyuğa sunup
• Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk.
• Bela yağmur gibi gökten yağarsa
• Başını ana tutmaktır adı aşk.
• Bu alem oddan bir denizdir
• Ana kendini atmaktır adı aşk.
• Var Eşrefoglu Rumi bil hakikat
• Vucudu fani etmektir adı aşk.
• Birdaha dinlemeyi isterdim ama zamanım yoktu gösterdi yöne baktım Davudi kayseri yi işaret ediyordu. Arkasindaki eski evin kapı üzerinde 1377-1469 tarihi yazılıydı. Gece bana oyunlar oynamaya devam ediyordu Tekrar Eşrem Rumi ye döndüm, yoktu. Ama baktığım istikamet de selvinin dibinde kabri ile karşı karşıyaydım.Ürpedim ve dizlerimin titremesine aldırmadan koca çınarın oldugu yere doğru yürürkrn tepemde ki kocca bir tepsiye benzeyen gümüş renkli ay. Bulutlarin arasindan çikmış ve yolumu aydınlatıyordu.
İleride ulu çınarın uç dalları göründü yaklaşmıştım. Çınarın dalına asılmış fenerin cılız ışığı görünüyordu. Düz bir rahlanin ardinda diz çökmüş ak sakallı adam. Bir şeyler yazıyor sonra da bir başka sayfaya yeniden başlıyordu.
• Nikaia nın emanetleri ve is-nik in sır dolu geceleri . Bana ve hiç bir şeye aldırmadan devam ediyordu.
EMANETLER VE IZNIK-14.
Saatin kaç yada gunlerden ne bilmiyordum. Pervane böceğinin ışığa dogru uçmsı gibi ileride ki fenerin ışığına doğru ilerliyordum. Yaz aylarınin sicak gecelerinde ışıga dogru döne döne uçup, ateşin gücü ile kanatları yanınca yere düşen kelebek gibi.Bu gecelerin sonunu da merak ediyor ama geri dönmeyi de endime yediremiyordum.
Akça sakallı bir adamdı.Ama burada böyle bir yer olması söz konusu dahi olamaz. Evler kerpiç duvarlı ve çoğunun çatısı saz damlıydı. Bir kaçının dışında çoğu karanlik pencerelerden ibaretti. Aydinlik olanlar ise cılız mumdan başka bir şey degildi.Bir dirhem mum ise üşürcesine yada karanlıktan korkmuşcasina titreyerek yanıyor, yandıkça kendi ayaklarının dibine eriyerek akıyordu. Az ilerideki topkapının kemeri henüz yerinde ve sur dışı ise agaçlardan karanlık idi ve tepemdeki ay, dalları eşeleyip aralıyor oradan da yerde bir şeyler arar gibi toprağa yansıyordu.
Buralar böyle degildi ve bu ağacın dibindeki adam. Sanırım çevre köylerden birinde çekilen fağfur dan çiniye isimli belgeselin baş kahramanı "Adil Can" ağabey olmalıydı.
Çok sevdiğim ve değer verdigim farklı bir karakterde insandı. Tanımayan onu buz dağı sanır ama tanidikca aksine yüreğinden dogan sımsıcak güneş ile iliklerine dek ısınırdı. Sanirım o kultur bakanligi destekli belgeseln cekimi ve dizleri üzerine çökmüş bu adam da o belgeseldeki bahtiyar ustaydi. Ve bahtiyar usta. Öykuler yazan önceleri topraktan çömlek yapan ama. Fırın karşısinda kanatları yandıği için beylikler dönemi çini yapmaya başlayan Adil Can dan başkasi degildi.
Sahneyi bozmamak için usulca yanastim. Bir tuhaflık vardi.
Etrafta ne bir kamera ne de aydinlstma projektöru vardi. Biraz daha yaklaştim aramizda bir kac metre kalmısti ki. Yüzunu secebildim. Adil ağabey değildi ama onun kadar bilge bir adam vardı. Önünde ki düz rahlede deftere benzer kağıt tomarı vardı. Sarı samanlı kaba hamur kağit kendine dokunan kamış kalemden huy kapmış gibi kıpır kıpirdı. Adil ağabey olsaydi ne guzel her şeyi yorumlar geceyi çözebilir, çozemesek de neşe içinde vedalaşir ve evlerimize giderdik. Zaten onun atölyesi de buraya uzak değildi. Istanbul kapıdan girince hemen sağda son nöbetci çinici gibiydi. Ama bu adam Adil Can degildi işte.
Buralarda çinarın dibinde Nigar teyzenin (rahmetli) evi vardı ve kapisi çinara açılirdı. Öglenden sonra genellikle kapı eşigine gelir oturur ve çınarın gölgesinde serinlemeye çalışirdi. Kapısinda oturdugu evi de rahmetli Erdogan Savaş araziyi istimlak ederek yapmış ve ona bağışlamısti.( iznik eski belediye başkanı erdoğan ağabey) Kocası kahveci bekir amca yıllaaar önce ölmüş ve o hayatta tek evladiyla baş başa kalmıstı.
Nigar teyze de ölmüş oğlu başka yere taşınmıs ve ev bombostu.İşte tam da o yillarda İznik kaymakamı Atom karınca. (Rahmetli Hüseyin Avci) evi istimlak etmiş ve 1336 yıllarınin en büyuk müderrisi.( dekan) Davudi kayserinin mezarini bulup ortaya çikarmısti.( resmi belgelere göre kabri buradaydı )
Ama ben o kazılarda her gün oradaydım. Her açıdan fotograf alıyordum. Şimdi karşimdaki bu aksaçlı sakalli ve sarıklı adamı alaca karanlikta tanimaya çalışıyordum.
Buralarda başka bilge yoktu ve bu adam Adil Can degilse kimdi.? Okadar sessiz olmama rağmen gözleri kapali gibiydi ve bana hoş geldin dedi oturmam için çınarin dibini gòsterdi. Bir şeyler yazıyordu. İşi bitene dek sessizce durmaya gayret ediyor ve etrafı izliyordum. Koca yaşlı çinara baktim bir ara gözüm tepedeki dalda oturmuş etrafı gözleyen ve arada aşağiya bakan baykuşla göz göze geldim bir yandan da nigar teyzeyi arıyor gözlerim ama ne o nede onun evi. Yok yok işte.
Bir ara başımı cevirdim çinarın yaşlı gövdesine 1336 tarihini kazimisti birileri.ve kazınan yerlerden damla damla çınarin bedenindeki su damlıyor ve sanki ağlıyordu. Rahmetli Huseyin Avcı (iznik kaymakamı) çınarın etrafına sondajlar vurmuş ve güney batı istikametinde üçu geride biri önde dört iskelet kalıntısı bulmuş öndeki iskelete güney yönünde yol kenarina gelen bölümde mezar yapıp defnetmıs ve onun hayatıni anlatan kitabeyi asmıştı.
Uzman çağirmış öncelikle çınarın yaşını saptatmış ve hastalıklı olan gövdede çuruyen yerleri alinmiş gerekli tedavisi yapilip yaralar kapatılmıştı. Yaşı 1200 idi.yaşayan en eski yaşlı çınar. Ve ben o günlerde bu çalışmanın her anini fotoğraflıyordum. Kollarını yana açan 8 yetişkin insan o koca gövdeyi anca kavrıyordu.
Buyur dedi. Tok ama tatlı bir ses tonuyla yaşlı adam. Ben bu fakirhanenin sahibi ve Sultan Orhan'in ilk üniversitesi dekanı Davud-i kayseri. Hoş geldin nedir dileğin. Sen ona aldırma o daha cok yaşayacak ve bizim öyķulerimizi size anlatacak. Şimdilerde içi boş da olsa dış kabuğu asırlarca o gövdeyi ayakta tutacak sen o koca çınarı merak eyleme dedi. Aklimdaki kitabın sayfalarini yıldırim hıziyla çevirdim. D harfinde durdum ve kayseriyi buldum. Davudi kayseri Osmanlı sultanı Orhangazınin iznik i alınca Osmanlının ilk kurduğu Orhaniye Medresesinin baş müderrisi idi ve sultan orhanın daveti ile iznik e gelmiş onun bağladıği 30 akce ile ömrünun sonuna dek yani son onbeş yılını bu medrese de geçirmişti.( beni kahreden ise bu gün o medresenin olduğu yer... Ayasofya Orhan caminin güney yönüne kalan bölgesinde ve üzerinde bu gün ki ayasofya tuvaletlerinin olmasıydı. Ya bu muhteşem adam medreseyi gördünmu dese.. ne diyeceğim.?)
Kendisi hadis fıkıh felsefe ve mantık ilimlerini ögrencilerine anlatıyordu. Tabiatın felsefesi varmı diye hadsizce sordum.
Yüzüme baktı. Cuz(atom) mürekkep (molokül) nedir bilirmisin yada ateş su hava ve toprak.. bilirmisin bu dört elementi.? Doğada ki herşeyin canli oldugunu atom ve molekullerden ibaret ve hepsinin de kaynağınin enerji ve bu enerjinin birinci kaynağı "ısı" ikincisini"su" olduğunu anlattı. Şaşkindim. Onun anlattiklari ondan 600 yıl sonra batıda Wilhen Oswales kaleme almıs ve dünyanın enerji uzerine kurulu olduğunu yazmis cizmis bize de ders olarak okutulmustu. Keşke bana gelmeseydin Eşrefi Rumi de kalsaydın.
Bilirmisin sen.Sultan fatihin anasının agzında iyileşmeyen yaraları bile islambol a gidip iyileştirmis sultanin burada kal israrına ragmen o istanbulda kalmayıp bir zaman sonra kendisini küçumseyip dışlayan is-nik e dönüp halktan uzak beypinari dibindeku dergahina çekilmiş ama asla is-nik halkına küsmemistir. Onun müridi olmak isteyen mehmetlerin ikincisi Fatih Sultan Mehmet bile tedbili kıyafet gelir onun dergahına tabi olmak ister ama O sultani tanır ve dergahindan uzaklaştirir. Ve sultan mecburen payitahta gider.
Keşke bana gelmeyip onda kalsaydın sen is-nik nikaia nın sırlarini arıyorsun onu da sana o verirdi ben sadece fizik felsefe anlatabilirim ama fizik in detaylari da tehlikelidir. Cunku cuz 'u(atom) çözer parçalarsan ademoglu için felaket doğar.Dedi.
Ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum.güneş ne zaman dogacak sabah ne zaman olacak bilmiyorum. Acaba ben bir ruyami goruyordum yoksa yaşadiklarim gerçek ki.? Onu da bilmiyorum.gercek zamana gunumuze dönebilsem bir anlam verecegim lakin gözlerim kurşun kadar ağir ve ben bu düş'e mahkumum. Adil ağabey ne olur bırak şu elindeki kâşi yı bi gel tut elimi. Ama bunu bile söyleyemedim ağzımdan tek kelime çıkmadi, dudaklarım kipirdasa da. Devrin üstadı Davud-i kayseri.Atom ve molekülun parcalanmasinin gelecek nesil adem oglu için tehlikeli savaşlara hirs ve ihtiras uğruna binlerce masum insanın öleceginden bahsediyordu.
Bak çocuk. Madem bana geldin EşrefRumi yi hice saydin ben de seni masumlarin haksiz bir savaşta ölmesini önlemek için koca bir imparator a kafa tutun adama gonderiyorum. Onun ismi şeyh kutbettin dir. Eşref rumi gibi bir pirin ilmi ve çorbasi yok bu dergahta. Sadece ilim ve bilim var onu bölüşürum kalirsan seninle.
Kalmaz isen var git o kutbettin e sana anlatsın anlamsız bir savaşta masumların bu kibrin nasil kurbani oldugunu. Git ve gör dinle.acıkırsan hemen yanı basındaki aş evine ugra karnını doyur ve o ulu hatun nilüfer e dua et.
Herkes her şey ve gece. Oyun oynuyordu bana. Bulundugum mevkiden bakinca (topkapı çınari) Nilufer hatun imareti ve kutbettin camii-türbesi görünmekteydi ki bu imkansızdi. Kurtuluş savaşi yillarinda iznikten çikarken yunan tarafindan ateşe verilmiş ve yanan camii çökmüştü. 60 lı yıllardaki depremden sonra da tıpki eşrefzadenin minaresi gibi şerefeden yukarisi yikilmisti. 70 li yıllarda çocukken erik bahcelerinden çaldıgimiz erikleri o yıkik minareye çıkar yukaŕida yer doyunca da aşağidan geçenlere görünmeden atardık, unutmam mümkun değil ama şu an her şeyi ile sapa sağlam dimdik ayakta.
Hani kışın kar yağar her yer bembeyaz olur ve gece ay dogar ışığı kar üzerinde yansır ve her yer ap aydinlik olur ya. işte öyle bir gece de üstad Davudi den musade istedim ve beni yönlendirdigi camii-türbeye yöneldim.çocukluğumdan kalma bir alışkanlik (yeşilcamii de otururken) bu türbeden hep korkardim ama istem dışı adimlar ile ona dogru gidiyordum. Acaba batı yönündeki kemeri tutan lenger yapraklı sütün başı ve onu ayakta tutan tapınakçıların sembolu koca hac işaretli sütun oradamıydı merak ediyor ama korkuyla şeyh kutbettine dogru ilerlerken midem de gecenin karanlıginda musallat olan açlık hırsızlaŕinin alarma yakalanmasi ile çalan zillere yenik düşmüş ve mis gibi nohut pilav kokan İmaret e girmiştim. En azından karnımı doyurunca mantıklı düşünecek ve korkularımı yenecektim. Bu arada yaşadıklarımın da muhasebesini yapacaktım.
Ah be Nevzat. Nereden girdin beynime ve ben seni niye dinledim de bu yazma merakıma bulaştim. Sen bile beni yanliz birakıp yer altındaki iznik e kaçtin. Ya sana be demeli be Nurettin. Ağabey yaz bunları ben sponsor buldum kitaplaştıracağim dedin, yazdırdın sonra da bir sayfasını bile basmadan bir trafik kazasında sende bu alemden ayrıldın. Tüm kurguları titiz bir editör gözüyle dizayn ettin bilgisayarina kaydettin ama o elim kazada sen gibi leptopun da kayboldu ve gitti. Bana ise ham yazı kaldı. Senin de mekanın Nevzat,kaymakam Huseyin Avci, eşref rumi, davudi kayseri, Erdoğan Savaş,Nigar teyze gibi "is-nik".! LOlsun Nur dolsun.
Ben ben ile bende ki ben geceyle bendeku ben benim kalem ve kağıdımla ve kalem ve kağıdım benimleyken ve gece bitmeden beni benden çok, sessizce dinleyen. Emin Altınölçek.agabey.
Neredesiniz. Sizlersiz de ben. Is-nik'in üzerini sizden dinlediklerim ile ve hayallerimle yaşayıp yazmaya devam edecegim. Ooo mis gibi nohut ve pilav koktu ortalik. Önumde bin bir renkte her milletten bir kuyruk.Müslümanı isevisi hepsi.tek sıra kuyruk. Sabırla sıramın gelmesini beklerken.Sol yanımda camından cılız bir ışık saçan şeyh kutbeetin türbe-camisi. Ve hemen ardimda çocuklugumun geçtiği ve bir gece uykularimizdan korkuyla uyandiğimiz eski ahşap iki katlı evimiz.Inşallah anam uyanıp yatağıma bakmaz. (Rahmetli anam.türkiyenin ilk kadin gardiyanlarindan olup bizi mahkum disipliniyle yetiştirmişti. Sebile hatun

Yorumlar

Popüler Yayınlar