GELINCIK VE ÇOCUK...

GELINCIK  KELEBEK VE ÇOCUK.
Elimde çay fincanı kapının önüne çıktım.Bunalmıştım içeride hem boya kokusundan hemde sıcaktan.Hızla geldi karşıdan,elimi uzattım çevik bir hamleyle eğilip kolumun altından geçiverdi. Sendeledim,fincandaki çay fırtınalı deniz gibi çalkalandı kabardı.İrice bir dalgası kenarından taşıp dışarıya savruldu.Yerdeki mermerde kocaman kızıla çalan leke ve etrafında çayın dip artığı pörçükleri sıralandı,üç beş damla baldırıma damladı.Canım yandı.

Fincanı yere koydum peşinden koştum,belikli bir sorun var ve çok telaşlı.Kıble yönündeki yeşilliğe doğru gidiyordu.Az ilerideki gelincik çiçeğinin üzerine kondu,nefes nefeseydi.Kanatlarını kaldırdı ardından iki yana açtı öylece hareketsiz kaldı. O sakinleşene kadar ben hareketsiz bekledim,bu bu güne kadar gördüğüm en iri ve nefis kelebekti.

Turuncuya yakın kırmızı ve kenarları boydan boya parlak siyah kon tür. kanat ucuna yakın kocaman siya iki nokta.Kanatları tepeden tırnağa siyaha yakın bal peteği gibi çizgi.Üzerinde okadar renk var ki koca bedeninde ona kalan tek yer başı ve ayakları sanki.

O nefeslenirken ben hareketsiz onu seyrediyordum ki şaşkınlığımdan yararlanıp birden fırladı üzerine oturduğu gelincik çiçeğinden.Gelincik üzerine destursuz konup sonra havalanan kelebeğin ağırlığından aşağı yukarı doğru irkildi,sonrada ah bu böcekler dercesine sağına soluna sallandı durdu,sonra başını yukarıya kaldırıp güneşle göz göze geldi.O an onun da güzellini gördüm,çocukluğuma gittim.O sıradan bir çiçekti yapraklarını yolar içine su doldurduğumuz şişeye koyar güneşe bırakır kızarınca annemize nişastadan muhallebi yaptırır gelincik suyunu döker buz rendeler yer yaz sıcağında serinlerdik.Biz çocuktuk o gelincik.Mahallenin kızları iki gelincik kopartır birinin tek yaprağı kalana dek yolar sonra siyah tüylü bölümünde surat çıkana dek taç yaprağını kopartır ardındaki tek yaprak duvak olur altındaki çiçek gövdesini kopartır ilk gelinciğin tepesine saplar gelin yapar yolunu gözlediği sevdiğine verir erkeğin ruh durumuna göre ya bir yerde unutulur yada bir kitap içinde kurutulurdu.Yani anlayacağınız unutulmak ile kurutulmak kardeşti…

Bir kelebek ve konduğu gelincik beni camideki işimden kopartmış çocukluğuma taşımıştı.


Gelinciğin arkasıdaki ufak fındık fidanının arkasına saklanmış küçük,beyaz mermer mezar taşı ilişiverdi gözüme.Birden çayım geldi aklıma ayağa kalktım fincanıma yönelirken kıble cephesindeki fındık ormanıyla yüz yüze geldim.Her yer fındık ocağı her ocağın dibinde minik mezar ve baş ucundaki mezar taşı.(fındık fidanları beş altı kök bir araya dikildiği için ocak denir yöresel ağızla)Sanki her ocak bir mezar taşına gölge ağacı!..Yeşillenmiş fındık dalları toprağın kahverengisi üzerinde binbir yeşil ottan kaybolmuş yerine beyaz sarı papatyalar mor zambaklar.Aralara serpiştirilmiş zıt renkte kırmızı gelincikler.Hemen yanı başlarında küçük bir su kaynağı.Delmiş toprağı gölcük oluşturmuş olduğu noktaya sığamamış derecik olup akıp giderken binbir böcek kenarında konaklamış serinliyor.Karıncalar öbek oluş,bir saat çiçeğini asılıp ağırlıklarını vererek dereciğin öbur yanına yatırıp köpru kurup ardından gelen ordusunu öbür yakaya ulaştırırkrn su kenarında serinleyen öteki börtü böcek sıranın kendilerine gelmesini bekliyor

***********


Siz saat çiçeğini bilirmisiniz?.Küçük bir oka benzer.yaprakları sarmaşık çeşidinden yayılmacı bir ot.Küçük ok şeklindeki bölümü soyarsanız ve elbisenize saplar yada parmak uclarında tutarsanız birden saat yönünde dönmye ve kendi etrafında burgulanmaya başlar.Son noktaya geldiğinde artık ne dönecek hali nede nefes alacak gücü kalmıştır şimdi ağır ağır ölmek zamanıdır artık o bir kuru ot tur.Onun bu dönüşü bir buçuk dakikadır ki o anda zaman durur.Alt tarafı lülenmiş üst tarafı çeyrek geçede durmuştur işte öylesine kendini seven ama nergis kadar narsisist olmayan çiçektir saat çiçeği.

Saniyeler yada zaman sınırlıdır,siz bilmesenizde derecik kenarındaki karıncalar ve kanatsız kervan sakinleri bilir gün düşmeden hedefe ulaşır ve asla boşa harcamazlar zamanı.

Tiz bir sesle irkildim.Etrafımda dalgalı helezonlar çizen yaban arısını sesiyle kendime geldim.kıpırdamıyor onu kızdırmamaya çalışıyordum döndü dndü ve konacak bir dalımı bulamayıncainişli çıkışlı bir hareketle uzaklaştı.O giderken bir anda etrafımdaki onlarca mezar taşını gördüm.Doğum ve ölüm tarihleriyle göz göze geldim,şaşırdım.en büyüğü 11 yaşında ölmüştü.

‘’Şaşırdınmı oğul’’dedi.Sesin geldiği yöne dönmeden evet Ahmet amca dedim,tanımıştım sahibini.Ağzında diş kalmamış çenesi iki beden büyük gelmiş gibiydi,konuşurken boğuk ve yarısı yutulmuş ,dili döndürecek engel olmadığı için yontulmuşçasına çıkıyordu dudaklarından kelimeler.Ufak tefek cılızcaydı,elleri kır bayır işinden yıpranmış sanki daha iri birinden ödünç alınmış gibiydi.Şadırvanda abdest alırken izlemiştim çıkardığı çorabı yere koyarken yün lifleri görünmez bir çiviye takılmış gibicesine sallanıyordu avuçlarından birkaç santim açıkta ve boşlukta.Elleri ütüsüz çamaşır gibi buruşmuştu,avuçlarında çalışmaktan yüzlerce çentik çizgi oluşmuştu,titriyordu elleri.Ağzında ikisi üstte diğer ikisi altta ve birbirlerine küsmüşcesine çenesinin iki yakasında orijinal rengini yitirmiş dört adet diş artığı duruyordu.Gözleri torbalaşmış şakaklarından çenesine doğru inen çizgiler yüzünün tamamını dönmüş anlını geçtikten sonra ilk başladığı yere geri dönmüştü.Gözlerinin akları matlaşmış kırmızıya çalar sarılaşmıştı.Hafiften sağa bükülmüş beli yürürken küçük adımları vardı.Bacakları bedenini bunca yıl taşımaktan çaprazlaşmasına rağmen halen yere sağlam basıyordu.

Döndüm baktım.Elinin tersiyle gözlerini siliyor öteki elinin parmaklarıyla sıkıştırdığı burnunu sıkıştırıp sümkürüyordu.’’Ahmet amca bu köyde büyükler ölmez’ mi? Bu mezarlar hep çocuklara ait’’dedim.
‘’Ölür’ dedi titreyen sesiyle.Onların mezarı köyün girişinde gelirken yanından geçtik’ ya görmedin’ mi ?.
‘’Neden’’?.
‘’Ah evlat köyümüz çok göç verdi.Eğer gitmeselerdi burası kasaba olurdu ama gördüğün gibi gençler daha yetişkin olmadan gittiler köyümüz kadar büyük köy kurduk caminin avlusuna.Tutamadık ellerinden bağlayamadık onları hayata.(Bulabildiği boşluktan kayan iki damla yaş.Çenesindeki sakalının ucuna tutunmuş sanki ayaklarının dibindeki karınca yuvasının üstüne düşmemek için direniyordu)
‘’Ne oldu Ahmet amca:?’’.
‘’Öldüler’’.
Neden?
Nedeni yok,takdir ilahi öyleymiş o zamanlar kadere karşı gelemezdik.Onlar öldü kurtuldu dünyanın kahrından,bize kalan üzerlerinde açan çiçekler.Biliyormusun? Çoğu soğuğa dayanamıyor kuruyor bahar gelince yeniden doğuyor bir tek zambaklar direniyor yaz kış ölüme.O da yaradanın takdiri..
Bunca çocuk zambaklar dirensin diye göç ederken’ mi öldü?
Yok be evlat göç derken onların bu dünyadan ahrete yolculuğunu dedimdi.yaşasalardı her biri toprak üstünde bir hane kursa düşünsene bizim köyün halini.Bak kaybolanlar hariç 92 tanesi meydanda.
Neden öldüler,neden?

Nedeni yok.Bundan yirmi sene öncesine kadar zemheride yada abril ayının başında (kış yada bahar başlarında) bir kıran hastalık gelir yetişkinlere ilişmez elde avuçta ne bulursa ne kadar yakalarsa o çocukları alır giderdi.

Nereye saklasak ne ettiysek buldu onları melanet,bizde geleceğe ders olsun diye caminin avlusuna gömdük.aha orada benim sekiz torunum iki oğlum var,baş ve ayak uçlarına fındık diktik hasat zamanı gelince toplar satar onlara mevlüt yapar yayla şenliği düzenler kalanını satar camiye harcarız.Hem biz yayladayken onlar bekler köyü,hadi gel ben çayı ısıtem birerde cigara yakalım dedi camiye doğru yürüdü.

Kelebeği aradım.O an gördüm çocuk mezarlığının üstünden girdi yanımdan geçip giderken etrafımda döndü konacak gibi oldu vaz geçti.Başımın üstünden gök kubbeye yönelirken,anladım öğrendim öykünü dedim.O hızla yükseldi gözden kayboldu gök yüzünün maviliklerine karışaraktan….

Telefonum çaldı açtım yaşlı titrek bir ses kendini tanıttı derdini anlattı,yerini şehrini tarif etti kalktım gittim.Büyükten bir camii beklerken ufak biçimsiz bir şeyle karşılaşmak sıkmıştı canımı.İçeriyi gezerken , arayan ihtiyarı bekliyordum.Hoş geldin diyen yağsız kalmış eski sesin geldiği yöne döndüm elini uzatmış elimi sıkmamak için bekliyordu.Elimi uzattım bekleyen el ile tokalaşırken o hoş geldin ustam deyip halhatır faslına geçerken yanındaki gence eve gidip çay koydurmasını tembihledi,genç adam giderken tanıştık Ahmet amcayla.Ben işi almamak için yüksek fiyat verdikçe o ,ağzında eriterek önüme sürdüğü kelimeler ile fiyatımı indirdi ikna etti. Ne olur usta bunu bu fiyata yap senin bir dediğini iki etmem kuş sütüyle besler her hizmetini görürüm dedi.Elimi kolumu bağladı. Çaresiz kabullendim hemde onun dediği fiyata,bir hafta sonra geldim iş başı yaptım Kaya dibi köyü camisinde.
Adında belli sanki çocuk ölümlerinden o sorumluymuş gibi yaramazlık yapan çocuk korkusuyla kayanın dibine saklanmıştı

İşim bitmiş son gün dönüş hazırlığındayken seslendim.’’Ahmet amca şuradan bir fındık fidanı söksem bizim oralarda tutarmı?’’ dedim.Büyümezmi a evlat dedi gitti.Öğle üzeri elinde çapa ve kürekle çıkageldi çocuk mezarlığına geçti geri döndü.Yüzüme baktı.’’Tutar’’.Dedi.
yalçın öztürk..

Yorumlar

Popüler Yayınlar